Covid-19, kapitalist sistemin en büyük ekonomilerinin bile üzerindeki zırhı parçalayarak, biriken zenginliklerin insanlığa karşı kullanıldığı gerçeğini gözler önüne serdi. Silahlanma ve militarist anlaşmalar için yapılan harcamalar azalmadığı gibi artarak devam etti. ABD’nin durumu ortada. Covid-19, kapitalist sistemin büyük ekonomilerinden biri olan Japonya’da da yaklaşık yüzde 40’ı düşük ücretli ve geçici işlerde çalışan işçilerin ve emekçilerin zaten zor olan yaşam ve çalışma koşullarını daha da zorlaştırdı.
Bir işçiyle yapılan röportaj gelişkin kapitalist bir ülkede bile işçilerin nasıl bir yaşam ve çalışma koşullarına mahkum olduklarını gösteriyor:
“Bir İspanyol mobilya mağazasında iş bıraktıktan sonra, 40 yaşında biri olarak düzenli bir iş bulmak benim için zordu. Japonya’da bu o kadar kolay değil.”
Aynı işçi, yeni işiyle ilgili soruyu ise, “Benim aylığım kötü sayılmaz, yaklaşık 250.000 yen (yaklaşık 2.000 euro). Ama çalışma günleri 15 saate kadar uzatılabiliyor, vardiyalar genellikle bize sadece birkaç gün önce bildiriliyor. İş güvencesi yok ve ben sigortalı da değildim.” diye yanıtlıyor.
İşçiler Covid-19 karışışında korumasız bırakıldılar
Kahve, restoran ve perakende satış zincirlerinde pandemi kısıtlamalardan dolayı tam gün çalışamayan işçilerin ücretleri ödenmedi. Bu durumda olan işçilerin ücretlerinin %60’nın şirketler tarafından ödenmesi, sonrasında KOBİ’lerin ödediği ücretlerin %100’nü, büyük ölçekli işletmelerin ise ödedikleri ücretlerin %75’ini devletten geri alması için çıkarılan yasa pratikte işlemedi.
Yasal boşlukları kullanan şirketler, “mücbir sebepler”e atıfta bulunarak ödemeyi reddedebiliyorlar. Zira yasada korona pandemisinin “mücbir sebepler” kategorisine girip girmeyeceği açık bir şekilde tanımlanmamış. Vardiyalı çalışan işçilerin fondan yardım almaya haklarının olup olmadığı da kanunla açıkça düzenlenmemiş.
Gelen şikayetler, yaşanan uyumsuzluklar ve toplumsal baskı sonunda Liberal hükümet, temmuz ayında işçilerin devletten doğrudan tazminat talep etmesine olanak sağlayan yeni bir yasayı yürürlüğe koymak zorunda kaldı. Yasa, çalışanların yardımdan yaralanabilmek için çalıştıkları şirketlerin ilgili bölümleri üzerinden müracaat etmelerini öngörüyor. Özellikle birçok KOBİ, devlet denetimlerine düşmekten korktukları için, işçilerin tazminat başvurusunda bulunabilmeleri için gerekli olan evrakları imzalamakta isteksiz davranıyorlar.
Büyük işletmelerin ve KOBİ’lerin bu tutumlarından dolayı hükümetin ayırdığı dört milyar eurodan fazla olan bütçenin bugüne kadar sadece yüzde beş kadar kısmı kullanıldı. Kasım ayı başlarında, ücret tazminatı talebinde bulunma kuralları nispeten gevşetilse de ilgili kuruluşların iş yükünden dolayı işlemlerin yavaş yürümesine dair şikayetler devam ediyor. İhtiyaç sahipleri, yapılması gereken ödemelerin yapılması için haftalarca beklemek zorunda kalıyorlar. Bu durum hiçbir ücret ve yardım parası almadan haftalarca beklemek zorunda kalan işiler için açlık anlamına geliyor
Ücret tazminatından ve diğer yardımlardan yaralanma süresi yıl sonunda sona erecek. Sübvansiyon ve yardımların sürdürülmesini içeren üçüncü ek devlet bütçesi ise henüz kabul edilmedi. Salgının başlamasından bu yana, düzensiz işlerde çalışanların yüzde altısı işlerini çoktandır kaybetmişler. Sekai dergisinin Kasım 2020 sayısında yer alan habere göre, kadın çalışanların yüzde 56’sı düzensiz işlerde istihdam edildiği için, özellikle kadınlar bu durumdan daha çok etkileniyorlar. Devlet, iş uyuşmazlıklarına ancak anlaşmazlık tırmandığında, örneğin, bir intihar olayı yaşanmış ve bu olay medyada büyük bir haber olmuşsa müdahale ediyor.
Japonya’da her yıl birkaç yüz kişinin açlıktan öldüğünü tahmin eden yardım kuruluşları, pandemiye bağlı olarak intihar oranlarının da bu yıl arttığını söylüyorlar. Nitekim Japonya Emniyet Müdürlüğü'nün ekim ayı istatistiklerine göre Japonya’da bir ayda intihar edenlerin sayısı (2 bin 153), salgın boyunca ölenlerin sayısını (27 Kasım itibariyle 2 bin 87) geçmiş bulunuyor.
Ekonomiyi canlandırmak için kampanya: “GO-TO”
Üçüncü “korona dalgası”nı yaşayan Japonya’da günlük enfekte olan insan sayısı resmi rakamlara göre 2000 bandında seyrediyor. Salgına karşı kapitalist sistemin diğer hükümetleri gibi Japon hükümetinin de sürü bağışıklığı dışında bir çözümü yok.
Japon eğitimi ve muhafazakar-gerici kültürünün temelini oluşturan kaderci şükür ve sebat etme vaazlarıyla erken yaşlardan itibaren yüzleşen Japonlara, “öz-sorumluluk her şeyden önemlidir” öğretisiyle birlikte bunun “açlık ve ölümü de dıştalamadığı” öğretilir. Muhafazakar-gerici kültürün ruhuna bağlı olan ‘liberal’ başbakan Yoshihide Suga, insanları, “bireysel, kendi kendine yardım”ı teşvik etmenin ruhuna uygun olarak ihtiyatlı ve disiplinli olmaya çağırıyor. Durgun ekonomiyi “canlandırma” politikası izleyen hükümetin, iç seyahati sübvanse eşliğinde sürdürdüğü “Go-To” kampanyası, enfeksiyonların hızla yayılmasına yol açarken, kapitalist ekonomiyi de tersten etkiliyor.
Japonya’da tüketici fiyatlarının yaklaşık on yıldır görülmemiş bir düzeyde düştüğü açıklandı. Hükümet verilerine göre, gıda ve enerji fiyatları hariç, 2020 Ekim ayı enflasyon oranı bir önceki yıla göre yüzde 0,7 düştü. Böyle keskin bir düşüş en son Mart 2011’de görülmüştü. Korona krizi göz önüne alındığında, tüketici fiyatlarının şimdilik daha da düşmesinin muhtemel olduğu söyleniyor. Bu durum, Japonya’nın egemen sınıfları arasında deflasyon korkularının büyümesine sebep oldu.
Uluslararası karşılaştırmalara göre Japonya son derece az test yaparak, enfekte olan insanların sayılarını düşük tutuyor. Böylece, gelecek yıl yapılacak olan Tokyo olimpiyatlarını riske etmemeye çalışıyor. Hükümetin uyguladığı bu insafsız ve vahşi politikaları eleştiren Japonya Komünist Partisi, belirtileri olmayanları tanımlayıp izole etmek için daha fazla korona testleri için çağrıda bulunurken, tekellerin hükümeti de Tokyo olimpiyatlarını sekteye uğratmamak için bu durumu görmezlik ve duymazlıktan geliyor.
Sol görüşlü Suga gazetesi, Japonya’daki KOBİ’lerin yaklaşık yüzde 10’unun yakın gelecekte kapanmak zorunda kalabileceğini, korona krizinin orta sınıfın “konsolidasyonunu” gerçekleştirmek için kullanabileceğini ve bunun sonucu olarak da işsizlik rakamlarının patlayabileceğini yazdı.
Röportaj yapılan işçi, kapitalist tekeller ve onların arkasındaki devlet ile işçi sınıfı arasındaki çatışmanın ve bunun seyrinin daha çok keskinleştiğini, “Birçok şirkette, fazla mesailer bile ödenmez. Biz Japonlar bunu değiştirecek durumda değiliz ve birlik aracılığıyla savaşmaya çalışan herkes çabucak başka bir şehre transfer ediliyor. Ancak şirketlere karşı harekete geçme isteği son yıllarda artmıştır.” sözleriyle ifade ediyor. İşçilerin beslenme, barınma, eğitim, sağlık gibi en basit temel haklarını bile kabul etmeyerek, kaldığı kadarını da gasp etmek için fütursuzca saldıran sermaye, işçi sınıfını savaşmaya zorluyor. Bu savaş kaçınılmaz olarak yaşanacaktır. Bu savaşın sonucunu ise günlük savaşım içerisinde biriktirdiği deneyim üzerinden birliğini sağlayarak güçlendiren işçi sınıfının örgütlülük düzeyi ve devrimci bir programa sahip olan partilerle sınıf arasındaki güven ve kaynaşmanın nicelik ve niteliği belirleyecektir.
Bilgiler ve röportajın kaynağı: Junge Welt