Türk sermaye devletinin Ortadoğu’da izlediği yayılmacı/işgalci politikanın temel araçlarından biri Filistin sorunudur. Nitekim Siyonist rejimle işbirliği yaparken, Filistin halkından yanaymış gibi nutuk atmayı adet edindiler. AKP iktidara geldikten sonra, İsrail’le ticaret hacmi dört-beş kat arttı. Ama bu sürede -vaazlar dışında- Filistin halkına verilmiş somut bir destek yok. Filistin halkını aldatmak için, İsrail karşıtı hamasi nutuklar atıyorlar. Ortada Filistin davasını istismar eden, bu direnişçi halkının acılarını siyasi ranta çeviren dinci-gerici bir anlayış var.
Son bir hafta içerisinde Türkiye gibi 'asparagas gündem' bombardımanı altında tutulan bir ülkede arada çabuk kaynayan haberler de oluyor. Doğu Akdeniz’de gaz paylaşımı kavgası şiddetlenirken, Türk sermaye devletinin bu alanda sorun yaşadığı ülkeler listesine İsrail’de eklendi. Gündemi savaş naraları kaplarken geçtiğimiz hafta HAMAS (İslami Direniş Hareketi) şefleri Türkiye’ye geldi. HAMAS’ın siyasi kanat liderleri AKP şefi T. Erdoğan'la görüştü. Böylece T. Erdoğan bu yıl ikinci kez HAMAS’la üst düzey görüşmeler yapmış oldu.
Görüşmeler, doğal olarak İsrail’i rahatsız etti. Nitekim Siyonist rejimin Türkiye'deki temsilcilerinden biri olan Ankara Maslahatgüzarı Roey Gilad, HAMAS üyelerine pasaport ve kimlik sağlandığına dair ellerinde 'kanıt' bulunduğunu, bu kanıtları Türk devletine ilettiklerini söyledi. Gilad’ın Türkiye’ye dair bu iddialarını değerlendiren ABD Dışişleri Bakanlığı, bu tarz 'teröristlerle' ilişkilerin "Türkiye'nin uluslararası toplumda yalnızlaşmasına yol açacağını" ifade ederek görüşmeden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Görüşme rahatsızlık yaratsa da, taraflar arasında bir soruna dönüşmedi.
Türkiye'nin kimlik ve uluslararası dolaşım için pasaport sağladığı HAMAS mensupları, 2011 yılında İsrail’le sağlanan tutuklu takası anlaşmasından sonra Türkiye'ye sürgüne gönderilenlerdir. Yani HAMAS’la işbirliği yeni değil. Ama burada bir detay göze çarpıyor; Türk sermaye devleti ABD'nin tehdidine yanıt verirken HAMAS savunmasını seçilmişlerin terörist sayılamayacağı ifadesine dayandırıyor. Türkiye'de yüzlerce seçilmişin terör iddialarıyla tutsak edildiği bir zaman diliminde bunu savunabilmek, ABD'nin teröristlerle işbirliği eleştirisindeki kadar riyakar bir tutumdur. Zaten bundan dolayı ABD'nin destek sağladığı güçlere bakmak nasıl yeterliyse Türk sermaye devleti açısından güncel bir Filistin örneğine bakmak yerinde olacaktır.
Filistin’de El Fetih hareketinden uzaklaştırılan Muhammed Dahlan'ı terörist ilan eden ve en çok arananlar listesine alan da Türk sermaye devletinin yargısıdır. Dahlan'ı 'terörist' yapansa Türkiye'nin Suriye ve Libya politikalarına muhalif olması ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) ilişkiler geliştirmesidir. İsrail'in HAMAS’a dair iddiaları gibi, AKP iktidarının temsilcilerinden Süleyman Soylu da Dahlan için 'delilleri' olduğunu söyleyerek sözde haklılığını savunuyor.
Filistin halkının davası ya da acıları AKP şeflerini zerre kadar ilgilendirmiyor. Onlar için HAMAS bile desteklenmesi gereken bir Filistin direniş gücü olarak tanımlanmıyor. Müslüman Kardeşlerin (İhvan) Filistin kolu olduğu için destekliyorlar. Kendi bölgesel çıkarlarına uygun bir ortak olarak kodlandığı sürece HAMAS değer ifade ediyor. Bundan dolayı HAMAS'la ilişki geliştirenler diğer Filistin direniş güçlerini yok sayıyor. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi güçler kendi imkanlarıyla direnişi örmeye çalışırken diğer yandan Koronavirüs pandemisine karşı Filistin topraklarında ve mülteci kamplarında hijyeni sağlamaya çalışıyor. Bunlara dair tek söz etmeyen Türk sermaye devletinin HAMAS’a desteği Suriye'de ÖSO çeteleri, Libya'da 'kukla hükümet', Sudan'da devrik İslamcı diktatör El Beşir’e desteğinden farksızdır. Kendi siyasal çizgilerine yakın olsa bile bu onlar için yeterli değil. Keza tersten bölgesel çıkarları için gerekirse siyasal kimliklerine karşı güçlerle de yan yana gelirler. Dahlan da şimdi terörist yarın dost olabilir. Esad'la ortak bakanlar kurulu toplantısı yapıp sonra “devrilmesi gereken diktatör” ilan edilmesi gibi.
Burada önemli olan Türk sermaye devletinin yayılmacı-fetihçi hırslara dayalı bir politik çizgiyle her yere el atması, gittiği yerleri karıştırmasıdır. HAMAS'la ilişkilerin Filistin'in işgaline karşı gelişen direnişe hiçbir katkısı yok. Tersine, HAMAS aracılığıyla Filistin halkının davasını istismar ediyorlar. Nitekim Suriye'deki çetelere tırlarla silah, devasa maddi kaynaklar aktaran, yeri geldiğinde kendi askeri gücüyle onlara savunma duvarı örenler, HAMAS'a kimlik sağlama, sürgün yeri olarak ev sahipliği yapma, medya önünde İsrail'e ‘muhalif’ açıklamalar yapmanın ötesinde bir şey yapmıyorlar. Oysa İsrail’le ticaret gelişiyor, pek çok başka alanda da işbirliği devam ediyor. Tayyip Erdoğan’ın oğlunun ‘gemicikleri’ ise, yıllardan beri İsrail limanlarını mesken tutmuş durumda.
Onlar Filistin'in kurtuluşuna değil bölgedeki çıkarlarına yatırım yapıyorlar. Bundan dolayı HAMAS'la görüşen AKP şefleri, İsrail'le ekonomik ilişkilerini büyütüyor. Her iki ülkenin burjuvazisi yıllık 6 milyar dolara ulaşan bu işbirliğinden çok memnun. Zira emperyalist-kapitalist sistemin güncel arenasında salt kamplara dayalı bir yaşam formu yoktur. Bir yandan gerilim yaşanırken diğer yandan ilişkiler sürebiliyor. Libya'da ters düşen güçler başka bir toprak parçasında ortak tavır alabiliyor.
İsrail'in de Türkiye'nin de şirketlerinin birbirine ihtiyacı varken ne “one minute” ne Mavi Marmara gemisi katliamı ne de HAMAS mensuplarına verilen pasaport belirleyicidir. Siyasi ilişkiler sınırlanabilir, askeri işbirliği görünürde azalabilir fakat sermaye cephesinde işbirliği kesintiye uğramak bir yana daha da güçlenir.
Siyonistler karşısında Türkiye'nin ‘Filistin dostluğu’ çıkarlarıyla orantılı ve bundan dolayı sahte olmak zorundadır. AKP için Filistin davası, Müslüman halkları etkilemek için kullanılan propaganda malzemesinden ibarettir. Nitekim HAMAS'a verilen desteği İsrail bir soruna çevirmiyor. Bundan dolayı ekonomik ilişkiler aksamadan sürebiliyor. Bu AKP ile başlamış bir süreç değil elbet. 1996'daki Serbest Ticaret Anlaşması'yla sanayi ürünlerinden vergiler kaldırıldığından beri bu ilişkiler bağımlılık düzeyindedir. Zira İsrail'e ticari sınır getiren Arap ülkelerine Türkiye ortaklığı sayesinde İsrail burjuvazisi dolaylı yoldan ulaşabilmektedir. Ticari ilişkiler AKP döneminde katlanarak büyümüştür. Bu ilişkilerin olduğu yerde ‘Filistin dostluğu’ riyakarlıktan öte bir anlam taşımaz.
Filistin halkının gerçek dostları emperyalist-kapitalist devletler değil işçi sınıfı ve ezilen emekçi halklardır. Türkiye'de ve dünyada siyonist işgal ve yıkım makinası karşısında kalbi direnen Filistin halkıyla atan milyonlar vardır. İsrail'e boykot hareketi olan Boycott, Divestment, Sanctions (BDS) 40'tan fazla ülkede İsrail'e karşı Filistinlilerin sesi oluyor. Dünyanın dört bir yanında eylem alanlarında Filistin bayrağı dalgalanabiliyor. Bize düşen de sahte dostların maskelerini indirirken Filistin direnişinin yanında durmaktır.
İ. Manuşyan