İşçi ve emekçilerin ülke tarihinin en kapsamlı ekonomik krizi altında yaşam savaşı verdiği günlerden geçiyoruz. Milyonların sırtına yüklenen pandeminin ve krizin ağır faturası işsizliği, sosyal sorunları, ekonomik yıkımı daha da derinleştiriyor. Dövizin hızla yükselişi milyonlarca emekçinin yaşam koşullarını ağırlaştırıyor. Temel tüketim kalemlerine yapılan zam furyası ile birlikte sefalet ücretleri de hızla eriyor.
Servet-sefalet arasındaki uçurum her geçen gün büyürken, kapitalizmin daha çok kâra dayalı işleyişinin neden olduğu çarpıklıklar tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriliyor. Pandemi sürecinde tekellerin kârlarındaki artış ve dolar zenginlerine yenilerinin eklenmesi, milyonların içine sürüklendiği sefalet sayesinde mümkün olabiliyor ve bu gerçeğin üstü artık örtülemiyor. Geniş tanımlı işsizliğin ülke nüfusunun üçte birine ulaştığı bir dönemde emekçiler pandemiden ölmek ile açlıktan ölmek ikilemi arasına sıkıştırılıyor. Sermaye sınıfı için çıkarılan torba yasalar, vergi affı, esnek çalışma ve düşük ücretleri kalıcılaştıran kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izin uygulamaları ile pandemi süreci emekçileri azgınca sömürmek için fırsata çevrilmiş bulunuyor.
Üretim ve hizmet sektöründe çalışma koşulları dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Türkiye sanayisinin lokomotifi olan İstanbul ve tüm Marmara bölgesindeki Covid-19 vaka/hasta sayısının ülkedeki toplam sayının yarısına ulaşması, fabrikalardaki kölece çalışma koşullarının bir yansımasıdır. Öte yandan sağlık, eğitim, belediye hizmetleri gibi alanlarda çalışan emekçilerin en yaşamsal ihtiyaçları karşılanmıyor. Pandemi bahane edilerek kazanılmış haklarına göz dikiliyor, uzun çalışma saatleri dayatılıyor, yaşamlarını tehdit eden koşullar altında çalışmak zorunda bırakılıyorlar.
Pandemi döneminde ekonomik-sosyal yıkımın dozunun artmasına paralel olarak toplumsal muhalefete yönelik faşist baskı ve zor daha da şiddetlenmektedir. Faşist-dinci iktidarın yükseltmeye çalıştığı korku duvarlarına rağmen milyonların biriken öfkesini daha yüksek sesle dillendirmeye başladığı, işçi ve emekçi eylemlerinin arttığı bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Geçmişten bugüne emekçilerin sömürüye karşı verdiği hayatta kalma mücadelesinin adı “ekmek kavgası”dır. “Ekmek” binlerce yıldır yoksullukla boğuşan emekçilerin sofrasında maliyeti en düşük gıda olarak vazgeçilmez bir yere sahip olmuştur. Bu nedenle emekçiler için sembolik bir anlamı da vardır. Dolayısıyla sınıf mücadelesinin dinamiklerinin güçlenmeye başladığı bir süreçte ekmeğe yapılan zammın dahi sosyal mücadeleyi ateşleyebilecek bir kıvılcıma dönüşmesinden korkulmaktadır. Bu korkuyu yaşayanlar 18 yıldır sermaye düzeninin dümeninde oturan AKP ve onun son süreçteki ortağı MHP’dir.
İstanbul’da ekmeğe yapılan zammın ardından Bahçeli’nin başlattığı “askıda ekmek” kampanyası ile yoksulluğa dair demagojiler düzen siyasetinin gündemine oturdu. Dinci-faşist rejim her geçen gün artan sorunlara çözüm üretmek bir yana krizleri daha da derinleştirdiği için hızla itibar yitirmektedir. Sermaye iktidarı elindeki tüm olanaklara rağmen emekçi kitlelerin tepki ve hoşnutsuzluğunun büyümesine engel olamıyor. Dışarıda savaş ve saldırganlık, içeride ekonomik-sosyal yıkım, buna eşlik eden zorbalık ile birlikte sermaye düzeni her alanda derin bir kriz yumağı ile sarılmış durumdadır. Rejimin esas korkusu, tüm dünyada güçlenen sosyal mücadelenin Türkiye’yi de etkisi altına almasıdır.
Bundan dolayıdır ki, toplumsal meşruiyetini yitiren sermaye iktidarının şefleri ve tüm sözcüleri el birliği halinde demokratik hak ve özgürlüklere saldıran açıklamalar yapıyorlar. Henüz sesi zayıf çıkan toplumsal muhalefeti hedef alarak kudurgan bir üslupla tehditler savurmaları, yükselecek sosyal mücadelenin iktidarlarının temellerini sarsacağının farkında olmalarındandır.
Bunun içindir ki, düzen muhalefetinin yoksullukla ilgili ürkek açıklamaları bile akıl almaz bir tepkiyle yanıtlanmaktadır. Faşist partinin başkan yardımcısı Semih Yalçın’ın, CHP çizgisinde bir köşe yazarı olan Necdet Saraç’ın kaleme aldığı “Sokak hazır, muhalefetin silkelenmesini bekliyor!” başlıklı yazısı üzerinden tehditler savurmasıyla başlayan açıklamalar, Bahçeli’nin saldırganlaşmasıyla daha da sertleşti. Faşist partinin sözcüsü önce yoksulluk bahanesiyle halkın sokaklara döküleceği ve sonucunda da “sivil darbe” yapılacağı yönünde açıklamalar yapmıştı. Bahçeli ise işi işçi ve emekçileri açıktan tehdit etmeye vardırarak, “Hele bir çıksınlar da sokağa görsünler dünyanın kaç bucak olacağını. Türkiye Cumhuriyeti sokakta bulunmadı, sokakta bırakılmayacak, sokak serserilerine teslim edilmeyecektir” sözleriyle, her zaman yüklendikleri kirli misyonu ortaya koydu.
Sınıf devrimcileri başta olmak üzere ilerici güçlerin, öncü işçi ve emekçilerin temel görevi sermaye uşaklarının korkularını gerçek kılacak bir sorumlulukla hareket etmektir. Yoğunlaşan ekonomik, sosyal ve siyasal saldırılara karşı işçileri ve emekçileri taban örgütlenmeleri üzerinden birleştirmek ve harekete geçirmek için seferber olmaktır. Üretim alanları başta olmak üzere yaşamın her alanında devrimci alternatifi güçlendirmektir.