CIA şefinin Ankara ziyaretinin ardından AKP iktidarı Suriye’yi hedef alan tehditlerin dozunu arttırdı. ABD Başkanı D. Trump’ın “güvenli bölge” oluşturulması için talimat verdiğini açıklaması, T. Erdoğan’la müritlerini heyecanlandırmış görünüyor. Zira onlar, Suriye’den bir veya birkaç parça koparılması için yıllarca didinip durdular. Nihayet emperyalist efendilerinin de aynı yönde fikir beyan etmesine sevinmeleri şaşırtıcı olmasa da durum karmaşık.
Trump gibi henüz nasıl hareket edeceği belli olmayan birine umut bağlamanın riskli olduğunu elbette sarayın müritleri de biliyor. Ancak dış politikaları utanç verici bir hezimete uğradığından, “can simidi” diye Trump’a sarılıyorlar.
Rusya ile anlaşma ve Trump’ın ipi
Dış politikası iflas eden, iç politikada ise rejim krizini aşma gücünden yoksun olan T. Erdoğan AKP’si için Rusya ile anlaşma bir çeşit ‘soluk borusu’ oldu. Suriye’ye karşı izlediği düşmanca politikayı kısmen de olsa değiştirmek pahasına Rusya ile anlaşma sağlandı. AKP iktidarı anlaşma ile rahat bir soluk almanın imkanını bulurken, Rusya ise, mümkün olduğunca Suriye politikasını değiştirmeleri için T. Erdoğan’la müritlerini zorladı. Nitekim Halep’in cihatçılardan arındırılması sırasında zoraki de olsa anlaşmaya uygun davrandılar. Böylece Türk devleti destek verdiği cihatçı çetelerin Halep’ten çekilmelerini sağladı.
Rusya ile anlaşmanın El Bab’la ilgili kısmına ise uymak istemediler. Zira anlaşmaya göre Türk ordusunun cihatçı çeteleriyle birlikte bu kasabadan çekilmesi gerekiyor. Oysa D. Trump-T. Erdoğan görüşmesi ve CIA şefinin Ankara ziyaretinin ardından yayılmacı hevesler bir kez daha nüksetti. Akıllarınca Rusya’yı atlatabileceklerini sanan AKP şefleri, Rusya’nın El Bab’da Türk ordusunun karargahını vurmasıyla meselenin ciddiyetini idrak ettiler. V. Putin-T. Erdoğan arasında gerçekleşen telefon trafiğinden sonra, Türk ordusunun El Bab’da amacına ulaştığı ve yakında çekilebileceği sinyalleri verilmeye başlandı. Birbirini tutmayan açıklamalar yapılsa da, Rusya’nın anlaşmaya uyulması için bastırdığı gözlendi. Bu durumda Türk ordusunun o bölgeden çekilmek dışında bir seçeneği bulunmuyor. Aksi bir tutum ise, Rusya-Suriye-İran cephesiyle savaşa tutuşmak olur ki, T. Erdoğan AKP’sinin bile böyle bir savaşı göze alması kolay değil.
İflasın şaşkınlığı
Hükümetteki müritler Türk ordusunun El Bab’dan çekileceğine dair sinyaller verirken, büyük şefleri ise, “El Bab’dan sonra Menbiç, ardından ise sırada Rakka var” türü açıklamalar terennüm etmeye devam ediyor. Ankara’daki muhterislerin ilkesiz, tutarsız politikalarına alışık olanlar, mikrofona söylenen sözlerden çok, perde arkasında yapılan anlaşmaları esas alıyorlar.
Hem yayılma hevesleri, hem iç politikada hamasi şoven nutuklara duyulan ihtiyaç, Rusya ile yapılan anlaşmaya uymayı zorlaştırıyor. Bunlara Trump’a bağlanan umutlar eklenince AKP güven vermeyen, ‘iki arada bir derede’ politika izleyen bir iktidar olarak damgalanıyor. Böyle bir iktidara güven duyulmayacağı ise aşikardır.
İflas eden politikayı bazı yönlerden revize etseler bile köklü bir zihniyet değişikliğine gitme esnekliğinden yoksun olan dinci iktidarın Kürt halkına düşmanca davranması ve aşamadığı ‘PYD kompleksi’, sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. T. Erdoğan’ın Trump’a “PYD’yi bir yana bırak, gel Rakka’ya birlikte girelim” teklifi sunması vahametin vardığı boyutu gözler önüne seriyor. 80 günde küçük El Bab kasabasına giremeyen bir gücün Rakka’yı IŞİD’den temizleyeceğini iddia etmesi ise herkes tarafından gülünç karşılanıyor. Görünen o ki, bir dediği ötekini tutmayan T. Erdoğan’la müritlerinin şoven dozu yüksek söylemlerini ciddiye alan da pek kalmadı.
Kirli savaşın bedelini emekçilere ödetiyorlar
Yayılmacı heveslerini gerçekleştirmek için Suriye’ye kinle saldıran AKP iktidarı bu komşu ülkenin yakılıp yıkılması suçuna birinci dereceden ortak oldu. Son dönemde Suriye politikasının çöktüğünü bazı müritler de dillendirdiler. Buna rağmen ciddi bir alternatif politika üretemedikleri için uluslararası arenada maskara olmalarına yol açan tutumlarını ısrarla sürdürüyorlar.
Bu politika Suriye halklarına ağır bir faturaya dönüştü. Dünyanın dört bir yanından toplanan katil sürülerini bu komşu ülkenin üzerine salan T. Erdoğan AKP’si, Türkiye’yi de IŞİD çetelerinin yuvası haline getirdi. Bu sayede hem kent meydanları katliam merkezlerine çevrildi hem sınır ötesinden tabut taşımak rutinleşti.
Bu politikada ısrarın yaratacağı faturaların daha da ağırlaşacağı artık kimse için bir sır değil. Buna rağmen, “nasıl olsa faturayı biz ödemiyoruz” pişkinliği ile hareket eden AKP şefleri, işçi sınıfıyla emekçiler için önceki dönemden de tehlikeli olmaya başladılar. Bu musibeti önlemenin tek yolu işçi sınıfıyla emekçilerin “işçilerin birliği halkların kardeşliği” şiarı etrafında kenetlenmesi ve hem savaşa hem yayılmacılığa karşı direnmesidir.