AKP iktidarının Avrupa ülkelerinde yapmak istediği referandum toplantılarının yasaklanmasının ardından, tarafların yaptıkları açıklamalar gündemde öne çıktı. AKP’nin şefleri ve bakanları miting yasaklarına karşı, Almanya ve Hollanda için “Nazi kalıntısı”, “ifade özgürlüğünü ayaklar altına alıyorlar” gibi, kendi niteliklerine hiç de yabancı olmayan yakıştırmalar yaptılar. Her fırsatta mağduru oynayan dinci partinin şefleri, bu “mağduriyetlerini” referandumun ardından kurmak istedikleri zorba iktidarları doğrultusunda kullanmaya çalışıyorlar. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Hollanda’ya alınmamasına dair Bağcılar’daki toplantısında konuşan Erdoğan, “Bunlar Nazi kalıntısı, bunlar faşist, bunu böyle biliniz” dedikten sonra, “Almanya’nın kendilerini izlediğini” iddia etti. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı ise, Hollanda’ya alınmamasına ilişkin olarak, “İfade özgürlüğü, hareket, toplanma özgürlüğü, şu an bunların hepsini askıya almış durumdalar” diye konuştu.
Hükümet ve iktidar oldukları 15 yıl boyunca işçi sınıfı ve emekçilerin haklarına azgınca saldıran, gelinen yerde ülkeyi KHK’larla yöneten, tecavüzü yasallaştırmaya kalkan, Kürt halkını katliamdan geçiren sermaye devletinin şeflerinin ikiyüzlü mağduriyet edebiyatlarına yabancı değiliz. İfadelerinden de anlaşıldığı üzere, tüm bunları referandumda istedikleri sonucu almak için yapıyorlar. Hollanda ve Almanya’nın uygulamalarını, “Dış güçler ‘Evet’ oyları sonucunda oluşacak güçlü Türkiye’ye karşılar” iddialarına dayanak yapmaya çalıştılar.
Erdoğan’ın geçtiğimiz haftalarda başkanlık sistemini meşrulaştırmak için “Bu sistem Hitler Almanya’sında da vardı” minvalindeki sözlerini hatırlarsak, bugün Hollanda’yı Nazilikle suçlamasının sahteliği daha iyi anlaşılır. Daha dün olumladıklarını, kendi niyetlerini meşrulaştırmak için işaret ettikleri örneği, bugün bir “hakaret” olarak kullanıyorlar.
“Dışarıya efelenmeler” aslında iç politika malzemesi
Tıpkı İsrail’le ilişkilerde olduğu gibi, “One minute” gibi çıkışlar yapıp, ekonomik, ticari, askeri vb. ilişkileri sürdürmek, Almanya ve Hollanda ile yaşanan gerilimde de geçerlidir. “Türkiye’de 2 bin 564 Hollanda firması faaliyet yürütmektedir. (...) Her yılki ticaret hacmi 6-6,5 milyar dolardır. Türkiye bazı yıllar dış ticaret açığı veriyor. Yani Hollanda’ya bağımlılık söz konusudur.” (Kızıl Bayrak, Sayı: 2017/11) İç politika malzemesi olarak kullandıkları “gerilim”lerin arka planında, böylesi ilişkiler sürdürülmektedir.
Yanı sıra, AKP iktidarının Avrupa’da demokrasi olup olmaması gibi bir sorunu yoktur. AKP iktidarının “ifade, hareket, toplanma özgürlüğü” konusundaki sicili, bu hakları yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda ele aldığını zaten gösteriyor.
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nin hazırladığı rapor da AKP’nin bu siciline ayna tutuyor. Rapora göre; son 15 ayda polis 264 gösteriye saldırdı. Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre de eylemler dolayısıyla 2011 ile 2015 yılları arasında 116 bin 804 kişi hakkında “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” iddiasıyla soruşturma yürütülürken, 67 bin 453 kişi hakkında dava açıldı. Son 5 yılda bu suçtan hakkında dava açılan 82 bin 924 kişiden 27 bin 278’i beraat etti, 7 bin 408 kişi “mahkum” oldu. 8 bin 88 kişi hakkında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildi.
Söz konusu demokratik hak ve özgürlükler veya basitçe eylem yapma özgürlüğü olduğunda, burjuvazi her ülkede bu hakkın yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmasını ister. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın, Kürt halkının Avrupa’da gerçekleştirdiği Newroz kutlamalarına “izin verilmesini”, “teröre destek” olarak yorumlaması bunu ifade ediyor. Hollanda sermaye devleti de böylesi hakların kullanımı konusuna böyle yaklaşmaktadır, orada da işleyen burjuva diktatörlüğüdür.
“Nazilik” suçlaması Nazi özentilerinden
15 Temmuz darbe girişimi sonrası, işin aslında, işte bu tablonun yaratıcılarına sahip çıkılması için, Taksim Meydanı gibi demokratik eylemlere kapalı alanlar, “Demokrasi nöbetleri”ne açılmıştı. Hak arama eylemlerini “yasaklayan”, mitinglerde pankart, flama içeriğine karışma, pankartlara el koyma gibi dayatmalara girişen sermaye devletinin, Hollanda’yı Nazilikle suçlamasının, muhatapları tarafından bile ciddiye alınmadığı kolayca tahmin edilebilir. Ülkeyi KHK’larla yöneten, başkanlık sistemine karşı çıkanlara Hitler dönemini örnek gösteren AKP iktidarı, Naziliğe özendiğini zaten ortaya koymuştu.