Gerici-faşist iktidar sona yaklaştıkça saldırganlaşıyor

Baskı ve şiddetin olmadığı, insanın insan tarafından sömürülmediği bir dünya, tam da bu mücadele içinde gerçekliğe dönüşecek olan işçilerin birliği ve halkların kardeşliği ile kurulacaktır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 01 Ekim 2021
  • 19:00

AKP-MHP iktidarı oy desteğini kaybettikçe, ayakta kalmak uğruna tüm gücüyle baskı ve zor aygıtlarına sarılıyor. Gelinen yerde muhalif en küçük sese dahi tahammül gösteremiyor, her alanda saldırı-gözaltı-tutuklama furyasıyla iş görüyor. Pandeminin derinleştirdiği ekonomik, siyasi ve sosyal çok yönlü kriz karşısında bunalan dinci-faşist rejim, durmaksızın sosyal yıkım saldırılarını hayata geçiriyor. Bir diğer deyişle, başka işçi ve emekçiler olmak üzere toplumun büyük bir kesimine daha beter bir açlığı, daha derin bir sefaleti ve yoksulluğu dayatıyor.

Pandemi sürecinde işçi ve emekçilerin daha fazla hakkı gasp edildi. Gençliğe daha fazla işsizlik ve geleceksizlik dayatıldı. Kadınların yaşam hakkının yok sayıldığı bir dizi yasa ve gerici uygulama hayata geçirildi, geçirilmeye çalışıldı. Krizin faturası toplumun büyük bir kesimine yaşam pahasına ödettirilirken, diğer yandan sermayedarlar kârlarını katlamaya devam ettiler. Pandemi döneminde paylaşılan veriler dahi bu gerçekliği gözler önüne sermektedir.

DİSK'e bağlı Türkiye Genel Hizmetler İşçileri Sendikası'nın (GENEL-İŞ) Ocak 2021'de yayınladığı rapora göre, salgın döneminde çalışan yoksul sayısı 7,7 milyonu geçerken, en zengin ile en yoksul arasındaki gelir adaletsizliği 2019'da 8,3 kata yükseldi. Diğer yandan, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından açıklanan bilgilere göre de Mart 2020 ile Mart 2021 tarihleri arasında milyoner sayısı yüzde 36’ya yükseldi. Bir yandan servet çoğaldı, diğer yandan ise servet ile sefalet arasındaki uçurum…

AKP-MHP rejimi, pandemi dönemi boyunca din istismarında da hız kesmedi. Toplumu daha itaatkar ve sorgulamayan bir hale getirmek için yoğun mesai harcadı. Kapitalizm gibi insanlık dışı bir sistemi topluma “kader” olarak benimsetebilmek için, başta şefleri olmak üzere tüm saray dalkavukları, bu dönemde akıl almaz açıklamalarda bulundular. Bir yandan din üzerinden toplumda kutuplaştırma tırmandırılırken, diğer yandan ırkçı-şoven histeri tırmandırılarak, özellikle mültecilere yönelik saldırıların önü açıldı. Suriyeli mültecilerin yanı sıra, şimdi de Afgan mültecilere yönelik ırkçı saldırıların tırmanmasının gerisinde, bu bilinçli kışkırtma yatıyor.

Dinci-faşist iktidar can çekişme evresine girdikçe etrafına daha fazla saldırmaktadır. Son dönemde Kürt halkına ve politikacılarına yönelik adeta katliam boyutuna varan saldırılar (HDP binalarına saldırıların gerçekleşmesi, Deniz Poyraz’ın katledilmesi, Konya’da bir Kürt ailesinin katledilmesi vd.) da bu son çırpınışların bir yansımasıdır. HDP İzmir İl Başkanlığı binasında Deniz Poyraz’ı katleden faşiste gözcülük ettiği söylenen Mehmet Laçin’in, devlet tarafından polis koruması altında Ankara’da HDP Genel Merkez binası önünde çadır kurması için getirilmesi ve buna karşı çıkan HDP’li vekillere polislerin saldırması, iktidarın saldırganlıkta gemi azıya aldığının son örneklerinden biridir.

İktidarın ne denli saldırganlaştığı, hakları gasp edilen işçilerin direnişlerine, gençliğin ve kadınların gerçekleştirdiği eylemlere yönelik polis zorbalığında da görülmektedir. Artık ilerici-muhalif gazetecilere dahi hiçbir gösterilmemektedir. Son dönemde gerçekleşen haklı ve meşru eylemlerde, eyleme katılanların yanında gazeteciler de işkenceli saldırıyla gözaltına alınmaktadır. İktidara biat etmeyen gazeteciler son dönemde daha fazla hedef gösterilmekte, sık sık linç kampanyalarına maruz tutulmaktadır.

Dinci-faşist AKP-MHP rejiminin bu denli saldırganlaşmasının gerisinde aynı zamanda büyük bir korku yatmaktadır. Toplum nezdinde meşruiyetini kaybetmiş olması, özellikle sarayın şefi Erdoğan’da, her gerçekleşen kitlesel eyleminin bir Gezi eylemine dönüşebileceği fobisini yaratmaktadır. Fabrikalar önünde süren işçi direnişleri, gençliğin Boğaziçi Direnişi ve son “Barınamayanlar/Yurtsuzlar” hareketi, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine ve bir dizi gerici uygulamanın hayata geçirilmesine karşı kadınların eylemleri, iktidarın tüm baskı ve şiddetine karşı sokakların hiç terk edilmediğinin, terk edilmeyeceğinin göstergeleridir. Toplumsal mücadele dinamiklerinin sokaklardaki ısrarı, toplumun büyük bir kesimi için umut kaynağı olmakta, haliyle AKP-MHP rejiminin ve dalkavuklarının da uykularını kaçırmaktadır.

Zulmünü artırdıkça sonunu da hazırlayan gerici-faşist iktidar, emeğini sömürdüğü, haklarını gasp ettiği işçi sınıfı ve emekçi-ezilen müttefikleri tarafından er ya da geç yıkılacaktır. Baskı ve şiddetin olmadığı, insanın insan tarafından sömürülmediği bir dünya, tam da bu mücadele içinde gerçekliğe dönüşecek olan işçilerin birliği ve halkların kardeşliği ile kurulacaktır.