Türk dış politikasında riyakarlığa devam

Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın BM Genel Kurul kürsüsünde yaptığı konuşma, dile getirdiği sitem ve eleştirilerin hiçbir hükmü, samimiyeti ve gerçekliği yoktur. Gerçek olan karanlık ve kirli bir geçmişe, kirli ilişkiler ağına sahip senatör Lindsey Graham ve türevleriyle bağıdır. Gerisi sadece içeriği boş bir demagojiden ibarettir.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 10 Ekim 2019
  • 10:12

Birleşmiş Milletler’in (BM) 74. Genel Kurulu 17-27 Eylül 2019 tarihleri arasında, 193 üye ve 3 gözlemci ülkenin katılımı ile ABD’nin New York şehrinde gerçekleşti. ABD emperyalizmi ve batılı müttefikleri, sanki dünyanın çeşitli bölgelerindeki ölüm ve sefaletin birinci dereceden sorumluları kendileri değillermiş gibi, Genel Kurul kürsüsünde ikiyüzlü demagojiden geri durmadılar. Bizzat yarattıkları sorunları “çözüm odaklı” ele almaya soyundular. Kapitalist kâr hırsının yarattığı ve körüklediği küresel iklim ve çevre sorununa güya çözüm önerilerinde bulundular. Bu bağlamda çeşitli kararlar aldılar.

BM Genel Kurul kürsüsünü riyakarca kullanan bir başka aktör de hiç kuşkusuz AKP şefi Tayyip Erdoğan’dı. Erdoğan’ın yaptığı konuşmanın girişi Cemal Kaşıkçı cinayeti ve Muhammed Mursi’nin gizemli bir şekilde ölmesi üzerineydi. Tayyip Erdoğan Genel Kurul’a gelirken de “Birileri istemese de gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın ve Cumhurbaşkanı Muhammed Nursi’nin hakkını aramaya devam edeceğiz” açıklaması yapmıştı. BM’deki konuşmasının devamında ise Suriye’nin kuzeyi, İsrail-Filistin sorunu, Ortadoğu ve Arap coğrafyasının içerisinde bulunduğu durumu ele aldı. T. Erdoğan, konuşması boyunca İslam aleminin ve mazlum halkların hakkını-hukukunu koruyan, Genel Kurul’da bunun hesabını soran bir lider kisvesiyle mağdur ve mazlum rolü oynama çabasındaydı. Oysa aynı Erdoğan ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi’nde eş başkan olmakla övünürdü bir zamanlar. BOP projesi kapsamında başını ABD’nin çektiği emperyalist yayılmacılığın sonuçları değil mi Tunus, Yemen, Mısır ve son olarak da Suriye’nin parçalanması ve işgal edilmesi? Bütün bu politikaların savunucusu, destekçisi ve uygulayıcısı Tayyip Erdoğan değil miydi?

Aslında BM ve benzeri organizasyonlarda toplantıların ağırlık merkezi, kürsülerde verilen mesajlardan ziyade yapılan ikili görüşmeler, lobi faaliyetleri, gizli ticaret anlaşmaları ve tüm bu görüşmelerin aktörlerinin kimler olduğudur. Mazlumu ve mağduru oynayan Erdoğan’ın bu alanda da kirli ilişkiler ağına sahip olduğu ve ikiyüzlü bir politika izlediği biliniyor. Kürsüde İslam aleminin, Ortadoğu’nun ve mazlum Filistin halkının hesabını soran aynı Erdoğan’ın, Genel Kurul’dan önce ilk görüşmesini ABD’li Senatör Lindsey Graham ile yapmış olması tesadüf olmasa gerek.

ABD Senatosu Yargı Komitesi Başkanı Graham, insan hakları hukuku, fikri mülkiyet, anti-terörist yasası, internet gizliliği, göçmenlikle ilgili önerilen yasa tekliflerini incelemek, aynı zamanda Adalet Bakanlığı’nı denetlemekle görevli komitenin üyesidir. Tabi bu senatörün fiilen omuzladığı daha farklı ve kritik görevleri var. İsrail’in kayıtsız-şartsız destekçisi, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olmasının savunucusu, Golan Tepeleri’nin İsrail’in parçası olmasında büyük bir lobi faaliyeti yürütücüsüdür. Korint Baptist kilisesi üyesidir, ki bu kilise üyeleri genel olarak Evanjelist olmalarıyla tanınırlar. Graham ABD’nin müdahaleci dış politikasını savunuyor ve bu bağlamda kendisini “Reagan tarzı bir cumhuriyetçi” olarak tanımlıyor. Yayılmacı ABD politikalarının savunucusu olmasından dolayı Irak’a askeri müdahale yapılması yönünde oy verdi, işgali destekledi. Yetmedi, Suudi Arabistan’ın Yemen’e saldırısını destekledi. Kaddafi’nin devrilmesi yönünde çeşitli faaliyetlerde bulundu. İran’ı büyük tehdit olarak gördüğü biliniyor. Venezuela’da Maduro’nun devrilmesi için açık çağrılar yapan senatör, aynı zamanda hukukçu kimliği ile Afganistan ve Irak işgalinden sonra ABD yörüngesinde yeni hukukçular yetiştirdi. Listeyi daha da uzatmak mümkün ancak bu kadarı dahi bu senatörün kim olduğunu, hangi karanlık ve kirli ilişkiler ağının ve misyonun temsilcisi olduğunu anlamaya yeter de artar.

Ayağının tozuyla ABD’ye inen Erdoğan’ın ilk iş olarak bu senatörle ikili görüşme yapması, aynı zamanda kendisine verilen eş başkanlık görevini halen sürdürdüğünün somut bir göstergesidir. Sormazlar mı Erdoğan’a, Cemal Kaşıkçı’nın ve Muhammed Mursi’nin hakkını bu ilişkilerle mi arayacaksın diye. Kürsüde elinde haritayla “İsrail devletinin sınırları neresidir” diyen Erdoğan’a sormak lazım: ABD emperyalizmi ve İsrail siyonizminin uşaklığının sınırları nerede başlar, nerede biter?

Sonuç olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın BM Genel Kurul kürsüsünde yaptığı konuşma, dile getirdiği sitem ve eleştirilerin hiçbir hükmü, samimiyeti ve gerçekliği yoktur. Gerçek olan karanlık ve kirli bir geçmişe, kirli ilişkiler ağına sahip senatör Lindsey Graham ve türevleriyle bağıdır. Gerisi sadece içeriği boş bir demagojiden ibarettir.

Y. Engin