15-16 Haziran Direnişi’nin öncü işçilerinden, o dönem Çelik Halat fabrikasında çalışan ve bugün hala Kocaeli’de yaşayan İlyas Bayrak ile 1970’lerin mücadele süreci, 15-16 Haziran ve bugünün siyasal tablosu üzerine sohbet ettik.
İlyas Bayrak, 15-16 Haziran’ın başlangıcıyla ilgili şu bilgileri paylaştı:
“Yetersiz olan işçilerin grev hakkını tamamen ortadan kaldıracak, 274 sayılı yasayı ortadan kaldıracak bir çalışma içerisine giriliyor. Bunun içerisinde CHP de var. Demirel hükümetiyle beraber CHP de, Ecevitler de var. O dönem milletvekili olan, lastik işçisi ve TİP’in kurucularından, Rıza Kuas tepki gösteriyor. Kemal Türkler’i arıyor, gelişmeleri anlatıyor, otelde yasanın hazırlandığından bahsediyor. Diyor ki mutlak direniş gösterilmesi lazım. Eylem konulması lazım. Kemal Türkler hemen merkez yönetim kurulunu topluyor, diyor ki işyeri temsilcilerini arayın, toplanacağız, hangi eylemi koyacaksak birlikte karar verelim. Çelik Halat’tan üç arkadaş, Rabak’tan 4 arkadaş gidiyorlar. Rabak’tan Saffet Kaya isimli arkadaşımız Anayasa Direniş Komitesi’ne seçiliyor.
Biz gece 12’de aldık haberi, evlerdeyken aradılar anlattılar. O gece Türk Demir Döküm eylemi koyuyor, 00:00-08:00 vardiyası eylemi başlatıyor, çalışmıyor.”
İstanbul’da Lastik-İş Sendikası’nda yapılan toplantıdan bahseden Bayrak, Lastik İş’in o dönemki yönetiminin hem süreçteki hem de işyerlerindeki tutumuna da değindi:
“Kemal Türkler son derece zeki, şüpheli ve tedbirli bir insandı. Hemen toplantı tutanaklarını, kasetleri, orada kaleme alınanları yok etmek için, tedbir alınması için uğraşıyor. Kimisini Lastik-İş’in soba borularına saklıyorlar. Ama Lastik-İş Sendikası’nın o günkü başkanı polise teslim ediyor. Tüm katılanları, konuşmaların hepsini... Kenan Akman, bir dönem CHP milletvekilliği yaptı, Kocaeli CHP il başkanlığı da yaptı. Gördük ki bunlar MİT ile, emniyet ile iç içe çalışanlar.
Onların olduğu işyerlerinde hiçbir çalışan sendikaya karşı tavrını koyamaz. Koyduğu anda işten atılır. Eğer işverene karşı tavrını koyarsa yine işten atılır. Lastik İş’te o dönemde işverenin tavsiye ettiği kişiler temsilci olabilirdi. O kadar çirkin.”
Gece haber geldikten sonra Çelik Halat işçileri olarak Rabak işçileri ile konuştuklarını ifade eden Bayrak, 15 Haziran günü İzmit’te yaşananları da şu şekilde aktardı:
“Zaten direniş komitesinde Rabak’tan arkadaşımız var. Birinci gün, yan yana iki fabrika, Rabak ve Çelik Halat, biz buradan arkadaşlarla yürüyüşe başladık. Toplumun nefretini almamak için yolun tek şeridini kapatarak yürüdük.
Jandarma geldi, araziye çıkmamızı istedi. Yol boyu buğday tarlaları... Amaç bizi tarlaya sürmek ve halkın tepkisini bizim üzerimize çekmek. Dedik ki, hayır! Biz kimsenin malına zarar vermeye çıkmadık. İşçinin aleyhinde kimsenin eline bir fırsat geçmesine izin vermeyecek şekilde eylemi planladık. İşyerlerimizde elektrikçi, bakımcı ve gözlemciler bıraktık.
Rabak’ta baştemsilciyi gözlemci olarak bırakma kararı aldık. Kalmak istemedi. Ama dedik kalacaksın, iki fabrikaya da sen bakacaksın. Kaldı fabrikaların orada... Biz daha Kandıra Sapağı’nın oraya varmadan onu emniyet alıyor. Dedik ki, biz valiliğe de el koyarız arkadaşımız gelecek. Getirdiler.
Kandıra Sapağı’nın oraya geldiğimizde Bastaş-Philips’ten arkadaşlarla beraber tahmini 500-600 kişiydik. Kandıra sapağında askerlerin barikatıyla karşılaştık. Askerler kol kola geliyor, süngü takılı tüfekler ellerinde. Hava çok sıcak o gün. Diyoruz ki askerlere, çekilin de geçelim, siz terhis olduktan sonra aynı yasanın zulmünü taşıyacaksınız. O sırada komutanlardan biri, o... çocuğu komünistler diyerek miğferini bir arkadaşımızın başına vuruyor. O arkadaşımız, bir kafa koyuyor komutana, yere düşüyor komutan. O sırada askerin barikatını da aşarak ilerledik. Komutan ateş emri verdi ama askerler dinlemedi. Vali, emniyet müdürü de etraftaki meyve bahçelerinin olduğu arazilere kaçtılar.
Yürüyüş kolumuz merkeze doğru ilerlerken Gazal’dan (Aygaz fabrikası), Türk Kablo’dan ve diğer atölye tipi işyerlerinden katılımlar gerçekleşti. Çocuk Parkı’nda toplanıldı, konuşmalar oldu, ertesi gün işyerlerinden hareket etme kararıyla oradan ayrıldık.
O dönemin TİP Kocaeli İl Başkanı Şinasi Yeldan eylemin sağlıklı yürümesi için polis veya jandarma operasyonlarına karşı evlerimizde kalmama uyarısı yaptı. O gece bir sürü eve baskın gerçekleşti. Jandarmalar adresimin olduğu ailemin evine baskına gidiyorlar. Beni soruyorlar. Bizimkiler ölüp ölmediğimi soruyorlar, ölmediğimi söylüyorlar. Ölen var mı diye soruyorlar, ölen de olmadığını öğreniyorlar. O zaman ne diye geldiniz diyor. Ben Rabak’tan ve Çelik Halat’tan birkaç arkadaşım ile başka bir yerde kaldım o akşam.”
Direnişin ilk gününde Lastik-İş’ten işçilerin olmadığını ve yaptıkları değerlendirmede ikinci gün mutlaka Lastik-İş’in olduğu fabrikaları da direnişe çıkarma kararı aldıklarını belirten Bayrak, bunun üzerine Lastik-İş yöneticileri ile münakaşa yaşadıklarını, ama buna aldırmadan Pirelli’ye girerek işçilerle görüştüklerini söyledi.
16 Haziran günü, Pirelli fabrikasına girerken jandarma engeli ile karşılaşmalarını anlatan Bayrak, ikinci gün daha kalabalık bir eylem gerçekleştirdiklerini vurguladı:
“Rabak ve Çelik Halat işçileri olarak karar almıştık, Pirelli fabrikasına girerek içerdekileri harekete geçirecektik. Yürüyüş ile oraya geldiğimizde jandarma önümüzü kesti, dedik gireceğiz içeriye. Bana tek benim girmemi söylediler önce, kabul etmedik. Sonra jandarma fabrika müdürü ile görüştü, 10 kişilik bir komite ile girdik içeriye.
Öyle kötü şartlarda çalışılıyordu ki, Eşme’den tanıdığım 20’ye yakın arkadaşım vardı, bana seslendiler hiçbirini tanıyamadım. O is kavramış yüzlerini... Çağrı yaptık herkes ellerindeki işleri tamamlayarak dışarı çıksın ve eyleme katılsın diye. 274 ve 275 sayılı yasalardaki değişiklikleri anlattık hızlıca. Hemen duş alıp çıkıp geldi arkadaşlar.
Ayrıca ikinci gün Türk Kablo’dan Sırrı Öztürk diye bir arkadaşın önerisi üzerine valilik işgali tartışıldı. Önce koşarak yanıma geldi dedi ki, hazır gelmişken valiliği işgal edelim, o zaman her istediğimiz olur. O sırada eski valiliğin yakınlarından geçiyorduk. O sırada Rabak’tan Saffet müdahele etti. Saffet, askeri helikopter yukarda dolanıyor valla üzerimize bomba yağdırır, sen hepimizi mi öldürteceksin, dedi. Çocuk Parkı’na devam ettik.”
16 Haziran gününün içerik bakımından da daha güzel olduğunu ifade eden Bayrak, konuşmalar gerçekleşirken İstanbul Kadıköy’de polisin provokatörlüğünde bir saldırı sonucunda katledilen işçilerin haberini aldıklarını söyledi. 17 Haziran günü çalışılmayacağının, işyerlerinde makina başlarında oturulacağının duyurusunun yapıldığını söyleyen Bayrak, 17 Haziran gününü şöyle aktardı:
“İkinci günün gecesinde de birçok arkadaşımızı evlerden toplamışlardı. Ben sabah erkenden Çelik Halat’a gittim, çalışılmayacağının duyurusunu yaptım. Oradan Rabak’a geçtim, yine arkadaşlara makina başlarında durulacağını ve çalışılmayacağını anlattım. Rabak’tan bir şoför arkadaşla kamyonu aldım, bütün fabrikaları dolaştım. O sırada yine ailemin evine, fabrikaya beni sormaya gitmişler sürekli.
18’inde işyerine gittim, yine kimse çalışmayacak dedim. Fabrika müdürü ile tartıştık. Bana dedi ki, İlyas jandarma her gün burada, üç kişinin bir araya gelmesi yasak, sen ne yapıyorsun. Ona karışmamasını, fabrikayı ilgilendiren bir durum olmadığını söyledim. Sonra genel müdürün sekreteri bir kadın vardı, iyi biriydi, o görüşme için yanıma geldi. İstihbaratın, polisin, jandarmanın peşimde olduğunu, teslim olmamı, aleyhimde ifadeler verildiğini, kendisinin müdahale ettiğini söyledi. Sonrasında gittim jandarmaya. Aldılar beni askeri cezaevine. O zaman askeri cezaevi şimdiki askerlik şubesinin olduğu yerdi.
Selimiye Cezaevi’nde bir ay kadar kaldım, çok kalmadım ben. Selimiye’de üniversite öğrencileri, özellikle İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden öğrenciler çoktu. Çok güzel öğrenciler. Bir onlarda dayanışma var. Öğrenciler bana aşırı saygı gösteriyordu. Saffet vardı, Neşat abimiz vardı. Dedik ki burada yemek, temizlik, bulaşık komün şeklinde olacak, sıralı.
Aramızda MDD’ci arkadaşlar vardı. Onlar içeride hemen öğrencilere yamanmaya çalıştılar. Onlarda güç var, kalabalık. Bir de bu arkadaşlar 15-16 Haziran sürecinin ardından daha sıklıkla bize 1. Ordu ayaklanıyor, 2. Ordu ayaklanıyor demeye başladılar. Ordu ayaklanıyormuş, işçilerle birlikte iktidara, devrime gideceklermiş. Ben Askeri Cezaevi’nde günlerce yüz yüze gelmişim, hiç öyle hayal ettikleri gibi değildi.”
Selimiye’deki ortamın olumlu yanlarından bahseden Bayrak, diğer yandan da korkulardan veya sınıfın ortak çıkarlarının iyi kavranmamasından dolayı cezaevi sürecinde ve ifadelerin verilişinde yeterli dayanışmanın oluşmadığını belirtti. Fabrikada birbiri ile yakın arkadaş olanların bile birbirlerine tanıklık yapmayı kabul etmediklerini, işçilerin zorla karşılaştıklarında güven ortamının yitirildiğini gördüğünü vurguladı.
15-16 Haziran’ın deneyimi ile bugünkü işçi mücadelelerine ve direnişlerine dair gözlemlerini aktaran Bayrak şunları ifade etti:
“Bugün işçi sınıfı daha kötü durumda, kimsenin güveni, umudu yok. Kimse kimseye güvenmiyor. Yakın zamanda oturduğum yerin yakınında bir fabrikada direniş oldu, ziyarete gittim, bütün işçiler ürkmüş. Çok değil, bundan iki üç sene evvel, Rabak’tan, şimdi ismi değişti, işçi çıkardılar, yine bir direniş vardı. Gittim. Herkes ürkmüş kaçıyor. Güvensizlik ortamı aşırı yerleşmiş. Yola çıkılacak kimse kalmadı.
Cumhurbaşkanlığı referandumu öncesinde eylem yapmak istedim. Tek adam diktatörlüğüne karşı basın açıklaması yapmak istedim. Sendikalara, sol parti ve kurumlara gittim. OHAL bahane edilerek birkaç gazeteci ve birkaç genç dışında kimsenin gelmediğini gördüm ve tek başıma eylem gerçekleştirdim. Eylemde okuduğum bildiriyi eskiden üyesi olduğum sendikadan basmasını istedim, korktu basmadı. Ben de kendi imkanlarım ile 3 bin tane basıp yaşadığım yer ve civarındaki mahallelerde dağıttım.
Bizlerin mücadelesi eski dönemde sadece kendi fabrikamızdan ibaret değildi. Nerede bir eylem olsa giderdik. Ben bir tek Demir Döküm direnişinde bulunamadım, orada da arkadaşlar kapıları kaynatmışlardı, ondan giremedik içeriye. Yeri gelirdi, bir direnişteki işçileri dinlenmeleri için eve gönderirdik, biz kalırdık. Gece kalırdık biz, onlar sabah erkenden gelirdi, biz o direnişten fabrikaya çalışmaya giderdik.
Yanı başımızda Rabak direnişi olurdu, oranın işçileriyle dayanışma içinde olurduk, diğer bölgedeki direnişlerle dayanışma ağı örerdik. Örneğin bir seferinde Rabak direnişteydi. Biz sürekli onlarla birlikteydik. Karar aldık, öğlen yemeklerini bizim fabrikada yiyecekler. Soktuk Rabakçıları, yemeklerini yemeye başladılar bizim orada. Tabi bu bizim patronu da rahatsız etmeye başladı. Bu dayanışma sonucunda Rabak işçileri hızlıca kazandılar.
Bir de şunu ifade etmek istiyorum. Ben o dönem Türkiye İşçi Partisi (TİP) içerisinde aktif rol aldım. Türkiye’de sol partiler ve sendikaların çürümesine yol açan en büyük etken tabandan tavana yanlış bilgilerin aktarımıydı. Başından sonuna yalanlarla dolu olabiliyordu. Hem sendikada hem siyasi partilerde. Bizzat bulunduğum bölge açısından yaşadım. Yükselmek isteyen kişiler, olduğundan farklı yansıtıyordu yereli. Bu yanlışlar en çok da mücadeleye, sendikanın veya siyasi partinin kendisine zarar veriyor.
Bugün sınıf alanında sendikaların ve sendikalaşmanın durumu kötü bir hal almış. Sendikalarda bir koltuk kapma yarışı var. Bugün bu, DİSK’te bile alışılagelmiş bir durum. Sendikaların bu tutumu, bugünkü durumu işçiler arasında bir güvensizliğe yol açıyor.”
Kızıl Bayrak / Kocaeli