Türkiye toplumu, bir “mükemmel kasırgaya” hazırlıksız, beceriksiz, “kapitalist realiteyi” anlamaktan uzak “dini bir hakikat rejiminin” tutsağı bir kadronun yönetiminde yakalandı. Bu kadro ülkeyi hızla bir felakete sürüklüyor!
Dün ve bugün
On beş yıl önce bir yazımda, dünya ekonomisinde, uluslararası ilişkilerde bir “kasırganın” enerji toplayarak güçlenmeye başladığına işaret ediyordum: Bu kasırgaya, “Ülkenin, hem zayıflayarak hem de en iyi ifadeyle uluslararası jeopolitikteki gelişmeleri doğru okuyamayan… bir lider kadrosuyla girmekte olduğunu söyleyebiliriz.” O zaman muhalefet konusunda daha iyimserdim.
Sonra, küresel finansal kriz, “Arap İsyanları”, “Yeni Osmanlı” fantezisinin peşinde fiyaskosu... Küresel ekonomik finansal krizin ortasında, Türkiye’de ekonomi yüzde 2.2 ile bir fren yapar, “pasta” hızla küçülürken, siyasal İslamın iç savaşı, 17 Aralık rezaleti patlak verdi. “Gezi Olayı” siyasal İslamda tam anlamıyla bir travma yarattı. Bu yönetim ülkeyi krizden krize sürüklerken, totaliter projesini artık gizlemiyordu. Muhalefetin iktidarsızlığı adeta bir “meşrulaştırma makinesine” dönüşüyordu…
Geçen yıl dünya ekonomisinde, Türkiye’de koşullar hızla bozuluyordu. Rejimin ekonomi yönetimi tam bir kaostu. Siyasal İslam, ekonominin kaynaklarına, yarın yokmuş gibi el koymaya devam ediyordu. İmamoğlu, İstanbul seçimlerini beklenmedik bir farkla alınca, rejimin baskıcı, keyfi, totaliter eğilimleri güçlendi, giderek daha da sertleşti. Dış politika, Libya ve Doğu Akdeniz’den Suriye’ye tam anlamıyla bir çıkmaz sokaktaydı. AB’ye baskı yapmak için yeniden canlandırılmaya çalışılan göçmenler krizi, hem bir fiyasko oldu hem de bir trajedi.
Absürd ve çöküntü
AKP Türkiyesi Covid -19 krizine, özel hastaneler zincirine sahip bir Sağlık Bakanı’yla, “Allah neden virüsleri yaratmış?.. Yaratmış çünkü insanların belirli bir sayının üzerinde çoğalamaması gerekir. Yoksa kimse yaşayamaz” diyebilen bir akademik kafayla girdi. Rejimin akıl hocaları da şaşkın. “Bu virüsten bizi bilim kurtaracak” diyenleri, “bilim-perestlikle” (putperestlik gibi - EY), celladına âşık olmakla suçluyor. Bir başkası, İslamla aynı dini paradigmayı (peygamberler tarihi ve gelenek) paylaşan “Batı” çöküyor diye sevinirken, tamamen başka dini paradigmalara (Budist, Taoist, Şinto, Konfüçyüs) ait ya da resmen ateist Asya ülkelerine ağzının suyu akıyor.
Sonra, umreden Covid-19’la gelenler... Bunları karantinaya alırken öğrencileri sokağa atmalar, Covid-19 kaptığı için maaşları kesilen aile hekimleri, kriz içinde özel hastanelerin özel faturalarına özel devlet desteği, hiç güvencesiz sokağa atılan işçiler, Demirtaş’ı, Kavala’yı, gazetecileri, birçok entelektüeli dışlayan, adeta Covid-19 beklemeye bırakırken mafia babalarını dışarı salmasından korkulan garip bir infaz yasası; Covid-19 kayıpları hakkında bilgi vermeye kalkan sağlık personelini susturmaya çabalayan bir rejim; ekonominin hızla irtifa kaybetmeye başlamasına aldırmadan Kanal İstanbul ihalesi, inşaatı devam eden saraylar… Sonra kaynakları tüketince, “biz bize yeteriz” fantezisiyle “bağış kampanyası”…
Absürd ama dahası var. Siyasal İslamın ekonomik-artığa el koyarak kendi içinde dağıtmasının araçları, tarikatlar, vakıflar serbestçe barış toplarken, belediyelerin yardım toplamasını engellemek için Diyanet’in verdiği “fetva”, Cumhurbaşkanı’nın “Devlet içinde devlet” olmaz ifadeleri, öğretmenleri, devlet memurlarını Saray’ın yardım kampanyasına katılmaya zorlama çabaları, Merkez Bankası’nın “bağış kampanyasına” 100 milyonla katıldığına ilişkin açıklama, tam anlamıyla bir sınıf egemenliğini ve rejimin totaliter reflekslerini sergiliyor. İspanya’ya gönderilen tıbbi yardım paketlerinin üzerindeki “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı” damgası da Fransa Kralı IV Luis’nin “Devlet benim” sözlerini anımsatıyor.
Türkiye, Covid-19 krizine, hızla gündeme gelen küresel ekonomik depresyona, modern tarihin bu en büyük “kasırgasına”, ekonomik, siyasi, ahlaki kriz çöküntü içindeki bir rejimle ve “Ülkede bir muhalefet var mı” sorusuyla girdi. Geleceğe ilişkin iyimser olmak gerçekten.
Cumhuriyet / 06.04.20