Padişahım çok yaşa!

Bilinmeyen tarihlerde egemenlere karşı başkaldıran dokumacı çırağının modern çağdaki temsilcileri insan kalmaya ve egemenlerin saltanatına son vermek için amansızca mücadele etmeye devam ediyorlar.

  • Mücadele postası
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 05 Nisan 2020
  • 17:22
ikon

Bilinmeyen bir çağda bilinmeyen bir ülkenin padişahı varmış. Padişahın etrafı her türlü ayrıcalığa sahip bir kesimle çevriliymiş. Kendinin ve zümresinin çıkarı için ülkeyi baskı ve zorbalıkla yönetirmiş. Halkın nezdinde adil görünmek için ülkenin yönetiminde kendisine “danışmanlık” yapan geniş bir kurulu varmış. Bu kurul kâhinler, lokmanlar, savaşçılardan oluşuyormuş. (O zamanlarda matematik, biyoloji, astronomi… gibi konulara hakim herkese kahin deniyormuş.) Padişah kurul toplantısından önce kendi düşüncelerini açıklar ve kurulun toplantı yapmasını istermiş. Kuruldakiler önlerindeki konuları saatlerce tartışır, değerlendirirmiş. Önerilerini oluşturmaya gelince kendi değerlendirmeleriyle çelişse dahi padişah en başta ne dediyse o sonuca oy birliği ile varırlarmış. Bilimmiş, ilimmiş, akla uygunlukmuş, yoksul halkın çıkarıymış… haşa! Bunlar kurulumuzun çıkardığı sonuçlardan uzak dursun. Padişah emretsin kurul yapılması gerekenler budur diye halka açıklasın…

Günlerden bir gün kuruldan bir kâhin bu duruma itiraz etmiş. Bu kâhin halkın sevdiği, saydığı, değer verdiği biri olduğu için kurula alınmış. Halkın içinde yaşar, sorunlarını görür, çözüm bulmak, yol göstermek için elinden geleni yaparmış. Halk arasında, dayanışma, yardımlaşma duygularını güçlendirirmiş. Doğa hareketlerini takip eder halkının daha verimli mahsul dönemi geçirmesini sağlarmış. Devlete haraç olarak geleneklerin öngördüğünden fazlasının verilmemesi gerektiğini anlatır, bunun için birlikte davranılması gerektiğini salık verirmiş. Kâhinin halk üzerindeki etkisini gören padişah, kellesini alırsa halkını zapt edemeyeceğini bildiği için bu kâhini kuruluna girmeye davet etmiş.

Kâhin kurula girmek için şart ortaya koymuş. Demiş ki; “ben kurula girerim girmesine amma, bu kurul halka hizmet etmek için çalışmalı, benim halkla kurduğum bağa karışmamalı.”

 Padişah kurnaz, her türlü inliği-cinliği bilir.

Padişah; “Zaten bizim kurulumuz, müzakeresinde hangi sonuca varırsa biz de ona göre davranırız. Bundan sonrada ona göre davranacağımız malumunuzdur” der. “Sizin talepleriniz kabulümdür, lakin sizde kurulumuzda çoğunluğun aldığı karara uyarak halka bunu anlatmalısınız. Benim isteğimde budur” der.

Kahin, kurulda çokça kafası çalışan adam olduğunu, halkın içine çıkmadıkları için sorunlarını göremediklerini, onlara bunu gösterirse halk için kararlar alacaklarını düşünerek kurula girmeyi kabul etmiş.

Kâhin halkın arasına dönmüş. Kendisine gelen teklifi ve aldığı kararı anlatmaya başlamış. Artık halkın taleplerini, özlemlerini, refahını gözeten kararların kurulda alınacağına olan inancını anlatmış. Halk bu duruma çok sevinmiş. Lakin atalarının anlattığına göre geçmiş zamanlarda kendilerinden biri yine padişah tarafından kurula çağrılmış. Bu kişi kısa sürede halkla bağlarını koparmış. Padişahın ona verdiği saray yavrusunda yaşamaya başlamış. Hizmetliler, cariyeler, altınlar, emrindeki tahsildar haydutlar, ihtişam kısa zamanda aklını başından almaya başlamış. Bir ticaret yolunun kontrolü ve gelirlerinin üçte biri padişah tarafından bu kişiye verilmiş. Halktan kopan, halkın sorunlarından da kopmuş. Kısa zamanda padişaha çok büyük hizmetler sunmuş. Halkı çok iyi tanıdığı ve halk ona güven duyduğu için padişahın hayata geçirdiği yeni baskılara karşı gelişecek tepkiyi hızlıca bastırmış. Padişah halka zulmünü artırdıkça artırmış, halkın elinde ne var, ne yok hepsini almış.  Kâhini de her seferinde ödüllendirmiş. Ülkenin en saygın, zengin kişilerinden biri yapmış, zümrenin başına geçirmiş.

 Bu hikâye kulaktan kulağa yüzyıllar öteden gelmiş. Bunun içindir ki kâhinin kurula gitmesine, atalarının anlattığı kâhin gibi olur kaygısıyla bakmışlar. Yine de kâhinlerine güvenleri tammış. Biraz kaygı, biraz sevinçle kâhinlerini kurula uğurlamışlar…

İşte bu kâhinmiş itiraz eden.

Gel zaman git zaman kurul toplantıları olmuş. Kâhinin katıldığı toplantılar hep önemsiz konuları görüşmüş o zamana kadar. Padişah, kâhini istediği kıvama getirmek için çok çaba sarf etmiş, bazı önemsiz konularda halktan yana düşünce bile beyan etmiş. Kâhin gerçekten kurulda değişim olduğunu padişahın da kurul kararlarına uygun davrandığını düşünmüş. Halka padişahın ne kadar adil, olduğunu kurul ne derse onu uyguladığını anlatmaya başlamış. Zaman içinde padişahın sunduğu bazı olanaklardan da faydalanmaya başlamış. Zira kendisinin diğer kurul üyelerinden aşağı kalan yanı ne ola ki. Hatta onlardan daha zeki, kıvrak ve atılgan olduğunu da düşünmeye başlamış. Tam bir kibir abidesine dönüşen kâhin zamanla halktan kopmaya başlamış.

Gel zaman, git zaman padişah ve çevresi lükse şatafata para yetiremez olmuşlar. Son girdikleri işgallerde başarısız olmaları da cabası. Yağma yok, ganimet yok, ne yapsak diye düşünürken kendileri için bitmez tükenmez kaynak olan halkın sırtına daha fazla binmeye karar vermişler. Yoksul halk açlıktan, salgından kırılıyormuş. Bunun üzerine birde halktan alınan haraç artınca herkes gırtlağına kadar borca batmış. Açlıktan ölmeyenin kolu bacağı, canı egemenlerin tahsildarları tarafından alınmış. Her uygulamayı kurul kendi “karara” bağlamış, padişahın onayına sunmuş ve uygulanmış. Kurul halka alınan kararların gerekliliğini anlatmış. En ağır kararların büyük kısmını açıklama, hep halkın kendinden gördüğü kâhine bırakılmış. Açıklamaları yapmak istemese de, kararları doğru görmeyip halka kendi düşüncesini açıklamak istese de padişahla yaptığı anlaşma gereği söylenene uymak zorunda kalmış.

Günler böyle geçmiş gitmiş. Bizim “halkçı” kâhin diğerleri kadar olmasa da zevk ve şatafata dalmış. Yoksul halkın acı ve ıstırabına gözünü yummuş. Halkında kâhine olan güveni tükenmiş. “Bu kâhinde çarka uydu, bize sırtını döndü, dönekler kervanında baş koltuğa oturdu” demeye başlamışlar. Yoksul halkın önemli bir kısmı yaşadıklarını Kader, takdiri ilahi, alnımıza böyle yazılmış, biz padişahımızın gölgesi sayesinde varız, ne yapsa, istese haktır… diyerek kabullenmeye başlamışlar. Küçük bir dokumacı çırağı halkın genel kanısına hep itiraz etmiş.  “Halk güçlüdür, “egemenleri zengin edendir”, “bu yaşananlar yoksul halkın kaderi değildir”, “yoksul halkın kendinden başka kimsesi de yoktur” dermiş. Dokumacı çırağı için deli, divane, denilmiş, çocuk başınla bu işleri ne bilirsin denmiş, kâhinin yetiştirmesi denmiş, hep susturulmuş. Aylar yıllar geçmiş halkın yoksulluğu her geçen zaman biraz daha artmış. Öfkeli halk çıkışsızlık içinde söylenir dururmuş ama yine de her şeye boyun eğmekten geri durmamış. Padişah fermanı her açıklandığında canlarından can gideceğini bile bile “padişahım çok yaşa” diye hep bir ağızdan bağırırlarmış.

Yine günlerden bir gün padişah fermanı okunmuş “yüce” fermanı bu sefer “halkçı“ kâhin okumamak için padişaha çok dil dökmüş. Padişahta peki sen okuma ama okuyacak heyette ol demiş. Ne yapsın bizim kâhin en azından okumayacağı için buruk bir tebessümle kabul etmek zorunda kalmış. Heyet halkı meydana toplamış ve açıklamaya başlamış. “Ey ahali, kurulumuzun önerisi doğrultusunda, haşmetli padişahımızın onayıyla bu buyruk karar altına alınmıştır. Padişahımız ve değerli zümremizin istikbali, devletimizin varlığı için alınan kararları şevkle karşılamanız arzumuzdur. Devletimizin ve devletlilerimizin varlığından daha yüce varlık yoktur. Ancak halk bu varlık sayesinde vardır…” uzadıkça uzayan giriş konuşması sürüp gitmiş. Yoksul halk girişin uzamasının hayra alamet olmadığını geçmişte yaşadıklarından çok iyi biliyormuş. Konuşma uzadıkça, kaygı ve korkuları artmaya başlamış, yüzler düşmüş, soluklar kesilmiş. Konuşmanın sonu dehşet ve korku ile beklenilmiş. Bazen hepimizin canını alsalar da kurtulsak diye düşünürlermiş. Yoksul halk ’tan biri; “keşke canımızı alsalar da bu ıstıraptan kurtulsak, işte o zaman gözüm arkada kalmaz, huzur içinde giderim gayrı ”diye düşüncesini dillendirmiş, çevresindekilerde onay vermiş.

Neyse ki fermanı okuyan hatip lafının sonuna yaklaşmış.

“Ey ahali bilirsiniz ki devletimiz ve devletlilerimiz zordadır. Uzun zamandır cenklerde yeni fetihler nasip olmamış, ganimetler elde edilmemiştir. Bu durumdandır ki devletimizin ve devletlilerimizin kasasına epeydir altın, değerli eşya girmemiş hatta fetih için yapılan masraflarla iyice azalmıştır. Sarayda ve zümremizin konaklarında işler artık zor dönmektedir. Bu da devletimizin, devletimizin varlığının kaynağı olan devletlilerimizin varlığının zora girmesi demektir. Hal böyle iken bu soruna bir çözüm düşünülmüştür. Varlığını devletimize ve devletlilerimize borçlu olanlar bu borcun gereğini yerine getirmelidir. Bu günden tez devletimize ve devletlilerimize karşı borcunuzu ödemekle mükellefsiniz. Haftanın her cuması öğlenden sonra aranızdan 50 kişi seçilerek başka uyruklara altın ve değerli eşya karşılığında sunulacaktır. Devletimizin ve devletlilerimizin kasası yine şenlenecek, güçlü ve itibarlı varlığı sürekliliğini böylece sürdürecektir… Kurulumuzun önerisi ile padişahımızın kararı ahaliye bildirilir…”

Konuşmanın bitimiyle halkın korku ve dehşeti birkaç kat arttı. Gelenek gereği ne yapsınlar, istemeye istemeye “padişahımız çok yaşa” demek zorunda kaldılar. Başka da ağızlarını bıçak açmadı.  Keza padişah kararına karşı en hafifinden bir söz söylemek ölüm demekti. Hem de ne ölüm, bir kılıç saplayıp bıraksalar böyle ölüm için herkes ağzını açardı. Keza sehpaya çıkarılır, önce iyice aşağılanır, onuru kırılır, eşi, dostu, akrabalarının onuru kırılır sonra yavaş yavaş işkenceyle inim inim inletilerek öldürülürdü…

Heyet yeni kararı bildirdikten sonra ayrılmak için sehpadan aşağı inmeye başlamışken kalabalık içinden “Halk güçlüdür, “egemenleri zengin edendir”, “bu yaşananlar yoksul halkın kaderi değildir” Sesinin yükselmesiyle duraksadılar. Heyet ahaliye dönerek “kimdir o zındık, bir an evvel verin yoksa bedeli ağır olur” der. Tam o sırada anlı şanlı devletin askerleri halkın etrafında adeta aşılması zor çember oluşturur. Halkı kılıçtan geçirmek için hazırda beklemeye başlarlar. Tüm tehditlere rağmen halktan bir kişi bile konuşanın kim olduğunu söylemez. Hatta tekrar konuşmaması için zapt etmeye çalışırlar. Devletlilerin sinirlerini zıplatan, korkularını arttıran konuşmayı yapan kişi kendini zapt edenlerin elinden kurtulur, bir yükseltiye çıkar ve seslenmeye başlar. “Ey ahali, halktan güçlüsü yoktur. Egemenler biz demiri dövdüğümüz, kumaşı dokuduğumuz, cevheri topraktan çıkardığımız, toprağı işlediğimiz için zengindir. Biz olmazsak onlar bir hiçtir. Onların askerleri dahi bizdendir. Ama biraz rahatı görünce atasına, akrabasına, arkadaşına kılıç çekecek kadar aşağılık bir varlık haline gelmişlerdir.”

Konuşma devam ederken askerlerde konuşmacıyı susturmak için harekete geçerler. Bu sefer etten duvarı yoksul halk örmüştür. Askerlerin ilerlemesi pek kolay olmaz. Bir yandan sehpadan, diğer yandan askerlerden tehdit sözleri daha fazla yükselmeye başlar. “halkçı” kâhinde konuşmacıya dikkat kesmiş kim olduğunu anlamaya çalışırken bir zamanlar yanında eğitim gören dokumacı çırağı olduğunu fark eder. Acısı ve kederi bir kat daha artan kâhinin eli ayağı titrer, kendi iç hesaplaşmasına oracıkta başlar. Bir yandan ihanetini düşünür, diğer yandan kendini avutmaya başlar. Kâhinin iç hesaplaşması sürerken dokumacı çocuk konuşmasına devam eder. Halk askerleri engellerken sessiz sedasız dinlemeyi de sürdürür.

“ Ey ahali tarihler boyu bizler hep egemenleri sırtımızda taşıdık, katlimize ferman çıkarsalar dahi çok yaşa dedik. Böylece kendimizi esaret altına mahkum ettik. Çok yaşaması gereken egemenler değildir. Onurdur, erdemdir, eşitliktir. Artık padişah için değil bunlar için çok yaşa deme zamanıdır…

Atalarımızın kulaktan kulağa gizlice aktardıkları hikâyelerde egemenin olmadığı zamanların yaşandığı çokça ifade edilir. Neden bizde bu egemenlerden kurtulmayalım? Neden onların canımıza, malımıza, ırzımıza kast etmesine karşı durmayız? Ölüm müdür sizi korkutan söyleyin, eğer ölümse zaten her gün onurumuzu lekeleyerek bizleri acı çektirte çektirte öldürmüyorlar mı? Varsın bir kerede insan gibi yaşamak için başkaldıralım, ölürsek de onurumuzla ölelim!...”

Dokumacı çırağının her sözü kâhine bir kurşun gibi saplanır ve iç sorgusu tam bir vicdan azabına dönmeye başlar. Dokumacı çırağı sözlerini sürdürür.

“Sizlerde bilirsiniz ki yoksul halk egemenin hesabına toprağı, cevheri işlemezse, kılıcı kuşanmazsa egemen hiçbir şeydir. Bizim işlediğimize el koyup bizi hiçe sayanlar, aslında hiçtir. Onları biz yaratmışızdır. Onlar ise, halkın varlığının teminatı olduklarını söylerler. Bunun böyle olmadığını bize hain kâhinimiz anlatmadı mı, göstermedi mi? Bize egemenlerin zulmüne son veremiyorsak, insanlıktan daha fazla çıkmamamız için törelerin öngördüğünden fazlasını vermemeyi öğütlemedi mi?.. Şimdi ne oluyor? Aynı kâhin, dediğini unutmuş, geçmişini unutmuş, o da halkın karşısında, egemenin hizmetindedir. Ama geçmişte dediklerinin doğruluğu ortadadır. Biz her verdiğimizde egemenler daha fazlasını istemiştir. Bizden istenenlere karşı koysaydık bu kadar rahat isteyemeyeceklerdi. Şimdi çıkmışlar onur zerreciklerimizi de istiyorlar. Biz buna razı olmamalıyız, karşı durmalıyız. Şimdi yoksul halkın egemene karşı, egemenlerin olmadığı onurlu bir yaşam için mücadele zamanıdır…”

Tam o sırada askerler halkın oluşturduğu etten duvarı aşarak dokumacı çırağını çıktığı yükseltiden indirirler. Linç ederek sehpaya, doğru ilerlerler. Kurul adına, ahaliye seslenirler. “Bu zındık, devlet düşmanı, padişahımızın, devletlilerimizin egemenliğine söz söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Cezası ıstıraplı ölümdür. Kim ki bu zındıkla aynı düşünür, ona sahip çıkar onun akıbeti de aynısıdır…” ne yaparlarsa yapsınlar halkın tepkisi dinmez. Dokumacı çırağını sahiplenen sözler yükselir. Kurul için iki seçenek kalmıştır. Ya halkı kılıçtan geçirecekler ya da yeni bir yol bulmaları gerekecektir. Kılıçtan geçirmek sorunun daha büyümesine yol açabileceği için başka bir yol arayışına girerler.

Padişah durum karşısında şaşkına döner. Kurula tez bu soruna bir çözüm bulun talimatı verir. Kurul dokumacı çırağının birkaç gün meydanda zincirlenerek bekletilmesi ardından öldürülmesi iyi çözüm olur diye düşünür. Böylece halkada iyi bir ders vermiş oluruz diye fikir birliğine varırlar. Padişahta bu fikre onay verir ve dokumacı çırağı kan revan içinde meydanda zincire vurulur. Padişah askerlere bu duruma halktan karşı çıkanlar olursa bir kısmını kılıçtan geçirme talimatı verir. Padişahın ve kurulun kararına hain kâhin karşı çıkar. Çektiği vicdan azabıyla padişaha, kararın yanlış olduğunu, şimdiye kadar halkın ezildiğini, dokumacı çırağının halkın özlemlerini dillendirdiğini ve bırakılmasını söyler. Padişah buyruğuna karşı gelen kâhin, dokumacı çırağının insanlık dolu olduğunu ve haklılığını halka da dillendirir. Bu da halkın sahiplenmesini artırır. Kurulun ortak iradesini ve padişah buyruğunu çiğneyen kâhinde tutuklanır ve zincire vurulur. Kâhini halkın karşısında zincirlemenin, öldürmenin halkta daha büyük bir öfkeye yol açacağını düşünen kurul padişaha görüşlerini bildirir. “Padişahımız, kurulumuz düşünmüştür ki kâhini meydanda zincire vurmak ve öldürmek halkın öfkesini artırabilir. Bunun yerine zindanda tutmak, yıldırmak ve yıldırdıktan sonra dokumacının katlinin fermanını ona okutmak halkın direncini kıracaktır. Takdir sizindir” derler. Padişah kurulun önerisini doğru bulur, üç gün üç gece kahin zindanda aç, susuz bırakılır, işkence görür. Padişaha ve devletlilere biat’a zorlanılır. Dokumacının suçunu açıklayan konuşma yapması istenir. Kâhin kendini onurlu bir ölüme hazırlarken halka son bir söz söyleme fırsatı yakalamayı da hep düşünür durur. Tam o sırada dokumacı çırağının suçunu halka açıklaması önerisi gelince, biat etmiş gibi davranır ve halka seslenmek için bu fırsatı değerlendirmeye karar verir. Padişahın karşısına çıkarılan kâhin el etek öper, af diler. Kurulun açıklamasını okuması şartıyla af edileceği söylenir.

Bir gün sonra halk meydanda toplanır ve kurul sehpaya çıkar. Kurul adına açıklamayı okuması için kahin öne çıkar, fetvayı, dokumacı çırağının konuştuğu yerde okumanın daha etkili olacağını diğer kurul üyelerine söyler ve ikna eder. Halkın arasından tepki ve protestolarla geçer ve yükseltiye çıkar. Yükseltiye çıkmaktaki amacı konuşmasının askerler tarafından başlamadan kesilmesini engellemektir.

Kâhin konuşmasını başlar. “Ey ahali sizlere kurulun önerisiyle, haşmetli devletlimizin kararlaştırdığı fermanı okumak için görevlendirildim.” Ferman der ki, dokumacı çırağı padişaha, devlete ve devletlilerimize karşı suç işlemiştir. Acı ve ıstırap çekmesinin ardından kellesi vurulacaktır. İtiraz eden herkes de kılıçtan geçirilecektir.” Halk arasında yuhalamalar yükselir, askerler hareketlenir. Kâhin askerlere durmalarını işaret eder ve konuşmasını sürdürür.

“ey ahali ben sizlere asıl olarak bunları söylemek için çıkmadım. Demem o ki bu görüşlerin karşısındayım. Şimdi karşı olmam benim sizlere ihanet ettiğim gerçeğini karartmaz. Ben size hizmet için kurula girmeye karar verdim. Bunu yapacağıma da inandım. Ama gördüm ki egemene hizmet için kurulmuş çarkın içine girerek halk adına bir şey yapılmazmış. O çark en namuslu kişiyi bile içine alıp kendi hizmetçisi haline getiriyor,  geldiği yeri unutturuyor. Kibir, lüks, şatafat, beni gerçeklerden uzaklaştırdı. Sizlere ihanet ettim, padişahı adil göstermek gibi bir gaflete düştüm. Bilin ki onlar ve benimde dahil olduğum kurul sizleri daha fazla nasıl ezeriz, sömürürüz hesapları yapmaktan başka hiçbir işleve sahip değil. Yoksul halkın tüm zenginliğine el koyan, onuruna, saldıran, kanını akıtan zümre var olduğu müddetçe de hiçbir kurul yoksul halkın çıkarını gözetemez…

Ey ahali dokumacı çırağı başından sonuna kadar haklıdır. Bana da özümü hatırlatmıştır. O benim öğrencimdi, ama artık ben onun çırağı dahi olamam, onurun bilgeliğin, zulme başkaldırının temsilcisi olmuş, günlerdir gördüğü işkencede aman dahi dememiştir. Çünkü o doğru olanı dillendirmiş, bu uğurda ölmekten korkmamıştır. Dokumacı üstadın dediği gibi –hiçbir zaman sizi yok sayan, ezen, sömürenler için çok yaşa demeyin, onların sizin katiliniz olduğunu unutmayın... Halk güçlüdür, egemenleri zengin edendir, bu yaşananlar yoksul halkın kaderi değildir, yoksul halkın kendinden başka kimsesi de yoktur. Yoksul halk bu sömürü ve zulme son verecek güçtedir. Yeter ki bu gücünün farkına varsın ve harekete geçsin-. İşte hakikat budur ve dokumacı üstadın dediğini tekrarlayarak, sizi hakikate ulaşmak için egemene karşı cenge davet ediyorum...

Kâhin konuşmasının sonuna yaklaştıkça kurulun diğer üyelerinin tedirginliği artar ve askerlere halka karşı kılıç kullanma çağrısı yaparlar. Hazırlıksız halk zulme isyan eder ve dokumacı çırağını kurtarmak için elinden geleni yapar. Ahaliden çok sayıda kişi kılıçtan geçirilir.  Buna rağmen ne dokumacı çırağını, nede kâhini kurtaramazlar. Her ikisinin de kellesi vurulur. Son sözleri ise “bir gün mutlaka egemenlerin saltanatı son bulacak, emek, onur, insanlık kazanacak” olur…

İşte o günlerden bugünlere emek onur ve insanlık mücadelesi dünyanın dört bir yanına yayılmış, yer yer egemenlerin saltanatına son verilmiştir. Şimdi egemenlerin zulmüne son vermenin imkânları her zamankinden daha fazladır. Bilinmeyen tarihlerde egemenlere karşı başkaldıran dokumacı çırağının modern çağdaki temsilcileri insan kalmaya ve egemenlerin saltanatına son vermek için amansızca mücadele etmeye devam ediyorlar.

Sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için…

E. Duman