Ekonomik kriz dönemlerinde milyonlarca insanın yoksulluğu artar, binlerce küçük firma batar, bazı sektörlerde durgunluk yaşanır, işsizlik çoğalır ve benzer daha pek çok sonuç yaşanır. Ancak bu kriz dönemlerini fırsata çevirip, servetlerini büyütenler de olur. Büyük sermaye kesimleri, yandaş sermaye grupları kriz dönemlerinde alabildiğine semirirler.
Kapitalist ekonomik işleyişin kaçınılmaz sonuçlarından biri olan krizler, belirli aralıklarla kendini tekrar ederler. Günümüzde dünya ekonomisi/piyasası diye tabir edilen mekanizma, sermayedarların yatırım yaparken toplumların ihtiyaçlarından çok, daha kârlı alanları tercih etmeleri üzerinden işliyor. Kapitalist devletler, plansız ekonomi modelinden kaynaklı olarak patlak veren bu kriz dönemlerinde biriken borçları çalışan sınıfın sırtına yükleyip, sermaye sahibi sınıfa da kolaylıklar sağlayarak, süreci ‘kontrollü’ bir şekilde atlatmaya çalışırlar.
Öte yandan emperyalist devletler ve tekeller ekonomik kriz içerisine giren ülkelere borçlar vererek, bu ülkelerin ekonomi politikalarını belirlerler. IMF gibi kuruluşlar buna hizmet eder. ABD, AB ve Japonya gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde kriz patlak verdiğinde (2008 sürecinde olduğu gibi), bu ülkelerin merkez bankaları para basıp kendi krizlerini diğer ülkelere yayarak süreci yönetmeye çalışırlar. Aslında kapitalizmin hiç bitmeyecek bu kriz dönemleri, geçici önlemler ile sadece erteleniyor. Bu ertelemeler ile büyükler kazanıyor, küçükler kaybediyor ve asıl bedeli işçi sınıfı ve emekçi kitleler ödüyor.
Türkiye’de 1972, 1980-82, 1987, 1994, 2001-02, 2008-09 yılları kriz yılları olarak kayıtlara geçmiştir. 2018 yazından bu yana ise yeni bir ekonomik kriz dönemi süregelmektedir. Ekonomistler 1994 ve 2001 krizlerinin bilançosunun nispeten daha ağır olduğunu belirtseler de şimdiki krizin şiddetine de dikkat çekiyorlar.
AKP döneminde uygulanan politikalarla, üretken sektörler (tarım ve imalat sanayi) yerine üretken olmayan ve ‘görüntüde büyüme’ sağlayan, iç piyasaya yönelik sektörler (inşaat, AVM’ler vb.) palazlandırıldı. Tüketici kredileri bolca dağıtıldı. Emekçiler borçlanarak ev ve araba alabildi. Bu arada yandaş sermaye gruplarına rantlar yolu ile servetler kazandırıldı. Geçtiğimiz yıla kadar süren sahte refah dönemi geçen yaz dramatik şekilde kapandı. Cari açık ve dış borç katlanarak büyürken, sermaye kaçışları oldu. Döviz kurlarının artması ile TL değer kaybetti. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı tartışmaları eşliğinde uluslararası finansal kuruluşları tarafından Türkiye’nin kredi puanları düşürüldü. Sadece ekonomik değil, siyasi krizlerin de yaşandığı Türkiye’de, gidişata yönelik tahminler karamsar bir tablo sunmaya devam ediyor.
Yabancı sermayedarların yatırım yapması için faizleri arttırma, büyük ve yandaş firmaların kredi borçlarını yapılandırma ya da bu borçları kamuya mal etme gibi çözümler ile devlet, aslında sermaye sınıfı için var olduğunu her adımıyla göstermektedir. Kapitalistler “Kriz nasıl fırsata çevrilir?” konulu etkinlikler düzenleyip, “hükümetlerin sağlayacakları kolaylıklara” vurgu yapıyorlar. Şirketlerin eski batık kredileri için, kamu bankalarının dağıttığı kredilerin yanı sıra İşsizlik Fonu’ndan 11 milyar, Hazine’den 28 milyar TL’lik tahvil aktarıldı. “Yeni Ekonomi Programı” paketi ile de kıdem tazminatı fonu oluşturulması, BES’in zorunlu hale getirilmesi ve kamusal alanlarda tasarrufa gidilmesi gibi hedefler açıklandı. Yine sermaye sınıfına yarar sağlayan önlemler bunlar. Hazine garantisi ile hayata geçirilen şehir hastaneleri, yol-tünel yapımı, havalimanı ve diğer projeler için kredi çekmiş yandaş sermayedarların da borçları kamuya yüklenecek.
Sermaye devletinin bu önlemleri dışında, kapitalistler de kriz ortamını bahane ederek toplu işçi kıyımlarına başvuruyor, maaşları ödemiyor, iflas ettim deyip, kaçabiliyorlar. Zenginler vatandaşlıklarını başka ülkelere alabiliyor, servetlerine oranla zaten az ödedikleri vergilerden dahi kaçmak için her türlü oyuna başvuruyorlar. Kriz dönemlerinde yaşanan tüm bu senaryoların başrolünde elbette kapitalistler yer alıyor. Başroldekiler katbekatkazanırken, yan rollerdekiler kısmen eziliyor, arka planda çalışanlar ise tüm yükü çekiyor.
BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) verilerine göre ülkede milyonerlerin sayısı son üç ayda yaklaşık 13 bin arttı. Yurtdışındaki yerleşik milyoner sayısı 20 bine yakın. Bankacılık sektöründe kazanç, toplam faiz geliri oranı ile mart ayında yüzde 4,3 artış gösterdi. Türkiye’nin en büyük iki sermaye grubu olan Koç ve Sabancı holdingleri AKP dönemi boyunca en büyük kâr oranlarını yakalarlarken, 2019’un ilk çeyreğindeki bilançoları ile de ekonomik krize rağmen kârlarını korudular. Koç Holding 2018 yılının ilk çeyreğinde konsolide bazda toplam 24,6 milyar TL gelir elde ederken, 2019 yılının ilk çeyreğinde 34,3 milyar TL gelir elde etti. Sabancı Holding’in geliri de bir önceki yıla göre yüzde 15 artış gösterdi. Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, önceki günlerde, Hazine ve Maliye Bakanı damat Berat Albayrak’ın sunumlarından boşuna övgüyle bahsetmemişti.
Türkiye’de yoksulluk sınırı en güncel hali ile 7.520 TL olarak açıklandı. Son 5 yılda yarım milyona yakın esnaf iflas etti. Milyonlarca insan, kapitalistlerin krizleri yüzünden yoksulluğa, işsizliğe ve açlığa itiliyor.
Bu sayılar Türkiye’deki servet-sefalet arasındaki uçurumun ne şekilde derinleştiğini ve ekonomik krizin nasıl fırsata çevrildiğinin kanıtıdır. İşçi ve emekçi kitleler harekete geçmedikçe kendileri faturayı ödemeye, kapitalistler ise palazlanmaya devam edecektir.