Hindistan-Kerala’daki başarının sınırları

Burjuvaziyle açık bir sınıf mücadelesine girmekten kaçınanlar, sadece düzenin izin verdiği sınırlarda hareket eder ve kendi dar programlarını bile uygulamakta aciz kalırlar. Kerala deneyimi bir kez daha bu olguya tanıklık ediyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 06 Ocak 2021
  • 22:32

Hindistan pandemi günlerinde toplumsal hareketin gelişimiyle dikkat çekiyor. Bir yanda 250 milyon kişinin katıldığı dünyanın en büyük genel greviyle “işçi sınıfı bitti” diyenleri silip süpürüyor. Öte yandan tarım emekçilerinin eylemleriyle başkent Yeni Delhi kuşatılıyor. Yüzbinlerce tarım emekçisi kent etrafında nöbet tutarken, soğuktan yaşamını kaybedenler oluyor.

Bu dev kitlesel hareketler doğal olarak siyasi tabloya da yansıyor. Bu yansıma eyalet seçimlerinde “komünist” partilerin başarısında görülüyor. Aralık ayı ortasında gerçekleşen Kerala eyaleti seçimlerini, çoğu “komünist” sıfatı taşıyan sol partiler koalisyonu kazandı. Bu ilk kez yaşanmıyor. Bu eyalette geçmişte seçimlerin çoğunu “komünistler” kazanmıştı. Seçimleri kaybettikten sonra bir kez daha kazandılar. 

“Sol Demokratik Cephe” koalisyonunda Hindistan Komünist Partisi (Marksist), Hindistan Komünist Partisi, Hindistan Komünist Partisi-Marksist Leninist (Kurtuluş), Tüm Hindistan İleri Bloğu, Devrimci Sosyalist Parti gibi güçler yer aldı. Sol güçlerin seçim zaferine rağmen, eyalette faşist partiler de güç kazanıyor, %10’luk barajı zorluyor.

“Kerala’daki komünistler” olgusuna daha yakından bakmak gerekiyor. Çünkü dünyada seçimle gelen en büyük sol hükümetlerinden biri ve yarım asra yaklaşan bir pratikleri var. Bizim gibi ülkelerde belediyeleri kazanmak üzerinden reformist hayallere kapılanlar için de Kerala bir ders niteliğindedir.

Öncelikle korona dönemine dair Kerala’daki pratikten başlayabiliriz. Sol düşüncenin temel farklılıklarından biri sağlık hizmetlerinde kendini gösterir. Nitekim salgın ortaya çıktıktan sonra Dünya Sağlık Örgütü’nün direktiflerine uyarak salgınının yayılmasına karşı başarı sağladılar. İlk giren korona vakalarının tespiti ve takibi, kamu sağlığı konusunda duyarlılık ve bir dizi önlemle pandeminin yayılmasını engellediler. Bu kuşkusuz önemlidir ancak sol için asgari bir başarıdır. Elbette emperyalist batının doğru dürüst önlem almadığı, bazı sağcı-faşist liderlerin önlem almayı reddettiği bir dünyada, Kerala’daki başarı önemlidir. Ancak bunu başarmak için komünist olmak gerekmiyor. Uzak Asya ülkelerinin başarılı pratiği ortada.

Bu sınırlı başarının abartılması, onların gerçek sınırlarından geliyor. Bu, eyalette kadınların tapınaklara girmesine onay veren mahkeme kararı uygulandığında, bölgenin din çatışmalarına sahne olması sınırıdır aynı zamanda. Toplumsal düzeyde bilinçlenme açısından sol yönetimin ideolojik etkisi görülemeyecek kadar siliktir. Geriye kalan “toplumcu belediyecilik” yönetimidir.

Süreklileşen tavizler!

Seçim zaferleri, “komünist” partilerin kimliklerinin erozyona uğraması sürecidir aynı zamanda. 

“Bağımsız komünist örgütlenmeler” olarak yola çıkıp farklı programları savunsalar da, aynı “komünist” sıfatını taşıyan partilerin örgütlediği Sol Cephe, yeri gelir federal meclise 59 milletvekili gönderir, meclis başkanlığına bir “komünist” seçtirir, üç eyaletin (Batı Bengal, Kerala, Tripura’nın) yönetimini de alır. Ardından yaptıkları ise, iktidarı alan ve yıkıcı neo-liberal saldırıları sürdüren Kongre Partisi’ni beş yıl boyunca dışardan desteklemek olur. Sol Cephe’nin emekçiler lehine attığı bazı olumlu adımlar elbette var. Ancak 2004-14 yıllarında neo-liberal saldırının sol taşıyıcısı olmaları, Kongre Partisi’ne doğrudan veya dolaylı destek veren “komünist” partilerinin kitle tabanının erimesine yol açmıştır.

BJP ve Narendra Modi bu erimeden yararlandı. Reformist-parlamentarist solun yarattığı hüsranları istismar eden faşist parti seçimlerde öne çıktı ve tek parti iktidarını başlattı. Müslüman katliamlarıyla tanınan faşist Modi, “komünistlerin” başarısızlıklarının ve kitlelerde yarattıkları hayal kırıklıklarının da etkisiyle güç kazandı.

Son dönemde parlamentarist “komünistler” cephesinde suskunluk hakim. Avunacakları tek dal Kerala’dır. Bu ise, büyük övgülere konu edilenin aslında bir yenilgi olduğunu gösteriyor. Parlamentoda vekil sayılarının düşmesi, üç eyaletten sadece birinde yönetimi koruyabilmeleri, kendi sınırlarında bile başarı sayılamaz.

“Komünist” sıfatı taşıyan sol partilerin farklı sol güçlerle kurdukları tavizli ilişkiler, parlamentoda Kongre Partisi’nin desteklenmesine zemin hazırlamıştır. Parlamentoda kalmak için siyasal programlarından uzaklaşanlar, sürekli tavizler vermek zorunda kalıyorlar.

Neo-liberal saldırı programları uygulayan burjuva hükümete dışardan destek veren sol partiler, kendi eyaletlerinde de yönetimi sürdürmek adına ittifaklara girdiler. Sonuç, kendi kimliklerinden uzaklaşmaları oldu. Zira birlikte cephe kurduklarından bazıları Hindu faşist partisiyle de birlik kurabilen bölgesel partilerdi. Dolayısıyla taşıdıkları “komünist” sıfatı, resmi isimlerinde varlığını sürdüren biçimsel bir kılıf.

Seçimleri kaybettikleri ya da kazandıklarında yaptıkları siyasi büro açıklamaları, bir tür düzen partisi olduklarını gösteriyor. “Oy demokrasisi” yapıyor ve “halkımızın kararı” vurgusundan öteye geçemiyorlar. Kazandıklarında Sol Demokratik Cephe’ye Kerala’da büyük bir zafer kazandırdığı için Kerala halkını kutluyorlar. Kaybettiklerinde ise “Halkın bir değişimi tercih ettiği açıktır ve halk içerisinde bu havayı hazırlayan şartlar gerektiği şekilde ele alınmalıdır. Parti bu incelemeyi ciddi bir biçimde yapacak ve yetersizlikleri gidermek ve kendisine yabancılaşmış olan halkla yeniden bağ kurmak üzere gerekli adımları atacaktır” diyerek işin içinden çıkıyorlar.

Parlamentarizme öyle bağlanmışlardır ki, toprak reformu yapmaya kalktıklarında, sermaye devletinin eyalet yönetimini ellerinden alması karşısında protestonun ötesine geçemezler. Devleti ya da faşist saldırıları kınamakla yetinirler.

“Hindistan yoksulluğu içerisindeki bir eyalette sol bir yönetim geldiğinde ne bekliyordunuz?” sorusu sorulabilir. Elbette bir beklentimiz yok. Dikkat çekmeye çalıştığımız, düzen kurumlarına dayanarak temel sorunların çözülmeyeceği gerçeğidir, bunun emekçilere anlatmasıdır. Burjuvaziyle açık bir sınıf mücadelesine girmekten kaçınanlar, sadece düzenin izin verdiği sınırlarda hareket eder ve kendi dar programlarını bile uygulamakta aciz kalırlar. Kerala deneyimi bir kez daha bu olguya tanıklık ediyor. Sol saflardaki beklentiler karşısında, Avrupa’dan Syriza, Podemos örneklerinin yanına Kerala’yı da koyup, tarihsel olarak aşılan bu çizginin övgüsünün temelsizliğine dikkat çekmek gerekiyor.