Koç sermayesi dört rafineride toplam 88 işçiyi işten atmak üzere Petrol-İş Sendikası'nın rafinerilere bağlı şubelerine liste vererek başlattığı saldırı hayata geçirildi. Yapılan pazarlıklar ve Aliağa şubenin yaptığı eylemler sonrasında her ne kadar atılan işçi sayısı 28'e düşürülmüş olsa da Koç sermayesi esası yönünden amacına ulaşmış oldu. Zira saldırının ana amacı tek tek işçi çıkarmaktan çok sendikayı ve onun şahsında Petrol-İş üyesi işçileri dayatmalara boyun eğmeye mecbur etmekti.
Petrokimya İşçileri Birliği olarak, Koç sermayesinin uzun zamandır özelleştirme öncesi süreçten kalan sınırlı hakları da gasp etmek istediğini, bunu yapabilmek için değişik adım ve hamleleri bir plan dahilinde gündeme getirdiğini, parça parça yapılan bu saldırıların ilk hedefinin zaten her geçen gün biraz daha zayıflayan sendikal örgütlenmeyi daha da güçten ve gözden düşürmeyi hedeflediğini söylüyoruz. Ama son TÜPRAŞ süreci bir kez daha gösteriyor ki, yalnız sendikal yönetimler değil işçi arkadaşlarımız da saldırının bu muhtevasını yeterince gözetmiyor. Buna dayalı cepheden bir mücadele hattı örmek için gerekli adımları atmıyor.
Toplu işten atmalara sendikaların sessizliği, hakim bürokratik anlayışının sonucudur!
İçinden geçtiğimiz ekonomik ve siyasi kriz koşullarında krizin faturasını işçi sınıfı ve emekçilere çıkarmak isteyen sermayedarların zaten zayıf olan işçi sınıfının örgütlülük düzeyini iyice dağıtmak bakışıyla hareket ettiğini birçok örnek gösteriyor. TÜPRAŞ’ta tamı tamına hedeflenen de buydu. Ne yazık ki böylesi bir saldırıya karşı Petrol-İş merkezi ve dört rafinerinin bağlı bulunduğu şubelerin tutumu yalnız bu saldırıya değil toplam saldırılara da çanak tutan bir pratiğin örneği oldu. Sendikal anlayışı uzlaşmacılık olan, işçinin gücüne dayanmaktansa hakları pazarlık konusu haline getirmeyi ilke edinen, işçinin üretimden gelen gücüne yabancı sendika merkezinden elbette ki fazlası beklenilemezdi. Bu uzlaşmacı çizgi bir yandan işçilerin söz, karar hakkını “ben yaptım oldu” anlayışı ile kabaca çiğnerken öte yandan kendi iç iktidar mücadelesine işçilerin haklarını meze etmektedir. TÜPRAŞ’ta yaşanılan sürecin özü-özeti budur.
İzmir rafineride "mücadele" süreci
Kafasını kuma gömmüş Petrol-İş merkez yönetimi ve Kırıkkale, Batman, Kocaeli şubelerinin yanında Aliağa şube sınırlı da olsa bir eylemlilik pratiği sergiledi. Başlangıçta sınırları ne olursa olsun bu mücadelenin ve karşı durmanın kendi içinde bir anlamı elbette vardı. Ama “Biri de bini de aynı kimsenin çıkarılmasını izin vermeyeceğiz” gibi anlamlı bir söylem ile başlayan mücadele, eylemin dördüncü gününde ve Aliağa işçisinin mücadele geleneğinde yer alan araçların hiçbirisi doğru-dürüst kullanılmadan sona erdirildi. Tabanın basıncı kadar Aliağa ile diğer şubeler ve merkez yönetim arasındaki bilinen gerilimlerden beslenen eylemlilik sürecinin gene genel merkezden gelen bir telefonla bitirildiğinin açıklanması, bunun dışında eylemdeki işçilere hiçbir bilgi verilmemesi geride kalan eylem sürecini de büyük ölçüde anlamsızlaştırdı. Oysa ki eylemin kamuoyunda ilk anda yarattığı olumlu etki ve şubeye bağlı diğer işletmelerin gösterdiği eylemli dayanışma çok daha güçlü bir mücadelenin örgütlenebileceğini vaat ediyordu. Eylemin en kuvvetli yanı belki de şubenin örgütlü olduğu diğer işletmelerle eylemli dayanışmanın örülmesiydi. Ravago, PETKİM ve Star işçilerinin mücadeleyi sahiplenme düzeyi TÜPRAŞ işçisinin başta gösterdiği kararlılık, hazırlıksızlık, plansızlık, taktik eksiklik girdabında heba edildi. Başta ortaya atılan “kimseyi vermeyeceğiz” bakışının ona dayalı bir eylem hazırlığına dönüştürülmesi, süren sınırlı eylemlerin adım adım daha etkili yöntemlerle güçlendirilmesi yerine sermayedar ve genel merkezle yapılan görüşmelere meze edilmesi anlayışı ve bütün işçilerin aslen bunun farkında olması, eylemin canlılığı ve işçinin sürece katılımını olumsuz anlamda etkiledi. Gene ne yazık ki birçok öncü işçi arkadaş meseleye saldırının nasıl durdurulacağı ekseninde değil de tıpkı sendika yöneticileri gibi sendika içi hesaplar üzerinden bakmaktan kendini kurtaramadı.
Yeni bir mücadele anlayışının örülmesi ve sendikalarımıza hâkim kılınması şarttır
TÜPRAŞ sürecinin yeniden ortaya koyduğu en önemli sonuçlardan birisi hâkim sendikal anlayışın çaresizliğini bir kez daha gözler önüne sermiş olmasıdır. Tabandan kopuk hâkim bürokratik anlayış yalnız şube, genel merkezde değil temsilcilerde hatta öncü işçilerde önemli bir yıkım ve tahrifat yaratmaktadır. Bunun kaynağı var olan uzlaşmacı çizgidir. Bu çizgi artık istese de mücadele edememekte, birbirinin eleştirisi üzerinden alternatifi gibi görünerek gelenler, hızla ötekine benzemektedirler. Bu çizgi sendikalarımızdan sökülüp atılmalı, bunun yerine dişe diş mücadeleyi esas alan, cesur, gözüpek, fiili-meşru bir hattan yürümekten korkmayan, sınıfa karşı sınıf bakışıyla hareket eden, en büyük silahının işçinin üretimden gelen gücüne dayanmaktan geçtiğini anlayan, yeni sendikal anlayış Petrol-İş başta olmak üzere bütün sendikalarımızda hâkim kılınmalıdır. Bunun dışındaki bütün arayış ve çözümler tekrar aynı sonuçlara çıkacak, sermayenin saldırılarına karşı boyun eğme çaresizliğinden başka bir şey yaratmayacaktır… Bu görev bütün petrokimya işçilerinin omuzlarındadır. Birliğimiz, bu çabayı gösteren, bunun için mücadele eden herkesle omuz omuza mücadele etmeye devam edecektir. Unutulmamalıdır, tehlikede olan örgütlülüğümüz, onun şahsında zaten fazlasıyla sınırlı olan haklarımızdır. Tehlikede olan bizim ve çocuklarımızın geleceğidir. Ve tüm bunları savunmak için kendi kollarımızdan başka güveneceğimiz hiçbir yer, mevki ve makam yoktur.
Yeni bir sendikal hareket için ileri!
Yaşasın devrimci sınıf sendikacılığı!
Petrokimya İşçileri Birliği
05 Haziran 2022