Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF) kuruluşu devletin finansallaşmasında önemli bir adım. Dün yayımlanan ilk kısımda TVF’nin alternatif bir Hazine olmadığını vurguladım. Devletin varlıklarının teminat gösterilmesi ve el değiştirilebilir finansal varlıklara dönüştürülmesi vesilesiyle sermaye birikimi temposunu artırma hedefinin ön planda olduğunu açıklamaya çalıştım.
TVF’nin kuruluşu hamlesinin otoriter devlet biçimi altında politika yapımının zemini ile doğrudan ilgisi bulunuyor. Görünürdeki hedef ve ele aldığımız kurumsal billurlaşma Türkiye kapitalizminin işleyişi açısından ne ifade ediyor? Kısaca açıklamaya çalışayım.
Her şeyi al: Krizlere ve yeni krizlere
Tartışmamız TVF’nin amacının açıkça küresel piyasalarda rekabetçi şirketler yaratmak, mevcutları desteklemek olarak netlik kazandığını, bu amaçla devletin varlıklarının portföy yönetimi mantığına tabi kılınması yolunun tercih edildiğini söylemeye olanak sunuyor.
Olağanüstü bir devlet biçimi izleri taşıyan otoriter devletin kurumsal matrisi içinde TVF’nin “saray Hazinesi” olarak algılanması muhtemel. Ancak TVF’nin kuruluşu ve işleyişi bir kişinin ya da dar bir çevrenin kişisel çıkarları ile ilgili değil. Alınan huzur hakkının ya da TVF’de üstlenilen görevlerle kazanılan “itibar”ın, bazı aparatçikler açısından başka kaynak tahsis mekanizmalarında da öne çıkmada bir işlevi olabilir. Ancak TVF mevcut bilanço değeri ile yakın zamanda dikkate değer bir yatırım aracı haline gelecek.
Bu aracın ortaya çıkması, devletin yeni bir yatırımcı kostümü giymesine benzetilebilir. Aynı zamanda büyüklük nedeniyle bazı sektörlerde oyun kurucu niteliği haiz bir araç olarak TVF, politika yapıcılara göre Türkiye kapitalizminin temel sorunlarının çözümü doğrultusunda atılmış bir adım. Sürekli cari açık veren ekonomik yapıda otuz yılı aşkın bir süredir yüksek büyüme oranlarının yakalanmasına açıkların artması ve kırılganlıkların çoğalması eşlik ediyor. Türkiye’nin Dünya kapitalizmiyle bütünleşme sürecindeki bağımlı konumu, ucuz finansmana erişimin mümkün olmadığı koşullarda, durağanlaşan bir ekonomik yapı ortaya koyuyor. Sonuç, başka birçok bağımlı ekonomik coğrafyada olduğu üzere canlılık dönemlerini takip eden kriz ve çöküş aşamaları ve küresel finansal koşullara bağlı olarak tekrar kısa süreli toparlanmaların yaşanması oluyor.
Sermaye kesimleri açısından rekabetçi bir yapının oluşturulması (başka bir ifadeyle göreli artık değer birikiminin kolaylaşması) amacıyla önerilen yöntemler arasında, cömert ve hedef gözeten teşviklerin verilmesi bulunuyor. Ancak daha önemlisi, para ve sermaye piyasalarının derinleşmesi. Türkiye’de son kırk yılın değişmez hedeflerinden olan bu dönüşüm, ekonomi politikası yapıcıları bakımından özellikle 2008-09 sonrasında daha aktif (varlıklarını bu anlamda daha etkin kullanan) bir devlet eliyle gerçekleştirilebilir görünüyor. Dolayısıyla çok işlevli dev bir fon olarak tasarlanan TVF ortaya çıkmış bulunuyor. Bir yandan ihtiyaç duyulduğunda iç piyasada şirketlere destek verebilecek, onlara yatırım yapabilecek, öte yandan yeni finansal araçlarla finansal derinleşmeye destek sunacak olan bu fon, Türkiye kapitalizminin temel sorunu olan ucuz finansman ihtiyacının karşılanması ve daha teknoloji yoğun ve rekabetçi bir üretim yapısının ortaya çıkması amacıyla müdahalelerde bulunacak.
Yatırımlarının bir kısmını yurtdışına yaparak daha yüksek getiri peşinde koşacak, bu yatırımları stratejik çıkarlar gözeterek yapabilecek, aynı zamanda elde ettiği getiriyi Türkiye menşeli sermaye gruplarına destek vermek üzere kullanacak. Kamusal varlıkların menkul kıymetleştirilmesi ve bunu takiben biriktirilen finansal gücün, sermayenin risk ve kayıplarının toplumsallaştırılması için kullanılacağı aşikâr.
Bitti tasa?
TVF’nin stratejisi rejim değişikliğinin tamamlanması sonrasında netleşmiş, fonun en kısa zamanda borçlanarak finansal işlemlere başlaması uygun görülmüştü. 2018’deki kur krizinin etkisiyle bu girişimler istenen hızda sonuçlar üretmedi. 2018 Eylül’ünde Cumhurbaşkanı, TVF Yönetim Kurulu başına kendi imzasıyla kendisini getirdi. Bu muazzam başlangıç (inception) ve borçlanma girişimleri nedeniyle kişisel bir fon, paralel Hazine olarak tasvir edilmiş olsa da TVF, uzun zaman alan bir hazırlık sonucunda kurulmuş bir yatırım fonu. Halihazırda siyasal rejim altında, Cumhurbaşkanı’nın ve ona yakın çeşitli kişilerin TVF’nin tepesinde yer almaları ya da TVF’nin finansal işlemlerine dair bilgi edinemiyor olmamız, bu fonun Türkiye kapitalizminin köklü sorunları nedeniyle düşünülmüş bir “çare” olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Türkiye’nin yeni siyasal rejimi altında TVF’nin faaliyete geçme ve yönetilme tarzı daha keyfî ve kişiselleştirilmiş karar mekanizmalarını imliyor, ancak Fon’un kendisi ve portföy yönetim mantığı, devlet aygıtının bir bütün olarak finansal disipline tabi kılınması uğraşını da gösteriyor. Türkiye’nin siyasal rejiminin niteliklerini tartışırken bu ikili dinamiği göz önünde bulundurmak ve otoriter devlet biçiminin finansal disipline mahkûm edilmişliğinin politika yapım süreçlerine doğrudan etkide bulunmaya devam ettiğini belirtmek gerekiyor.
Türkiye’nin bağımlı finansallaşma süreci, köklü sorunlara getirilen çözümün de finansal piyasalar aracılığıyla ve devletin finansallaştığı bir süreç zarfında ortaya konmasına yol açıyor. Bu süreç ne çelişkilerden azade ne de tepeden inme, verili bir mantığın eseri. Başka bir şekilde ifade edersek:
Kapitalist devlet krizler sırasındaki ve sonrasındaki müdahalelerin gösterdiği üzere bir çözüm mekânı olarak anlaşılamaz. Daha ziyade çelişkileri işleyen ve yeniden üreten, alternatif projeler güç kazanmadığı müddetçe sermaye çıkarlarını kollamaya çalışan girişimlerin ardı arkasına geldiği bu mücadele alanı üzerinde biçimlenen devlet müdahaleleri her zaman birikim sürecinin parçasıdır. Zaman zaman tetikleyici, zaman zaman bastırıcı işlevler üstlenerek rekabet halindeki proje ve stratejilerden bazılarının daha ön plana çıkmasına ve politika yapımına etkide bulunmasına yol açar (bkz. Borçlandırma Siyaseti kitabım, s. 182).
TVF, finansal derinleşme (daha fazla finansal hizmet, yatırım aracı ve borçlanma olanağı) üzerinden rekabetçilik tesisi ve daha yüksek bir sermaye birikimi temposu sağlanması projesinin yeni ayağı. Projenin olgunlaşması Türkiye kapitalizminin krize doğru sürüklenmesi arka planında gerçekleşti, 2018-19 krizinin etkisiyle Fon’un ayağa kalkışı gecikti. Devletin varlık yönetimi politikasının 21. yüzyılda nasıl biçimlendiğini gösteren Fon, aynı zamanda yeni bir güç birikimi olanağı yaratıyor. Fakat nihai olarak Türkiye kapitalizminin çelişkileriyle ve uluslararası işbölümünde Türkiye’nin tâbi konumuyla malul bir girişim. Bugün itibarıyla devletin anonim şirkete dönüşmesinin de ötesinde devlet varlıklarının birer fon unsuru olarak yönetilmesi düşüncesinin somut örneği. Fakat ilerleyen yıllarda sermaye risk ve kayıplarını toplumsallaştırmak konusunda diğer devlet finansal aygıtlarına daha yakın bir konuma sürüklenebilir. Fon’un kendisinin de finansal piyasalara tâbi olduğu, yatırım ve gelir kalemleri uluslararasılaştıkça fırsatlar ve sıkıntıların daha ziyade farklı ekonomik coğrafyalardaki birikim tempolarıyla ve şirket stratejileriyle kademeli olarak biçimleneceği unutulmamalı.
Son yıllarda rezerv kayıpları yaşamış ve döviz piyasalarına müdahale kapasitesi son derece azalmış Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, ya da tarihinin en yüksek döviz cinsi iç borcuna sahip hale gelmiş Hazine’nin gösterdiği üzere finansal aygıtlarıyla devlet, krizleri bugünden yarına ortadan kaldırma gücüne sahip değil. Kısacası, incelediğimiz dev fon Türkiye’nin krizlerini çözecek değil, fakat zamanlamalara ve alınacak biçimlere dramatik etkilerde bulunacak. Böyle giderse diğer finansal aygıtlarda olduğu üzere müdahaleleri krizlerin seyri, zamanı ve tahribatı bakımından belirleyici nitelik sergileyecek. TVF’yi bu gözle mercek altında tutmak, kolaycı tasvirlere kapılmadan amacını, simgelediği dönüşümü göz önünde bulundurmak ve Türkiye kapitalizminin işleyişinde nerede durduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Not: Yazıya dair görüş ve eleştirilerini esirgemeyen Özlem Albayrak ve Ahmet Bekmen’e teşekkürlerimi iletiyorum.
Gazete Duvar / 24.07.21