AKP-Saray rejimi toplumu yıkıma sürüklüyor

İşsizlik-açlık intiharları adeta “günlük vaka” haline geldi. İş cinayetleri dramatik bir şekilde artarak kıyıma dönüştü. Gelecek umudunu yitiren genç kuşaklar ülkeden kaçmanın yollarını arıyor. Gericilik zihniyetinin yayılmasıyla kadın cinayetleri bir toplumsal afete dönüşüyor.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 25 Şubat 2020
  • 09:37

Savaş, işsizlik, yoksulluk, intiharlar…

Emekçilerin gündemi ile sermaye sınıfı adına ülkeye kâbus gibi çöken AKP-saray rejiminin icraatları arasında derin bir uçurum var. Elbette bu yeni bir durum değil. Yine de uçurum hiçbir zaman bu kadar derinleşmemişti. Zira çöküş emarelerinin belirginleşmesiyle saray dehlizlerine egemen olan korku, “büyük reis” başta olmak üzere rejimin ağababalarını zıvanadan çıkarmış görünüyor.

Onların gündemi

Son aylarda sermaye iktidarının temel gündemi yayılmacı-işgalci savaştır. Libya’ya ordu-cihatçı transferi, silah sevkiyatı, Suriye’ye askeri yığınak, cihatçı çeteleri silahlandırma, kaba saba tehditler, topluma dayatılan savaş histerisi…

Askerleri ölüme süren AKP-MHP koalisyonu, ülkenin kaynaklarını yağmalamayı da ihmal etmiyor. Ne saraydaki sefahatten ne Diyanet İşleri Başkanlığı’nın milyonları har vurup-harman savurmasından vazgeçiyorlar. Yandaş müteahhitlerin kasalarını dolduran ihaleler yine altın tepside sunuluyor. Vakıflara milyon dolarlar transfer ediliyor, bu “değirmenin suyu” ise halkın soyulmasıyla sağlanıyor.

Beka korkusu hırsızlık, yolsuzluk, talan ve savaş üretmekle kalmıyor. Yanı sıra bu kokuşmuş-yoz zihniyeti yeni nesillere dayatmak için bütün eğitim sistemi seferber ediliyor. AKP iktidarının şefleri, “ne kadar çok çocuğun zihnini zehirlersek, ihtiyaç duyduğunda rejimin kullanabileceği güruhlar da o kadar artar” hesabıyla hareket ediyorlar. Bunun için okulların kapıları çocuk tecavüzcülerinin cirit attığı vakıflara açılıyor. Bu sapkınlar, -büyük paralar da alarak- çocuklara “ahlak dersi” vermekle yükümlü kılınıyor. Tüm bu kepazelikleri ise iktidarın zorbalığı tamamlıyor.

Savaş histerisi ekonomik krizi derinleştirirken, onlar kaba tehditlerde çıtayı yükseltiyorlar. Zira savaş atmosferini topluma hâkim kılarak, kokuşmuş rejimlerinin ömrünü uzatabileceklerini varsayıyorlar. Bundan dolayı da savaşa iyice angaje oluyorlar, milyarları ölüm-yıkım için çarçur ediyorlar. Densizliği öyle bir noktaya vardırdılar ki, Suriye ordusuna Suriye topraklarından çekilmesi için ültimatom veriyor, aksi halde savaşı şiddetlendirmekle tehdit ediyorlar. Yozlaşmış, toplumsal meşruiyetini yitirmiş, diğer bir ifadeyle çöküşün eşiğine gelmiş rejimlerin savaştan medet ummaları sık görülen bir durumdur. Bununla birlikte savaşların çöküşe engel olmadığını gösteren sayısız örnek de mevcuttur.

İşçi-emekçilerin gündemi

Böyle bir rejimin ayakta kalmasının maliyeti yüksektir. Bu kabarık faturaları ne saraylarda sefahat sürenler ne kapitalistler ödüyor. Tersine, kendi kokuşmuş rejimlerinin ürünü olan faturaları işçi sınıfı ve emekçilere ödetmek için her yola başvuruyorlar. Savaşın krizi derinleştirmesi işsizliği arttırıyor, sefaleti derinleştiriyor, genç kuşaklara geleceksizliği dayatıyor. İşsizlik-açlık intiharları adeta “günlük vaka” haline geldi. İş cinayetleri dramatik bir şekilde artarak kıyıma dönüştü. Gelecek umudunu yitiren genç kuşaklar ülkeden kaçmanın yollarını arıyor. Gericilik zihniyetinin yayılmasıyla kadın cinayetleri bir toplumsal afete dönüşüyor. Ülkenin dört bir yanı depremlerle sarsılırken, sermaye iktidarı önlem almak için kuruş harcamıyor. Çünkü sömürü-yağma-sefahat-savaş düzeni tüm kaynakları yutuyor.

Rejimin başı ile besleme medyası ne kadar çırpınırsa çırpınsın işçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların, çocukların savaş gibi bir özel gündemleri yok. Toplumun ezici çoğunluğunun gündeminde insanca çalışma karşılığında insanca yaşamaya yeten ücret, iş güvencesi, yeterli sağlık hizmeti, tarikatların el atmadığı, ticari olmayan eğitim, güvenli konut gibi acil ihtiyaçlarının karşılanması var. Geniş kitlelerin bu talepler uğruna henüz sokaklara inmemesi, bu gerçeği değiştirmez.

İşçi sınıfı ve emekçilerin ürettiği toplumsal servet, bu ihtiyaçların karşılanmasına fazlasıyla yeter. Ancak üretilen artı-değerin büyük bir oranına kapitalistlerle onların vurucu gücü olan AKP-saray rejimi el koyuyor. Artı-değere el koyanlar emekçilere yoksulluğu, sefaleti hatta intiharı reva görüyorlar. Yaşanan felaketlere kulak asmadıkları gibi, durumu daha da vahim hale getiren savaş histerisini şiddetlendiriyorlar.

Emekçiler bu çarkı parçalamalıdır

Bu vahim gidişatın kendiliğinden değişmesi mümkün değil. Zira rejim ancak bu şekilde ayakta durabiliyor. Sorun, akıl almaz boyutlar alan musibetlerin bedelini ödeyen işçi sınıfı ve emekçilerin bu gidişata dur demesi, insan öğüten bu zalim çarkı kırmasıdır.

Bu uğursuz çarkı kırmak kolay olmasa da mümkündür. Bunun için emekçiler öncelikle savaş histerisine karşı çıkmalı, her tür şoven-yayılmacı propagandayı ellerinin tersiyle itmeli, saray rejiminin dayattığı gündemlere değil, kendi gündemlerine odaklanmalıdırlar. Kendi taleplerini, özlemlerini gerçekleştirmek için örgütlenmeli, “sınıfa karşı sınıf” şiarını yükseltmeli, işçilerin birliği halkların kardeşliği için mücadele etmelidirler.