2024 Yaz Olimpiyatları tamamlandı. Bu sene Paris'te gerçekleştirilen Olimpiyatlar hem sınıfsal çelişkinin hem emperyalist sistemin iki yüzlülüğünün aynası oldu. Çoğu kişi spor müsabakalarını değil sistemin dökülen makyajının altından sırıtan rezillikleri tartıştı.
Bir yanda Paris’in büyük bir bölümünü işçi ve emekçilere yasaklayan, ama Olimpiyatları izlemeye gelenlere “güvenlik bölgesi” tahsis eden, diğer yanda “Ukrayna’da savaş ve sivil katliamları nedeniyle” Rus sporcuları dışlayan ama Gazze’de soykırım yapan Siyonistlere alan açan tiksinti verici bir riyakarlık sergilendi. Bir yanda “önleyici adım” adı altında göçmenleri fişleyen polis icraatları, diğer yanda milyarlarca Euro harcanarak “temizlenen” Seine nehrinde koli basili olan sporcu…
Olimpiyatlardan bahsederken hala bunun bir spor müsabakası olduğunu, “barış ve dostluk” mesajı içerdiğini öne sürenler çıkabiliyor. Oysa Olimpiyatlar “kirleneli” on yıllar oldu. Öyle ki, sporculara dair kararlar bile emperyalist hegemonyanın politik tercih ve güncel ihtiyaçlarıyla uyumlu şekilde alınıyor. Tarihte kadını yok sayanlar, kapitalist sistemleriyle cinsiyetçi ayrımı her gün yeniden üretenler, şimdi güya kadın ve LGBTİ+ savunucusu kesiliyor.
Sırf Fransız burjuvazisinin gösteriş merakı için sporcuların sağlığı riske atılarak Seine Nehri’nde yarışma yapılması dayatıldı. 1.4 Milyar Euro gibi devasa bir kaynağı, Seine Nehri “yüzülebilir” olsun diye harcadılar. Bu şatafatın hangi ihtiyacın ürünü olduğunu kimseyle tartıştırmayan devlet erkanı, bir de klişe “başardık” pozu takınabilmek için Spor Bakanı ile Paris Belediye Başkanı'na suda iki kulaç attırdı. Oysa suya akıtılan bu para ile Olimpiyatlar vesilesiyle şehrin dışına sürdükleri evsiz göçmenlerin de barınma sorununu çözecek binlerce ucuz konut inşa edilebilirdi. Fransa'da Paris’in içinde bile sorun haline gelen öğretmensizlik, kalabalık sınıflar sorununun çözümü için fon yaratılabilirdi. Acil servislerde grev yapan sağlık emekçilerinin talepleri karşılanabilirdi vb…
Ama Fransız sermaye iktidarı için işçilerin, halkın ihtiyaçlarının bir önemi yok. Olimpiyatlar ise sadece gösteriş ve rekabetin bir arenası. Bu gösteri için devasa kaynakların harcanmasında beis görmüyorlar. Zira akan para sermaye tekellerine gidiyor.
***
Paris Olimpiyatları eylemlere de sahne oldu. Avrupa'da Filistin eylemlerinin nispeten güçlü olması sayesinde Olimpiyatlar öncesi Siyonistlerin de dışlanmasını isteyen, uzaklaştırılan göçmenlere sahip çıkan, harcanan paraların sağlığa, eğitime aktarılmasını talep eden kampanyalar gerçekleştirildi. Elbette kulak ardı edilen, sansürlenen bu çağrılara karşılık Olimpiyatlar, Eurovision gibi etkinlikler kapitalist devletlerin propaganda malzemesi olmaya devam ediyor. Soykırımcı İsrail'i dünyanın gözünde şirinleştirmenin aracı olarak Olimpiyatlar da kullanıldı. İşin diğer yanındaysa Fransa'da yükselen faşist hareketler Yahudi düşmanlığını kamufle ederek “Anti-semitizm karşıtı kampanyalar” örgütleyerek İsrail'i savunan eylemler yapıyor. Siyonistlerle faşistlerin kol kola olduğu bir süreç işliyor. Avrupa’da yabancı düşmanları, Gazze’de soykırım yapan faşistlerle Siyonistler, Filistin halkıyla dayanışma eylemlerine katılanları “Yahudi düşmanı”, “gerici-İslami terör destekçileri” diye itham ediyor. Siyonist/faşist eylemleri öne çıkaran sermaye medyası, Filistin'deki katliamlara dikkat çeken, Rusya'ya ambargo uygulanırken İsrail'i kayırma riyakarlığını teşhir edenleri ise yok sayıyor.
Bu arada Cezayirli sporcuların Seine nehrindeki geçit töreninde 1967'de polis tarafından katledilen Cezayirlileri anmak için suya çiçek bırakması, bu iki yüzlülüğe verilen anlamlı bir cevaptı. Fransa kadar elinde sömürge halklarının kanı bulunan bir devletin çıkıp Olimpiyatlar üzerinden “barış ve kardeşlik” mesajı vermesi aymazlıktır. Sergilenen iki yüzlülüğü teşhir eden Cezayirli sporcuların protestosu bu Olimpiyatların en anlamlı eylemi oldu.
Emperyalistlerin sporu istismarı
Emperyalist sistem için her alan, gerici propaganda ve çıkar ilişkilerine hizmet için kullanılabildiği kadar değerlidir. Uluslararası spor, sanat organizasyonları onlar için toplumsal bir ihtiyaç değil çıkar ilişkilerinin birer maddi zeminidir. Bundan dolayı kitlelerin erişimindeki sınırlılık çağımızın gelişen teknolojisiyle geride bırakılabilecekken, hala sınırlı bir kesimin ulaşabildiği, gidebildiği etkinlikler olmaya devam eder. Hem Katar'daki Dünya Kupası hem Paris'teki Olimpiyatlar bunun son rezil örnekleri oldu.
Paris olimpiyatlarını farklı kılan ise, milyonlarca işçi ve emekçinin yaşadığı bir kent olmasına ve Avrupa'nın dört bir yanından ulaşımın kolaylığına rağmen bu tecrit halinin uygulanmasıdır. Düşünün ki, Olimpiyatlar nedeniyle Paris çevresindeki banliyölerde yaşayanlar, kentin merkezi noktalarına girebilmek için iki gün öncesinden “izin başvurusu” yapmak zorunda bırakıldı. Ulaşım ücretleri Olimpiyatlar süresince iki katına çıkarıldı. Yarışmaları izlemenin bilet fiyatlarından bahsetmiyoruz bile. Şehrin bir bölümünü Olimpiyatların izleyicisine “özel alan” diye kapatan bu gerici zihniyet, emekçilere/göçmenlere ikinci sınıf muamelesi yaptığını bundan daha çarpıcı şekilde nasıl anlatabilirdi ki? “Önleyici” güvenlik tedbirleri kapsamında “terör” şüphesiyle yüzlerce Arap ve Müslüman kökenli kişi gözaltına alındı ve fişlendi. Herhangi bir tutuklamaya yetecek delil olmaması ise önemli değil. Yaratılmak istenen ayrıştırıcı korku atmosferi, bu ayrımcı uygulamalarla beslendi.
Organizasyonların bir de uluslararası arenadaki “prestij” konusu da elbette gözden kaçırılmamalı. Emperyalistler kendi güçlerini kanıtlamak istercesine altın madalyaları toplamak için kıyasıya rekabet etti. Ancak tarihte birçok olimpiyatta ezilen, sömürülen ülkelerden de tüm yoksunluğa rağmen yetişmiş sporcuların madalyalar kazandığı, hatta dünya rekorları kırdıklarına şahit olunmuştur. Bu da aslında var olan eşitsizliği gizlemenin yollarından biri olarak istismar ediliyor. Bu tür örnekler “çalışanın kazanabileceğine” kaybedenin “tembellikten yenildiğine” dair söylemin pazarlanmasına yarıyor. Oysa ki toprağa egemen olanın madalyalara da hükmettiğini sayılara bakarak görmek mümkün. Ki son Avrupa kupasındaki Fransa Milli Takımı oyuncularının çoğunluğunun (İlk 11'de sadece 2 Fransız asıllı futbolcu vardı) göçmen olması gibi, Olimpiyatlarda da emperyalist ülke oyuncularının çoğunun sömürge ülkelerden gelmesi ayrıca altı çizilmesi gereken bir nokta. Fransa'nın teknik hatayla reddettiği için Cezayir adına yarışan ve Afrika kıtasının ilk jimnastik altın madalyasını kazanmasını sağlayan sporcusundan Türk voleybol takımındaki eski Kübalı oyuncuya kadar örnekleri çoğaltabiliriz. Emperyalistler sadece yeraltı kaynaklarını, zenginliklerini, kültürlerini değil bir bütün olarak varlıkları sömürmeyi spor alanında da es geçmiyor. Ücretli köleliğin sporda da karşımıza çıkmasına şaşmamak gerekir.
Olimpiyatlar sona erip sular durulurken, geriye üstü örtülmeye çalışılan bu gerçekler kaldı. Ama sistem kriz içinde debelendiği sürece hiçbir etkinlik/organizasyon eski işlevlerini yerine getirmeyecek. Olimpiyatların atmosferinde şişirilmiş milliyetçi şoven duygular sistemin krizinin girdabında eriyip gidecektir. “Ulusal gurur” madalyaları mutfaktaki yoksunluğa fayda getirmeyeceği gibi kupaları da köşelerde sergilenen hurdalar olmaktan kurtulamayacak. Ve biz kısa süre içerisinde tekrar savaş, kriz haberleri arasında aslında birbirinden çok da farkı olmayan ülkelerin gerçeklerini görüyor olacağız. İşçi sınıfı hala ayağa kalkıp bu sömürü çarklarını kıramadığı için ne spor sadece spor olabilir ne Olimpiyatlar kardeşleşmeye hizmet eder.