Dincilik de ırkçılık da kadına düşmanlık da sınıfsal bir tutumdur. Sermayenin siyasal alandaki dinci, ırkçı, cinsiyetçi temsilcileri bu “karanlık/vahşi üçgen”in içinde dolanıp dururlar. Bunlar iç içe geçen, her biri öbürüne açılan, nüans sınırlarında farklar olsa da ortaklaştıkları alanlardır. Saray rejimini ayakta tutmak için çabalayan AKP ile onun etrafında toplanan güçlere bakıldığında bu durum daha net görülecektir.
Vurgulamak gerekiyor ki, bu “vahşi üçgen”in harcı esas olarak işçi sınıfı ile sosyalizme düşmanlıkla karılmıştır. Sermaye sınıfının bir siyasal tutumu olarak ortaya çıkan her olgunun arka planında işçi sınıfını daha çok sömürme ve bu sınıfın dünya görüşü olan sosyalizme yönelmesini, yakınlaşmasını engelleme çabası vardır. Sermayenin dinci, ırkçı, cinsiyetçi temsilcilerinin ilerici ve devrimci güçlere/değerlere saldırmaları, basit demokratik hakların kullanılmasını bile şiddetle engellemeleri ve grevleri yasaklamaları tabloyu tamamlıyor.
***
Sermayenin kokuşmuş Saray rejimini ayakta tutmak için bir araya gelenlerin “seçim propagandası” kapsamında yaptıkları açıklamalar her alanda daha da gericileştiklerine işaret ediyor. Tekrarlanan iğrenç ırkçı açıklamaları bir yana, kadınlarla ilgili farklı kişiler tarafından ifade edilenler, bu Orta çağ artığı ilkel zihniyetin ne tür ucubeler tarafından temsil edildiğini gözler önüne seriyor.
Çöküş korkusuna kapılan AKP şefi Recep Tayyip Erdoğan ile müritleri, gericiliğin en ilkel en vahşi temsilcilerini etraflarında topladılar. Faşist partinin yanı sıra dinci-ırkçı Büyük Birlik Partisi (BBP), “ilkel şeriatçı” Hüda-Par, “modern şeriatçı” Yeniden Rehaf, tarikatlar, cemaatler, vakıflar vb…
Sola/sosyalistlere saldırıları MHP ile BBP gerçekleştirirken, diğerleri “şeriat isterüz” diye bağırıyor, tehditler savuruyor, özel bir şekilde kadınları hedef alan açıklamalar yapıyorlar. Bunları Saray’ın şemsiyesi altında toplayan AKP zihniyetinin onlarla ideolojik, politik bir sorunu bulunmuyor. Ancak iktidarda olduğu için onlar kadar pervasız açıklamalar yapamıyor. Göründüğü kadarıyla onlarla seçim pazarlığı sırasında buna göre vazife verilmiş. İstedikleri gibi konuşabilmeleri için ‘yetkilendirilmiş’. Zira yapılanları, perde arkasında kotarılan ittifak pazarlıklarından bağımsız düşünmek mümkün değil.
İlkel şeriatçı Hüda-Par’ın zihniyeti geçmişteki vahşi icraatlarından biliniyor. Kullandıkları evlerin altını mezarlığa dönüştüren Hizbullah’a dayanan bir geçmişten geliyor. Yeniden Refah Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın ise Saray rejiminden ilk talebi, “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair” 6284 sayılı kanunun kaldırılmasıdır. Bu, Hüda-Par’ın şefi Zekeriya Yapıcıoğlu’nun da temel taleplerin biridir.
Recep Tayyip Erdoğan’la yapılan pazarlıklarda 6284 sayılı kanunun kaldırılması talebinin tartışılması, bazı AKP’li kadınları da rahatsız etmişti. Ancak bu cılız tepki işe yaramadığı gibi, itiraz eden kadınlar hem tehdit edildi hem hakarete uğradılar. Saray rejiminin ‘profesör’ unvanı verdiği Ebubekir Sofuoğlu adlı kişi, Twitter hesabında kanunun kaldırılmasına karşı çıkan üç AKP’li kadının fotoğrafının yanına “cehennem soğuyana kadar orada yanacaklar” mesajını paylaştı. Gelen tepkiler üzerine bu kişi hakkında üniversite yönetimi soruşturma açmak zorunda kaldı. Bu soruşturmanın bir kıymeti yok, zira adama görevini yerine getirdi.
Bu tartışma bağlamında Saray rejiminin Cüppeli Ahmet Hoca gibi başka dalkavukları da ‘topa girerek’ profesör kılıklı kişiye destek verdiler. Bu konuda Saray’ın aparatı Diyanet İşleri Başkanlığı ise, her zaman ‘görev’ başındadır.
Belirtmek gerekiyor ki ne etrafa parmak sallayan AKP şefi ne müritleri, ‘profesör’ yaptıkları kişinin pervasızlığına kayda değer bir tepki gösterdiler. Zira pazarlık masasında kanunun kaldırılacağı sözünü veren kendileridir. AKP’liler bu konuda çok konuşmak istemiyorlar, ancak Yeniden Refah’la Hüda-Par’ın şefleri bununla iftihar ediyorlar.
Bu arada Saray’ın şemsiyesi atlında toplanan bu Orta çağ artığı zihniyetin temsilcileri kadınların çalışmasına da karşı çıkıyorlar. “Kadınlar evlerinde otursun devlet onlara maaş versin” diyorlar. Bu zihniyete göre kadınlar ortalıkta görünmemeli, kızlar da çocuk yaştayken evlendirilmelidir. Böylece “kutsal aileyi” güvence altına alınmış olacak. Aileyi koruma konusunda bu kadar ‘hassas’ olan bu güruhların, dinci vakıflarda çocuklara tecavüz edilmesine ise bir itirazları yok. Çünkü onların “kutsal aile” anlayışlarına göre vakıflarda, tarikat yurtlarında çocukların maruz kaldığı vahşet “olağan” bir şeydir.
***
Yasal olarak yetkisi olmamasını rağmen, tarikat şeflerinin talebi üzerine “İstanbul Sözleşmesi’nden çıktık” diye açıklama yapan AKP şefi veya onun müritlerinin kadınlara bakış açısında bir değişiklik olduğu söylenemez. Zira bu zihniyet dinciliği, ırkçılığı içerdiği gibi, kadın düşmanlığını da ‘fıtratında’ taşır. Şeriatçıların Saray rejimiyle anlaşmasından sonra ise daha belirgin hale gelen şey, ‘yeni ortakların’ bazı konularda takiye yapmaya gerek duymadan konuşmalarıdır. Tam bir pervasızlıkla ilkel zihniyetlerini propaganda ediyorlar. Hedeflerine ulaşmak için mecliste olmaları gerektiği yönünde propaganda yapıyor ve bunun için oy istiyorlar.
Bu açıklamaların “Cumhur İttifakı”na oy kaybettireceğini savunanlar var. Ancak AKP şefi gittiği her yere faşist partinin reisinin yanı sıra BBP ile Hüda-Par’ın başında bulunan kişileri de yanına alıyor. Böylece bir “zihniyet birliği” içinde olduklarını gösteriyorlar. Bu tabloda eksik olan kişi Doğu Perinçek’tir. Saray’ın kapılarını çok arşınladığı ancak AKP şefi tarafından sokakta bırakıldığına dair rivayetler var.
Kapitalizmin bataklığında boy veren bu ucubeler, sermayenin temsilcileri olarak halkın karşısına çıkıp bir de oy istiyorlar. Böylelerinin “umut satmak” için meydanlara çıkabilmesi, bir bütün olarak sistemdeki çürümenin vardığı boyutu ortaya koyuyor. Hal böyleyken bunlar “olağan siyasetçi” diye anılıyor, bunlara dair “siyasi analizler” yapılıyor, oy devşirmek için yaptıkları çalışmalar tartışmalara konu edilebiliyor. 20 yıllık AKP yönetimi sürecinde semirtilen bu zihniyetin halka “çıkış yolu” diye sunulması, dinci-ırkçılığın kepazeliğini ortaya koymakla kalmıyor, sermaye düzeninin baştan sona nasıl bir çürüme ve yozlaşma içinde olduğunu da gözler önüne seriyor.