Bu ülkede birçok işçi devletin hayatımızdaki en kutsal şeylerden biri olduğunu inanır. Onlara göre devlet her ailenin ve bireyin temel güvencesidir. O olmazsa kargaşa olur, anarşi olur, herkes diğerinin hakkını yer. Hukuk olmaz, adalet olmaz, dahası biz ezilen ve sömürülenler büsbütün sahipsiz kalırız. Bütün bunları engelleyen başımızdaki otorite olarak devlettir. O yüzden ne olursa olsun devlete sahip çıkmak, onunla ters düşmemek, onun koyduğu yasa ve kurallara tamı tamına uymak gerekir diye düşünülür. Bu kadar ağır yükleri üstlenmiş devletin sert olması, bazen de işin ucunu kaçırıp aşırıya kaçması da normal kabul edilir.
Oysa, şu veya bu şekilde hak arama mücadelesine yürüten, direniş yapan, greve çıkan her işçi önce karşısında devleti görür. Kendisinden hak-adalet beklenen devlet, konu kapitalist sınıfın çıkarları olduğunda, o bağımsız ve herkese eşit mesafeli görüntüsünü bir anda üzerinden atıverir. Valisi, polisi, copu, kanunu ile dikilir hak arayan işçinin karşısına.
Yalnız işçinin mi? Daha iyi bir eğitim talep eden öğrencinin, eşitlik isteyen kadının, toprağını korumak isteyen köylünün karşısına da hep yasalar ve devlet gücüyle çıkılır bu sistemde.
Şanlıurfa’da kurulu Özak Tekstil fabrikasında bir işçinin Birtek-Sen’e üye olduğu için işten atılması üzerine başlayan direniş 20. gününü doldurmuştu, gazetemiz yayına hazırlanırken. İşçiler atılan arkadaşlarının geri alınmasını ve anayasal hak olan sendika değiştirme hakkına saygı duyulmasını istiyorlar. Ancak işçiler, bu haklı ve aynı zamanda anayasal olan istemlerin karşısında yalnızca Özak kapitalistlerini değil, neredeyse Şanlıurfa’daki bütün bir devlet güçlerini buldular.
Bu 20 gün boyunca defalarca tehdit edildiler. Gözaltına alındılar. Yerlerde sürüklenip coplandılar. Biber gazına maruz bırakıldılar. Bin bir türlü iftira atıldı üstlerine. Urfa Valiliği sırf işçilerin eylemine son vermek için şehirdeki tüm eylemleri yasakladı. Bu da yetmedi, devletin müftüsü namaz kıldıkları camiden çıkartmaya çalıştı onları. Bunun bir benzeri yakın zamanda Şireci Tekstil direnişi sırasında yaşanmıştı. Büyükşehir belediye başkanından milletvekillerine, validen emniyet müdürüne, tümü de Şireci işçilerinin direnişini bitirmek için seferber olmuştu.
Özak Tekstil işçilerinin tüm bu baskılara rağmen süren direnişi her şeyden önce sınıf mücadelesi açısından çok önemli bir gerçeği hayatın içinde bize yeniden gösteriyor. Her türlü uyuşmazlık ve uzlaşmazlığın çözüm yeri ve aracı olarak topluma pazarlanan devlet, aslında kapitalist sınıfın işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskı aracından başka bir şey değildir. Devlet bugünkü yapısıyla baskı ve sömürü düzeninin bekçisi, sermayenin en basit çıkarlarının dahi yılmaz bir savunucusudur.
Bu yüzden küçüğünden büyüğüne her türlü işçi mücadelesi, daha baştan kendi yolunu kendi haklılığı içinde çizmeli, yasaların ve devletin ona koyduğu sınırları aşmadan başarıya ulaşma şansının bulunmadığını bilmelidir.
Özak Tekstil direnişi sadece işçilerin birlik olduğunda talepleri için neleri göze alabileceğini göstermedi. Aynı zamanda işçilerin eylemi karşısında sermaye ve devlet gücünün nasıl ortak bir sınıf cephesi oluşturduğunu da bir kez daha gözler önüne serdi. Bu cepheye karşı işçi sınıfı ve emekçilerin kendi cephesini oluşturmasının yolu elbette mevzi mevzi direnip kazanmasından, ama daha önemlisi ortaya çıkan her mücadele dinamiğinin bir çatı altında birleştirilmesinden geçiyor. Kazanmanın yolu yalnızca kararlıktan değil, işçi sınıfı ve emekçilerin kendi mücadele cephelerini inşa etme başarısını gösterebilmelerinden de geçiyor.
(Emeğin Kurtuluşu 16-31 Aralık 2023 tarihli 23. sayısından alınmıştır…)