Yüzyıl sonra, yine bir ekonomik buhran, virüs salgını, büyük güçler arası rekabet ve dengeleme ortamında, acaba yine bir totaliter rejimler çağına mı girdik?
Biri totaliter mi dedi?
Oxford sözlüğü, “totaliterizmi” tanımlarken siyasi gücü elinde toplayan otokratların, vatandaşlarının yaşamları üzerinde bütünsel denetim kurmayı amaçladığını, muhalefete katlanamadığını, izin vermek istemediğini vurguluyor.
Bu saptamadan hareket edersek çağımızda birçok ülkede “dediğim dedik” (otokrat) liderlerin siyasi gücü, devletin şiddet araçlarını ellerinde, giderek daha çok toplamaya çabaladıklarını görüyoruz. Hükümetlerin ve temsilciler meclislerinin (yasamanın) yetkileri iyice kısılıyor. Yargı kurumunun tamamen yandaşlardan oluşması ve liderin arzularını tatmin edecek, güvenliğini sağlayacak biçimde işlemesi için büyük çaba harcanıyor. Her üçü de artık liderin gölgesinde ve iradesine tabi olarak işliyorlar. Muhalefetin hareket sınırlarını merkezi iktidar belirlemeye çalışıyor. Rejim, bu sınırların dışına çıkanları, seçilmiş siyasetçilerden sanatçılara, entelektüellere kadar, türlü gerekçelerle yargılayıp cezalandırmaya, baskı altına alıp yıldırmaya çalışıyor.
Bu totaliter rejimlerde, devletin uzantısı haline gelen medya ve genel olarak kültür endüstrisi, sivil-toplumun meslek odaları gibi kurumları, halkın kültürel ve dini, hatta cinsel yaşamı, günümüzdeki izleme teknolojilerinin de katkısıyla çok yakından denetleniyor. Lidere ve rejime yönelik eleştirileri türlü, mali, cezai, zaman zaman da simgesel ve fiziksel saldırılarla susturulmaya çalışılıyor.
Bu sürece direnemeyen muhalefet partileri ve akımlar giderek işlevsizleşiyor, artık kolayca tasfiye edilebilecekleri noktasına doğru sürükleniyorlar. Bu totaliter rejimlerin uygulamalarına “Yeni faşizm süreci” de deniyor.
Şimdi bambaşka bir şey
Dünyada bunlar olurken Türkiye’de başka şeyler yaşanıyor. Siyasal İslamın muhalefete çok kızan kimi taraftarları, muhalefetin temsilcilerine kavanozda mermi gösteriyor, siyasal İslamın yaşam dünyasına katılmayı, usul ve âdetlerini benimsemeyi reddeden vatandaşları, ölümle tehdit ediyor, katliam listeleri hazırladıklarını yandaş TV kanallarında övünerek açıklıyorlar. Kültür endüstrisinin önemli iki komiserinden biri RTÜK Başkanı, “talihsiz bir açıklama” (keşke açıklamasaydı-EY) dedikten sonra, “Çok büyütülecek bir konu değil” saptamasına bağlı olarak, o kanala ve programa yönelik bir işlem yapmaya gerek görmüyor.
Aynı başkan, iktidara yönelik eleştirilerden usanmış biri olarak, televizyon kanallarında haber okuyanların yorum yapmalarını yasaklamaktan söz ediyor. Tabii başkan, bütün yorumları yasaklamaktan yana değil: “Gerçekten bu işi iyi (rejimden yana-EY) yapan arkadaşlarımızın yorumlarını engellemeyelim diye biz de diğerlerininkini (yani kötü yorumları-EY) engelleme adına karar almıyoruz. Eğer böyle devam ederse kanunda yeri var, bu konuda yeni bir karara alırız.”
Bu sırada, toplam personel sayısı Sağlık Bakanlığı’na bağlı hekim sayısını, harcamaları İçişleri, Dışişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Kültür ve Turizm, Sanayi ve Teknoloji, Çevre ve Şehircilik ile Ticaret bakanlıklarını geride bırakan Diyanet İşleri’nin Bakanı’nın, kültür endüstrisinin ikinci komiserinin koronavirüs salgınının son bulması ve hastaların sağlığına kavuşması için yatsı ezanı sonrasında tüm camilerden dua edileceğini duyurduğunu okuyoruz.
Cumhurbaşkanı da Covid-19’a karşı mücadeleyi aynı kararlılıkla sürdürürken ülkenin, “Amacı Hakk’a... hizmet olmayan”... “insanımızın inancına ve kültürüne” düşman “hastalıklı siyasetin temsilcilerinden de kurtulacağını” açıkladı. Böylece ülkenin vatandaşları, Cumhurbaşkanı’nın rejimin dini ilkelerinin, “kültür kavramı” içine aldıklarına uymayan muhalefeti evvel emirde tasfiye etmeyi planladığını öğrenmiş oldular.
Şimdi vatandaşlar, muhalefet partilerinin, rejimin dini ilkelerini ve kültür tanımını, kısacası dayattığı “hakikat rejimini” benimsemeyenlerin, entelijansiyanın, sanatçıların var olmaya devam etmek için yapacaklarını merakla izliyorlar.
Cumhuriyet / 21.05.20