Kolombiya'da yeni dönem: Seçimler ve sonrası

ABD emperyalizminin bir üs haline getirdiği, tasfiye sürecinin hızlandırıldığı ve neoliberal politikaların işçi ve emekçileri yıkıma uğrattığı bir ülkede kapitalist aygıtları yok etmeden ne bir gerçek barış düşünülebilir ne de insanca yaşamak söz konusu olabilir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 05 Eylül 2022
  • 19:10

Kolombiya’da yapılan seçimlerde, eski bir M-19 gerillası ve “Kolombiya için Tarihsel Pakt’’ adayı olan Gustavo Petro ikinci turda %50,4 oy alarak başkanlık koltuğuna oturdu. Bu seçimin Kolombiya için büyük bir anlamı olduğu belirtiliyor. Zira ülke tarihinde ilk defa sol kökenli bir aday devlet başkanı seçildi. Bu sonuç tesadüf değil elbet. Kolombiya’da yoksulluğa, yolsuzluğa, sağlık ve eğitim sisteminin çökertilmesine, politik yozlaşmaya ve mafya düzenine karşı öfkeli olan kitleler yıllardan beri mücadele ediyordu. 2019 yılında neoliberal politikalara karşı genel greve giden emekçilerin yıllara yayılan mücadelesi seçimlerin sonuçlarını da belirledi.

2021 Nisan ayında dönemin devlet başkanı Ivan Duque çöken sağlık sistemini bahane ederek vergilerin arttırılmasını istedi ve bunun için bir yasa tasarısı sundu. Yasa tasarısı doğrudan emekçileri vuruyordu. Çünkü kapitalist asalaklar, mafyatik zenginler vergilerden muaf tutuluyor. Yaşanan krizin faturasının kendilerine kesilmesini kabul etmeyen işçi ve emekçiler, sokaklara çıkarak itirazlarını yükselttiler. Pandemi bahane edilerek eylemlerin yasaklanması işçi ve emekçileri durduramadı. Bir grev dalgası gelişti ve yasa tasarısı geri çekilene dek kitleler mücadeleyi sürdürdü. Bu uzun soluklu eylem dalgasının ardından yapılan seçimlerde Gustavo Petro devlet başkanlığını kazandı.

Seçim sonuçları hem sermaye kesimlerini hem ABD’yi rahatsız etti. Petro’nun koltuğuna oturup oturamayacağı bile tartışıldı. Zira Kolombiya’da mafya çeteleri de devletin paramiliter aygıtları da halen aktif durumda. ABD ise Kolombiya’ya ayrı bir ‘önem’ veriyor. Çünkü bu ülke on yıllar boyunca ABD’nin bir tür ‘kontra üssü’ olarak kullanıldı. Kolombiya ordusu kurulduğu yıllardan beri Pentagon tarafından eğitiliyor. Yıllardır süregelen savaşın etkisiyle uyuşturucu kartelleri, mafyalar ve paramiliter güçler de uzun yıllar boyunca halka kan kusturdular. Yani Kolombiya, bu durumda ABD için önemli bir merkez ve karakol işlevi görüyor

***

Diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi Kolombiya’da da kontra rejime ve uyuşturucu kartellerine karşı savaşan güçlü gerilla hareketleri vardı. 1990’lı yıllarda ‘barış’ adı altında gerilla hareketleri tasfiye edilirken, Kolombiya’da süreç biraz farklı işledi. Gustavo Petro’nun mensubu olduğu şehir gerillası M-19 devletle ‘barış’ imzalarken, temel güçleriyle kır kökenli olan Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) ile Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) ise savaşa devam ettiler.

2000’li yıllara gelindiğinde, dönemin devlet başkanı Alvaro Uribe ile savaş doruk noktasına ulaşmış, ABD emperyalizminin pohpohlaması ve yabancı sermaye gruplarının olanak sağlamasıyla beraber, Kolombiya devleti, muhalif güçlere, sendikacılara, işçi önderlerine ve daha genel planda emekçilere karşı vahşi bir terör estirmiş ve binlerce insan bu dönemde katledilmiştir.

FARC 52 yıl boyunca sürdürdüğü savaşı 2015 yılının Eylül ayında Küba’nın arabuluculuğunda Kolombiya hükümeti ile anlaşmaya vararak sonlandırdı. Eylül 2016’da ise kalıcı antlaşma imzalandı. Silah bırakarak legal bir parti kuran FARC’ın bazı liderleri ve önde gelen kadrolarından yüzlercesi kontralar tarafından katledildi. Bunun üzerine örgütün bir kısmı tekrar silahlı mücadeleye dönme kararı aldı. ELN ise, halen devletle anlaşıp silah bırakmış değil.

***

Böylesi bir sürecin ardından seçimlerde aday olan Gustavo Petro’nun kazanması beklenen bir sonuçtu. Kolombiya’da, belli sol grupların bir araya gelmesiyle oluşturulan Tarihsel Pakt’ın seçim vaatlerinde ülkenin çözülemeyen ve yıllardır bir kördüğüme dönüşen sorunlarının aşılacağı söyleniyordu. Özellikle neoliberal politikaların geri çekilmesi, toprak reformu, çöken eğitim ve sağlık sistemlerinin onarılması ve ELN ile tekrar barış masasına oturulması… Tüm bunlar Petro’nun öne çıkardığı vaatlerdi.

Bu sorunların tümü yıllardır sürüncemeye bırakılarak derinleşmiş ve çözülmeleri zorlu çabalar gerektiriyor. Petro ile ekibinin vaatlerini yerine getirmek için nasıl bir çaba sarf edeceğini zaman gösterecek. Biriken sorunların düzen içinde belli bir çözüme kavuşturulması mümkün olsa da bu kolay değil. Zira bunun için Petro’nun hem ABD hem sermaye tekellerinin dayatmalarına belli ölçüde karşı durabilme kararlılığı sergilemesi gerekiyor. Sorunların çoğunun köklü çözümü ise kapitalist ilişkiler içinde mümkün değil.

Petro’nun seçim vaatleri 2019 ve 2021’de sokaklara çıkan işçi ve emekçilerin öne çıkan talepleriydi. Görünen o ki, işçi ve emekçiler Petro’nun “refah ve demokrasi” sözüne güvenerek ve “nefes” alabilmek için öfkesini seçimlere yöneltti. Ancak mücadele sürecinde deneyimler kazanan kitlelerin, Petro yönetiminin vaatleri yerine getirmek için çaba sarf etmemesi durumunda tekrar sokaklara çıkmaları şaşırtıcı olmayacaktır.

***

Son dönemde Meksika, Arjantin, Şili ve şimdi de Kolombiya’da sol ittifakların seçimle işbaşına gelmesi “ikinci pembe dalga” diye adlandırılıyor. Latin Amerika’da, ‘90’lı yılların sonları ile 2000’li yılların başlarında neoliberal yıkım saldırılarına karşı kitlelerin biriken öfkesinin sokaklara taşması gösteriler, grevler, zaman zaman toprak ve fabrika işgallerinin yaşanması ve bu dalganın seçimlere yansıyarak sol adayların kazanması ise “ilk pembe dalga” oluyor. İlk dalgada bazı kazanımlar elde edilse de kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkilerinden kaynaklı temel sorunlar yerli yerinde duruyor. Zira emekçiler lehine birtakım icraatlar yapılsa da sistemden kaynaklı yapısal sorunların bu düzen yıkılmadan çözüme kavuşturulması mümkün olmuyor.

***

Latin Amerika’da kapitalist sistemin biriken sorunları güçlü ve diri kitle hareketinin bir tür süreklilik kazanmasını beraberinde getiriyor. Ancak hareket devrimci bir sıçrama yapamadığı sürece öne çıkan reformist adayların seçimleri kazanmasına zemin hazırlıyor. Reformist ve parlamenterist partiler ise belli bir dönem kitlelerin öfkesini hafifletse de sorunlar çözülmediği için hareketin yeniden yükselmesinin önüne geçilemiyor. Venezuela’da Hugo Chavez, Bolivya’da Evo Morales, Brezilya’da Lula gibi dönemin “solcu hükümetleri” Latin Amerika’da “birinci pembe dalga”nın yarattığı sonuçlardı. Bu hükümetler zaman zaman bulundukları sistemin sınırlarını zorlamaya çalışsalar bile, kapitalist mülkiyet ilişkileri ve sermayenin devlet aygıtları bunu kösteklemekte, ABD emperyalizmi ise ambargo, faşist çeteler ya da askeri darbelerle bu süreçleri baltalamaya çalışmaktadır.

***

Göreve başladıktan sonra Gustavo Petro’nun ilk işlerinden biri, ELN ile yarıda kesilen barış görüşmelerini tekrar gündeme getirmek oldu. Müzakerelerin Küba’da tekrar başlatılmasıyla birlikte ELN, elinde tuttuğu 5 asker ve 1 polisi serbest bıraktı. Gustavo Petro ise, Küba’da bulunan ELN üyelerini tutuklama kararı ile iade taleplerinin kaldırıldığını duyurdu.

Petro, barış görüşmelerinde samimi gibi görünse de her iki taraf için iş zor görünüyor. ELN ile 2017 yılında başlayan barış görüşmeleri, örgütün anlaşmayı kabul etmemesi ve eylemlerine devam etmesinden dolayı sekteye uğramıştı. Latin Amerika ve özellikle Kolombiya’da devletle barışan gerilla hareketleri silah bırakıp yasal bir parti olarak siyasal yaşamına devam ediyor. Ancak bu süreçlerin bir yerinde devletlerin kontra güçleri gerilla komutanları ve bazı ileri kadrolarını katlediyor. FARC’ın yakın dönem deneyimi de böyle sonuçlandı.

Kolombiya’da siyasi cinayetler çok yaygın. ABD’nin bu kanlı tezgahlardaki payı ise yadsınamaz. Paramiliter gruplar eliyle düzenlenen suikastlar ile korku iklimi egemen kılınmak isteniyor. ELN, tüm sonuçları hesap ederken, yine de yeni hükümete yeşil ışık yakıyor. Bu tarz gerilla savaşının bir yerde tıkandığı ve barışa ihtiyaç olduğu dile getiriliyor. Ancak ABD, ordu ve paramiliter güçlerin yarattığı ciddi riskler de var. Dolayısıyla ‘barış süreci’ni ilerletmenin kolay olmadığının bilincindeler. Bundan dolayı ELN liderliğinin süreci belli bir ihtiyat ve sabırla yürütmesi bekleniyor.   

Sonuç olarak, Petro’nun iktidara gelmesi Kolombiyalı emekçilerin temel sorunlarının çözüleceği anlamına gelmiyor. Emekçi kitlelerin öfkesi parlamento yoluyla seçime endekslendi ve bunun sonucu olarak “Tarihsel Pakt’’ seçimi kazandı. Petro’nun vaatlerine bakılacak olursa işi bu haliyle zor. Devlet aygıtları yerli yerinde duruyor ve yozlaşmış politikayla karşı karşıya bulunuyor. Tüm bunlar, Kolombiya üzerinden Latin Amerika için yeni bir ders olabilecek nitelikte. ABD emperyalizminin bir üs haline getirdiği, tasfiye sürecinin hızlandırıldığı ve neoliberal politikaların işçi ve emekçileri yıkıma uğrattığı bir ülkede kapitalist aygıtları yok etmeden ne bir gerçek barış düşünülebilir ne de insanca yaşamak söz konusu olabilir. Petro’nun kapitalist aygıtlara dokunmak gibi iddiası yok. O, kitlelerin dinamik desteğini alabildiği ölçüde en iyi ihtimalle belli reformlar yaparak emekçiler lehine bazı geçici iyileştirmeler yapabilir.