Buchenwald Nazi Toplama Kampı’nı bundan 4 sene önce ziyaret etmiştim. Alman işçi sınıfının yiğit önderi, KPD (Almanya Komünist Partisi) Genel Başkanı Ernst Thälmann 11 yılık hücre hapsinden sonra, 18 Ağustos 1944 tarihinde Buchenwald kampına kapatılmıştı. Kurtlar Arasında Çıplak’ın yazarı da bu kampta 8 yıl yaşamak zorunda kalmıştı.
Hitler dönemin Almanya’sında en büyük toplama kamplarından biri olan Buchenwald eski Doğu Almanya’nın Thüringen Eyaletinde bulunan Weimar yakınlarında, kayın ormanı içine kurulmuş bir ölüm manikasıydı. Kampın giriş kapısında “JEDEM DAS SEINE” (Herkes hak ettiğini bulur) yazılı. Kampın girişindeki binanın üstünde yer alan saat, özgürlüğün anısına 15.15’e sabitleştirilmiş. Kampa giren herkesin dikkatini önce bu durmuş saat çekiyor.
Toplama kampına ilk olarak Haziran 1937’de, bir kısmı KPD’li olmak üzere 150 kişi getirilmiş. Diğer kamplarda olduğu gibi, tutsak sayısı gün geçtikçe on binleri bulmuş. Faşizme karşı direnişi örgütlemeye çalışan binlerce KPD’li tutuklanıp, özel olarak Buchenwald kampına katledilmeye getirilmiş. Bir zamanlar çalışma kampı olarak işletilen toplama kampına, Avrupa’nın dört bir tarafından 250 bin kişi tren vagonlarıyla kan revan içinde taşınmış. Bu konuda Alman Demiryolları’nın (DB) geçmişi de oldukça kirli. Getirilenlerin komünist, Yahudi, sosyal demokrat olduğu biliniyor.
Ölüm makinası
1937-45 yılları arasında Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde tutuklanarak kampa getirilenlerden 56 bin kişinin öldürüldüğü tahmin ediliyor. Faşizme karşı direnişte öne çıkanların toplanması için Hitler’in özel talimatıyla yaptırılan kampta, at ahırı denen bir muayenehanede doktor kontrolü altında 7.200 Kızıl Ordu savaşçısı kafalarına kurşun sıkılarak öldürülmüş. Kampta katledilenler hakkında not tutmak dahi ölüme sebep olmaktaymış. Buna karşı her gurubun sözcüsü kendi yöntemleriyle tarihe not düşmüşler. Her bir toplama kampının kendine has özelliği var.
Buchenwald Toplama Kampı faşist çılgınlıklarla ve tutsakların özgürlük için kendi çabalarıyla kurmuş oldukları örgüt ile de tanınır. Amerikan ordusu, 11 Nisan 1945’te kampa girdiğinde, kampın tutsaklarca kurtarıldığının farkına varır. Toplama kampının ortak özelliklerinden biri de kadın erkek, yaşlı çocuk demeden, tutsaklar üzerinde vahşi “tıbbi deney”ler yapılmış olmasıdır.
Faşizm tarafından katledilenler ve direnişçiler anısına dikilmiş görkemli anıtta (Buchenwald Direniş Anıtı) yüzleri ovaya dönük on kararlı insan ve bir çocuğu görüyorsunuz. Kavgada düşenin sıkılı yumruğu, sırtlanılmış kızıl bayrak, ellerindeki silahlarla tetikte bekleyenler, geleceği kazanmaya olan inançla yapılan zafer işareti ve uzaklara bakan gözler özgürlüğü simgeliyor.
Umut insanda, umut direnişte! Toplama kamplarını ziyaretimde öğrendiğim en temel gerçeklilik bu. Hangi türden işkence ve imha yöntemi kullanılırsa kullanılsın, her daim umutlu olmak, insan ve insanlığın eninden sonunda kazanacağına olan inancı korumaktır aslolan. Sırt sırta vermek, yardımlaşma ve dayanışmada ısrar etmek; yoldaşının, arkadaşının veya bir çocuğun yaşayabilmesi için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamaktır insanlık. Polonya’nın doğusunda ormanların derinliklerinde, aileleri korumak ve kurtarmak için oluşturulan Yahudi partizan birlikleri öncülerinden Tuvia Bieski’nin söylediği gibi:
“Yoldaşlar! Bugün en güzel günüm. Çünkü bugün büyük bir insan gurubunun gettodan çıkışını kendi gözlerimle gördüm. Size söz veriyorum, hayatta kalmaya çalışırken ölebiliriz. Ancak insanların hayatını kurtarmak için elimizden geleni yapacağız. Yaşlıları, çocukları ve kadınları yok etmeyeceğiz. Hayat zor, sürekli tehlike içindeyiz. Ancak yok olursak, ölürsek insan gibi öleceğiz.”
Bugün sermaye çevreleri tarafından kamplar hakkında yazılanlar ve söylenenlere bakacak olursak, bunların asıl amacının, faşizm karşısında direnme anlayışının, özellikle komünistlerin kahramanlıklarının üstünü örtbas etmek, Thälmann’ın partisini karalamak olduğu rahatlıkla görülebilir. Anti-faşistler Nazi barbarlığına, SS ve Gestapo işkencelerine cesaretle direndiler ve yitiklikleriyle Alman halkının onuru oldular. 25 Mayıs 2007’de yaşamını yitiren Gertrud Müller, kendisiyle yapılan bir söyleşide şunları söylüyordu:
“Faşizmin yenilgiye uğratılmasından sonra komünistler üzerinde takibat devam etti. 1947-1949 yılları arası iki yıl gözetim altında tutuldum. Bir de baktım ki Hitler döneminin memurları hiçbir şey olmamış gibi görevdeler. Ben Revensbrück toplama kampında kaldım. Kolay kolay pes etmem. Yaşadığım müddetçe hep faşizme karşı mücadele edeceğim.”
Evet, mücadele bugün de başka koşullarda devam ediyor. Yaşananları unutmadan, tarihten öğrenmek gerekiyor. Almanya gibi bir ülkede ırkçılık ve Nazi örgütlenmeleri gündemden düşmek bilmiyor. Her dönem kendilerine yeni bir ad bulup, toplumun en geri, en milliyetçi eğilimlerine bin bir türden yalanlarla sesleniyorlar. Toplumu birbirine karşı kışkırtan, işçi ve emekçilerin gerçek sorunlarından uzaklaşmasına hizmet eden ve göçmen emekçileri hedef tahtasına koyan tüm Neonazi örgütlenmeler devletten şu ya da bu şekilde maddi ve manevi destek görüyorlar. Hangi ulustan olursa olsunlar, hangi dili konuşursa konuşsunlar, hangi inancı taşıyorsa taşısınlar, işçi ve emekçilerin sorunları ortaktır. Her işçi ve emekçi buna hayat içinde binlerce kez tanık olmuştur. O halde ayrımcılığa, ırkçılığa ve bölünmüşlüğe karşı ortak yaşam ve mücadeleyi güçlendirmek için birlikte hareket etmeliyiz. Çünkü halkın, işçi ve emekçilerin gücü örgütlü birliğinden gelir.
Kızıl Bayrak / Hamburg
* Bir dostumuzun, kişisel sosyal medya hesabından da paylaştığı, Buchenwald Nazi Toplama Kampı’na dair izlenimlerinin elden geçirilmiş halidir.