Pandemi döneminde ekonomik kriz daha da derinleşti. Her daim olduğu gibi bu ekonomik krizin faturası da işçi ve emekçilerin omuzlarına yıkılmak isteniyor. Sermaye devleti, işçi ve emekçilerin artan sefalet koşullarını göz ardı ederek patronlara teşvikler ve yardım paketleri dağıtırken, patronlar ise pandemi koşullarını fırsata çevirdiler. Küresel salgın döneminde dahi sermayelerini katlayan şirketlerin “başarı” hikayeleri basında geniş ölçüde yer alıyor. Ancak bu “başarının” arkasında yatan hak gaspları, ağırlaşan çalışma koşulları, ölüme terk edilen işçi ve emekçiler her zaman olduğu gibi görülmek istenmiyor. Bu noktada Sinbo işçileri başlattıkları mücadeleleri ile yalanlara kanmadıklarını ve haklarını istediklerini dosta düşmana haykırdılar ve bu haykırışlarını mücadelelerini bir adım öteye taşıyarak açtıkları direniş çadırı ile taçlandırmış bulunuyorlar. Sinbo işçileri üyesi oldukları TOMİS ile direnişlerini sürdürüyorlar. Ücretsiz izin saldırısına ve sendikal haklarının gaspına karşı verdikleri mücadele ile pandemi sürecinde işçi ve emekçilere dayatılan sessizlik orucunu bozdular. Sinbo direnişçileri kararlı duruşları ile direniş ateşini harlarken biz de Sinbo sermayedarı Mehmet Demir'e ve Sinbo'nun da içinde olduğu Depa şirketinin geçmişine ve bugününe kısaca göz atalım.
İşportacılıktan fabrikatörlüğe
Mehmet Demir'in basına verdiği pek çok demeç bulunuyor. Bu demeçlerde Demir'in öne çıkardığı başlıklardan biri ise özgeçmişi. Özgeçmişinde Antalya'dan İstanbul'a genç yaşlarda geldiğini ve Tahtakale'de ve vapurlarda işportacılık yaptığını anlatan Demir, “ticari zekasının” altyapısının bugünlerde atıldığını iddia ediyor. 1979 yılında bir yolunu bulup ABD'ye gittiğini ve oradan da Avusturya'ya geçerek işletme okuduğunu söyleyen Demir, o dönemde Çin'den getirttiği saatleri başka ülkelerde satarak dolar milyoneri olduğunu anlatıyor. Söz konusu hikâyede Demir, halkın bağrından çıkmış ticari zekası ile köşeyi dönen “mucize girişimci” olarak pazarlanıyor. Zira burjuva medyanın bu tarz hikayeleri çok sevdiği biliniyor. İşçi ve emekçilere anlatılan masallarda bugün zengin olan insanların bir şekilde çalıştıkları, çabaladıkları ve elde ettikleri servetleri kendi alınterleri ile kazandıkları anlatılıyor. Eğer bugün fakirsen ve sefalet çekiyorsan bu patronun değil senin suçundur mesajı veriliyor.
Sınıf atlama hikayelerini bir kenara bırakırsak, bugün çocukları yurt dışında okuyan, ABD eski başkanı Trump ve ailesi ile bağı olan, adı yolsuzluklarla anılan dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın sohbetlerde “Sinbo Mehmet” olarak bahsettiği bir zat olarak karşımıza çıkıyor Mehmet Demir. Markalaşma ve Sinbo mallarının ortaya çıkışı ile sermayesini büyüten Demir, fabrikalarındaki çalışma koşullarından ise bahsetmiyor. Ne kadar çok işçisinin olduğunu söylerken bu işçilerin hangi koşullarda ve nasıl çalıştığına dair tek kelime etmiyor. “Başarısının” ardındaki asıl nedeni sessizlikle geçiştiren bu kodamanın zenginleşmesinin bir diğer nedenine değineceğiz.
Demir'in ensesi kalın
1'e aldığını 10'a satarak dolar milyoneri olduğunu iddia eden Demir'in arkasında sermaye devleti bulunuyor. Keza Mehmet Demir devlet teşviklerinden bol bol yararlananlardan biri.
Sinbo'nun aldığı en önemli teşviklerden biri hiç şüphesiz Turquality programı. Bu program kapsamındaki firmaların patent, faydalı model, endüstriyel tasarım ve marka tesciline ilişkin harcamaları, çevre ve kalite belgesi alımına ilişkin giderleri, tanıtım, reklam ve pazarlama faaliyetleri, yurtdışı birimlerine ilişkin kira ve temel kurulum giderleri, bilişim ve bilgi yönetimi alanına yönelik harcamalarının % 50'si, yani yarısı 5 yıl süreyle destekleniyor. İlk 5 yılın sonunda ilave 5 yıl daha destek verilebiliyor. 2006 yılında başlayan bu programa Sinbo, Zafer Çağlayan'ın bakanlık döneminde yani 2012 yılında dahil oluyor. Çağlayan'ın 2023 yılı hedeflerine ulaşmak için bir basamak olarak tanımladığı bu programın salt ekonomik kaygı taşımadığı ise ortada.
Demir, 2014 yılında verdiği bir röportajında bu programın kendilerini alım-satım işinden çıkararak üretici yaptığını anlatırken, 2016 verileri Turquality programı ile Sinbo'nun ihracat yaptığı ülke sayısının %13, ihracatının ise %20 oranında arttığını gösteriyor. Özellikle yurt dışı kurumlarının kirasına kadar pek çok kaleminin devlet eliyle karşılandığı bu program ile Demir'in yurtdışı operasyonlarına hız vermesi şaşırtıcı olmuyor.
Başka bir röportajında ise “Şu an sektörde en çok ciro yapan firmalar arasında ikinci konumdayız. Biz devletin yazarkasasıyız” diyerek kendi konumunu ortaya koyarken, palazlanmasının gerisindeki devlet desteğini de ifade etmiş oluyor. “Devletimizin desteğini görmek bizi motive ediyor” diyen Demir, Düzce'deki fabrikasını “okul” haline getirmekten bahsediyor. Sömürüyü okul görüntüsü ile gizlemeye çalışan Demir, staj sömürüsünün getirisinden de uzak kalmayacağını belirtmiş oluyor böylece.
Elbette Demir'in AKP'li bakanlarla yakınlığı ve Turquality programı ile büyüme macerası basına yansıyan buz dağının görünen kısımları. AKP döneminde büyüyen bu sermayedarın kapalı kapılar arkasında elde ettikleri ise bilinmiyor.
Sinbo'nun üretim kapasitesi artıyor, ya işçi hakları?
Kamuoyu ile paylaşılan bilgilere göre Sinbo toplamda günde 40.000 adete varan üretim kapasitesine sahip.
Çin'e bile ihracat yapmak ile övünen Sinbo'da işçilerin yaşadığı hak gaspları ve artan sömürü ise gün gibi ortada. Sinbo elde ettiği servetin büyük bölümünü işçilerin ücretlerini yarım yamalak ödemesine, sendika hakkını tanımayarak sendikalı işçileri işten atmasına, baskı ve mobbing ile kurduğu diktatörlük altında işçileri ağır çalışma koşullarına mahkûm etmesine ve devletin sağladığı her türlü olanağı sonuna kadar kullanmasına borçlu. Pandemiyi fırsata çevirerek kısa çalışma ödeneğinin nimetlerinden yararlanan Mehmet Demir, kendince bir taşla iki kuş vurarak ücretsiz izin uygulamasını sendikal çalışmaya karşı saldırının bir aracı olarak kullanıyor. Sinbo patronu Demir, mensubu olduğu sınıfın davranış kalıplarını hayata geçirerek işçi ve emekçilere saldırıyor ve sermayesini işçi ve emekçilerin alınteri ve emeği üzerinden büyütmeye devam ediyor.
Z. Kaya