İran seçimlerinin ardından

Rejimin reddi, emekçilerin yanı sıra, gençliğin tüm katmanlarına neredeyse yayılmış bulunuyor. Kadınlara başörtüsü dayatması, varla yok arasında yıllardır zaten “gevşek” duruyor. Okunmaması, izlenmemesi ve dinlenmemesi vaaz edilen kitaplar, filmler ve müzikler baskılara rağmen günlük hayatın bir parçası durumunda. “Özgür bir yaşam” arzusu siyasi alternatiflerin yokluğu nedeni ile hayal kırıklığına veya yurtdışına kaçış planlarına dönüşüyor olsa da bir isyan ve başkaldırı var.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 03 Temmuz 2021
  • 22:02

İran’da iki dönemlik cumhurbaşkanlığı görevi sona eren Hasan Ruhani’nin halefini seçmek için 18 Haziran’da seçimler yapıldı. Cumhurbaşkanlığına aday olarak yüzlerce kişi başvuruda bulundu. Molla rejiminin vetosuna takılanlar ve geri çekilmeler sonrasında, seçim yarışı dört aday arasında sürdü. Ve İbrahim Reisi ilk turda Cumhurbaşkanı seçildi. Çoğunluğun oyu ile seçildiği iddia edilen 8. Cumhurbaşkanı Reisi yaklaşık bir ay sonra bu makama ikamet edecek.

İbrahim Reisi’nin 84 yaşındaki İran’ın dini lideri Ali Hamaney’e de olası halef olarak seçildiği rivayet ediliyor. Seçimler arifesi ve sırasında Ali Hameney’in Reisi’yi alenen desteklemesi göz önüne alındığında, Reisi’ye yakıştırılan “yüce makam” rivayetlerine haklı olarak gerçek gözü ile bakılıyor. 

Seçim süreci ve sonuçları incelendiğinde Reisi’nin çoğunluğun oyları ile değil, üçte birin altında bir azınlıkla seçildiği görülecektir. Seçim öncesi yapılan anketlerde seçime, adaylara ve rejime olan güvensizlikten dolayı seçime katılımın yüzde 40’larda olacağı öngörülmüştü ve öyle de oldu. Seçimlerde yaklaşık 60 milyon seçmenin 28 milyon 600’ü oy kullandı. Kullanılan oyların yüzde 13’ü de geçersizdi. Bu durumda seçimi boykot edenler yüzde 58 civarında olurken, geçerli oy kullananların oranı yüzde 42’lerde kaldı. Dolayısıyla, Reisi 17 milyon 800 bin oyla, yani seçmen sayısının üçte birinden daha az bir oyla seçildi.

Bu sonuçta, toplumun daha genç ve iyi eğitimli kesimlerinin sosyal medya üzerinden seçimi boykot çağrısının etkili olduğu söyleniyor. Bu nedenledir ki, Reisi daha makamını devralmadan sosyal medyaya yönelik “terbiye” planını açıkladı bile.

Öte yandan İran’da sefalet koşulları ve yoksulluk zirvede seyrediyor. Her yönü ile çürümüş bir rejimin çıplak terörü ile karşı karşıya olan aç ve yoksul kitleler daha ağır koşulları kaldırabilme sınırlarına çoktan dayanmış bulunuyorlar. İstihdam edilebilir İranlıların yaklaşık beşte biri şu anda işsiz. Su kıtlığı, ülkenin belirli bölgelerinde temel ihtiyaçların giderilmesini bile imkansız hale getiriyor. Yakın zaman içinde İran para birimi riyal yaklaşık yüzde 60 değer kaybetti. Yüzde 40'lık enflasyon yoksul çoğunluğu açlığa sürükledi. Ambargo ve yaptırımlar nedeni ile İran’ın Gayrisafi Milli Hasılası, 2018'den 2019'a yüzde on iki oranında düştü. İhracatı, 54,2 milyar dolarla yarı yarıya indi. İthalatı, beşte bir oranında daralarak 38,6 milyar dolara geriledi. Covid-19 krizi ek olarak, ülkedeki çelişkileri uç noktalara taşıdı ve İran'+da yoksulluk rekor seviyeye ulaştı. 

Rejimin açmazları ve ekonomi politikaları sadece işçi ve emekçileri etkilemekle kalmadı. Orta burjuvaziyi küçülmeye, küçük burjuvaziyi ise yıkımın eşiğine sürükledi. Birçok küçük işletme, elli-altmış yıllık makinelerle üretim yapmaya çalışıyor. 

İran ve Çin’in, önümüzdeki 25 yıl için imzaladıkları “Stratejik İş Birliği Anlaşması” ile İran burjuvazisi bu darboğazdan kurtulmak ve “istikrar”a kavuşmak istiyor. Anlaşma özellikle petrol endüstrisinde, ulaştırma sektöründe, limanlarda ve demiryollarında modernizasyonu, İran petrolünün esas olarak Çin'e akmasını ve özel sektörün güçlendirilmesini öngörüyor. Dolayısıyla, bu anlaşma maddeleri arasında devlete ait şirketlerin özelleştirilmesi de yer alıyor.

Reform vaatleri ile yoksul emekçileri ve küçük burjuvazinin desteğini arkasına alarak iki dönem Cumhurbaşkanlığı yapan Hasan Ruhani'nin de sınırlarını gören seçmenler, seçimlerin bir aldatmaca olduğunu yaşayarak gördüler. 

Rejimin reddi, emekçilerin yanı sıra, gençliğin tüm katmanlarına neredeyse yayılmış bulunuyor. Kadınlara başörtüsü dayatması, varla yok arasında yıllardır zaten “gevşek” duruyor. Okunmaması, izlenmemesi ve dinlenmemesi vaaz edilen kitaplar, filmler ve müzikler baskılara rağmen günlük hayatın bir parçası durumunda. “Özgür bir yaşam” arzusu siyasi alternatiflerin yokluğu nedeni ile hayal kırıklığına veya yurtdışına kaçış planlarına dönüşüyor olsa da bir isyan ve başkaldırı var. 

Ekonomik ve siyasi çıkmazda kapitalist çarklar dönsün diye dayatılan amansız sömürünün yanı sıra, çözülmemiş birçok yakıcı sorun (ulusal eşitsizlik, kadın sorunu vb.), rejime alternatif bir mücadelenin yönelimine işaret ediyor.

Yukarıda sıralanan olgular dikkate alındığında seçimin bu denli yüksek oranda boykot edilmesi “çaresizlik” gibi görünse de bu, esas olarak bir arayışın ve henüz rejime güvensizlik sınırlarında da olsa bir çıkış yolunun da işaretidir.