“İki çocuk babası Adem Yarıcı, ‘Çocuklarım aç, iş istiyorum anlamıyor musunuz?’ diyerek, Hatay Valiliği önünde kendini yaktı.”
“Kocaeli'nin Gebze ilçesinde dış cephe işi yapan 39 yaşındaki 3 çocuk babası Levent Akar’ın yüklü miktarda borcu olduğu ve borçlarını ödeyemediği için işyerinde hayatına son verdi.”
“Çorlu'da günlük yevmiye ile çalışan ve salgın dönemi işsiz kalarak borçlarını ödeyemeyen Muhammed Bedir yaşamına son verdi.”
“Samsun'un Canik ilçesi Kuzeyyıldızı Mahallesi Çiftlik Caddesi üzerinde 45 yaşındaki M.I, eline iş-aş yazarak kendini astı.”
Liste bu şekilde uzayıp gidiyor.
Ekonomik kriz günden güne derinleşirken, geçim sıkıntısı çeken emekçilerin sayısı da hızla artıyor. Kapitalist sistemin yapısal krizinin faturasını her defasında işsizlikle, düşük ücretle, güvencesizlikle, hayat pahalılığıyla, geleceksizlikle ödeyen emekçiler, büyüyen sorunlar yumağı karşısında çaresizliğe kapılabiliyorlar. Derinleşen yoksulluğun ve gelecek kaygısının en dramatik dışa vurumu ise “intihar” edenlerin sayısındaki artıştır. Süregelen ekonomik-sosyal krizin üzerine binen pandeminin de ağırlığı altında ezilen işçi ve emekçilerin yaşamı iyice kabusa dönüşmüştür. Son bir yılda pandemiyle baş başa bırakılan ve açlığa terk edilen emekçilerin intihar eğilimi çoğalmasının gerisinde bu olgu yatmaktadır.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre 2001 krizinden sonraki 2002 yılında 327, 2003 yılında da 385 kişi intihar etmiştir. Sonraki yıllarda düşme eğilimi gösteren intihar sayısı, 2008 atağa geçin ekonomik krizle beraber tekrar yükselmeye başlamıştır. 2008’de 289 kişi, 2009’da 318 kişi geçim zorluğundan dolayı intihar etmiştir. Son üç yıl incelendiğinde ise 2017’de 232 kişinin, 2018’de 245 kişinin ve ekonomik krizin etkisinin hissedilmeye başlandığı 2019’da ise 321 kişinin geçim zorluğu yüzünden intihar ettiği görülmektedir. Ayrıca sadece işyeri içinde ve/veya işe bağlı olarak intihar edenlerin sayısının 2020’nin ilk 8 ayında 54 kişi olduğu tespit edilmiştir. Bu veriler de göstermektedir ki intiharların çoğunluğu, mevcut sömürü ve zorbalık düzeninin getirdiği yüklerden kaynaklanmaktadır.
Krize, sömürüye, çeteleşmeye, yağmaya ve zorbalığa karşı toplumsal bir hareket gelişmediği koşullarda, gerici-faşist rejimin emek ve insan düşmanı icraatları her yıl artarak, bir kâbus gibi ülkenin üzerine çökmektedir. Kapitalist ekonomik bunalımın işçi ve emekçileri en yaşamsal gereksinimlerini bile karşılayamayacak hale getirmesini ve onların tükenmişliğe sürüklenmesini umursamayan AKP-MHP iktidarı, böyle bir sorun yokmuş gibi davranmaktadır. Rejimin sözcüleri, intiharların ekonomik sebeplerden değil de psikolojik sebeplerden kaynaklandığını söyleyerek, doğrudan veya dolaylı vebalini taşıdıkları intiharlar konusunda kendilerini aklamaya çalışmaktadırlar.
Son olarak Konya Milletvekili Ahmet Sorgun, son zamanlarda medyaya sıklıkla yansıyan intiharlar hakkında rezilce açıklamalarda bulundu: "Hiç birimizin şartları eskisi gibi değil. Bazen biri çıkıyor köprüye, çatıya falan yüzde 90’ının daha sonra eşiyle problemli olduğu ortaya çıkıyor. Bunlar toplumun güvenini sarsar." Açlıktan intihar edenlerin çıkan haberlerini yalanlayan Sorgun, daha önce de yaptığı açıklamada ülkede ekonomik kriz diye bir şey olmadığını iddia etmişti. Milyonlarca insanı açlığa ve ölüme terk eden bu zihniyet, yaptığı gerçek dışı açıklamalarla tozpembe bir tablo çizmeye çalışmaktadır. İktidar temsilcilerinin ve yandaşlarının asıl dertleri emekçiler üzerinde tepinerek kurdukları lüks ve şatafatlarını kaybetmemektir. O nedenle toplum nezdinde gerici-faşist rejime “güveni sarsacak”, onu “itibarsızlaştıracak” haberlere tahammül etmeyerek, saldırganlaşmaktadırlar. Her defasında yalan ve demagojilere sarılarak, çürümüş ve topluma zehir saçan rejimi sürdürmenin derdindedirler.
Umut mücadelede!
Din istismarcısı gerici iktidarın etrafa saçtığı zehrin panzehri ise yaratılacak toplumsal hareketliliktir. Umutsuzluğa karşı umudu büyütmek, yalnızlığa ve çaresizliğe karşı yanındaki sınıf dostuna güvenip, ona sırtını dayamak ve mücadeleye adım atmak, yaşanan sorunların çözümü için ilk halkayı oluşturmaktadır. İşçi ve emekçiler bulundukları her yerde ne zaman ki zorbalığa ve sömürüye karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmeye başlarlarsa, içine düştükleri karabasandan işte ancak o zaman kurtulurlar. Günlerdir oradaki hükümetin dayattığı sefalet koşullarını kabul etmeyerek katledilmeyi göze alarak alanları dolduran Kolombiyalı emekçiler, gençler, kadınlar, “Açlığımız, acımız ve hükümetin bu ülkeyi yok edeceğine dair korkumuz, koronavirüs korkumuzdan daha büyük.” demektedir. Türkiye’de de açlığın ve acıların hayatları yok etmesine artık izin verilmemeli, işçi ve emekçiler tıpkı Kolombiyalı sınıf kardeşlerinin seçtiği yoldan ilerlemelidirler.
N. Kaya