Donald Trump Dönemi resmen 20 Ocak’ta son buluyor. Dört yıllık iktidar süresi boyunca aykırı çıkışlar, sabır ve mantığı zorlayan bir başkan portesi çizen bu yönetim, ardında pek çok alanda analizlerin yazılmasına neden olacak pratikler bıraktı.
Trump yönetiminin uluslararası örgütler, ülkelerle olan ilişkilerini belirleyen dinamiklerin başında enerji politikaları geliyor. Elbette enerji, dünya politikasının tüm boyutlarını açıklayan bir anahtar değil, ancak bu alana dönük uygulama ve stratejiler küresel politik ve ekonomik ilişkilerin seyri açısından bütünlüklü bir dönem analizinde önemli. Bu noktadan hareketle bu yazıda, Trump dönemi enerji politikasının genel hatlarının ABD dış politikasıyla sahip olduğu ilişkinin Trump’ın kişiliğiyle mâl edilemeyeceği, tam da bu nedenle Joe Biden’ın gücünün sınırlı olduğu iddia edilecek.
'Make America great again' ne söyledi?
Trump’ın seçim kampanyası dili ve yönetiminin özetini sunan bir slogan var: ABD’yi yeniden büyük (şanlı) yapmak- Make America great again. Sloganın ülke adını değil, kıta adını kullanması, “ABD, Amerikan kıtasıdır” inanışının ve buyurganlığının alt okuması.
Sloganın alt metnini bir yana bırakarak devam edersek, ABD’yi büyük yapmanın formülü, bir yanıyla uluslararası örgütleri itibarsızlaştırma, ekonomide neo-merkantilizmi akla getirecek uygulamalara ya da dayatmalara yaslandı. Dış politikada George Bush döneminin son uygulamalarında görülen tek kutuplu adım atmaya dayanan bir yöntemin benzeri izlendi. Trump, Bush gibi doğrudan bir ülkeyi işgal etmedi, ancak Suriye ve Venezuela’da Bush’un söylemediğini söyleyecek ve “Suriye petrollerini koruyacağız” diyecekti.
ABD’li şirketlerin Çin ve Asya Pasifik’ten ABD’ye döndürülmesi, Çin’in ve uluslararası örgütlerin gücünün sınırlandırılmasına uzanıyor. Sloganın mesaj verdiği oluşumların iki pratik örneği AB ve NATO’ydu. Tıpkı Çin ile olan ilişkilerde olduğu AB’nin, özelde Almanya’nın gücü, ABD’nin güvenlik şemsiyesini içeren NATO’yla ilişkilendirilmiş, AB’nin ABD ile olan ticaretinde kazançlı çıkan taraf olduğu ve buna son verilmesi gerektiği ifade ediliyordu. Öte yandan kıdemli hasım Rusya, Trump döneminde ciddi yaptırımların hedefinde yer aldı. ABD’nin yaptırım sopasını gösterdiği dikkat çeken dört ülkeden biriydi, diğer üçü İran, Kuzey Kore ve Venezuela. Ancak bu dönemde içerideki bir gelişme büyük ideal için yeni fırsatlar yaratacaktı.
Artan üretim ve enerji devi olma stratejisi
Obama döneminde hızlanan kaya gazı ve petrolü üretimi Trump döneminde dikkat çekici seviyeye ulaştı. Hâlihazırda başvurulabilen jeolojik hesaplamalara göre küresel olarak 345 milyar varil kaya petrolü ve en az 100 trilyon fit küp (tcf) kaya doğalgazı olduğu tahmin ediliyor. Tahminlere göre bu petrolün 58 milyar varili ve gazın en az 50 tcf’si ABD’de. Nitekim, ABD’de petrol üretiminin yüzde 60’ı kaya petrolünden sağlanıyor.
ABD, 2011’de petrolde net ihracatçı pozisyonuna geldi, doğalgazda bu statüye 2017’de ulaştı. Kısa sürede petrol ve doğalgaz ihracatını yasaklayan düzenlemeler ilga edildi. ABD, 2018’den itibaren dünyada en fazla petrol üreten üç ülke arasına girdi. Doğalgaz ve petroldeki bu üretim artışı, enerji şirketlerinin sayısının, alınan kredinin ve istihdamın artışına neden oldu. İçeride bu koşullar, dışarıya üç şekilde yansıdı: İklim krizini yok sayma ve uluslararası uygulamalardan çekilme, küresel enerji pazarında ABD’nin payını artırma ve OPEC ile Rusya’nın gücünü törpüleme. İklim krizinden başlayalım.
'İklim krizi safsata, Paris Anlaşması’ndan çekiliyoruz'
Trump, ABD’nin ne pahasına olursa olsun, eski şanslı günlerine dönmesi gerektiğini sloganıyla ifade ediyordu. Enerji sektöründe ihracatçı pozisyon, ekonomik ajandayla uyumlu bir ortam yarattı. İşte bu noktada üretimde ayak bağı olarak görülen çevreye dönük federal düzenlemelerden 100'e yakını askıya alındı, ABD’deki çevre uygulamalarından sorumlu kurumların yetkileri tırpanlandı. Üretim artışı hem enerji şirketleri hem de ekonomik idealler için gerekli görüldü. Bu nedenle Trump’ın iklim krizine inanıp inanmadığı bir yana, kurulu düzen dinamikleri Trump ile karikatürleşecek de olsa bazı adımlar atılmasına “hayhay” dedi. Washington, daha fazla petrol ve doğalgaz üretimi için krediler verdi, düzenlemeler yaptı. İçeride bunlar olurken nitekim 4 Kasım 2020’de ABD, daha önce imzaladığı Paris İklim Anlaşması’ndan çekildi.
Çekilmenin gerekçesinde, “iklim krizi bir safsata” denilmedi, ekonomiye ve ABD çıkarlarına işaret edildi. Yani sanılanın aksine, Trump’ın abartılı bir oyunculuğun dışında, aslında söylenen, “iklim krizi var, ancak şu anda önlem almak bizim çıkarımıza değil”di. Burada devreye giren Trump’ın iklime bakış açısı değil, ABD’deki şirket, lobi ve grupların yaklaşımıydı. Neticede Trump’ı tek başına günah keçisi ilan etmek, lider odaklı politika ve analizlerin yanıltıcılığına yeni bir örnek sunar.
Pazar payı arayışı ve hizaya getirme
ABD’nin ihracat yapması için üretimin yanında ihtiyaç duyduğu bir diğer gereklilik pazar. Doğalgaz için Asya Pasifik’in yanında göz kırpılan bir diğer yer Avrupa oldu. Ancak burada ABD’nin güçlü bir rakibi var: Rusya. İşte bu noktada Rusya’nın elindeki pazar gücü yetmezmiş gibi bir de Kuzey Akım II ve Türk Akım projelerine girişmesi, ABD açısından sıkıntı demek.
ABD Soğuk Savaş’tan bu yana Avrupa ile Rusya arasındaki enerji ticaretinden memnun değil, ancak o zaman alternatif sunamadığı için asık bir surat ve “yapmasanız ne iyi” demekle yetiniyordu. Ancak bu sefer alternatif var. Bu nedenle başta Almanya olmak üzere Avrupa üyelerinin ABD’den gaz alması arzuluyor. Kuzey Akım II’nin yarattığı tehditler üstüne ABD kurumlarının yazdığı en az 10 rapor, basın brifingleri, özel görüşmeler, ikna turları ve en son noktada “o zaman yaptırım uygularım” stratejisi, ABD’nin pazar arayışında bir taşla iki kuş vurmasına örnek. Hem Rusya’nın gücü sınırlanacak hem de Avrupa ABD’li üreticiler için pazar olacak, her ne kadar Avrupa pazarı üreticiler için cazip bulunmasa da. Çin ile yaşanan ticaret savaşı esnasında imzalanan bir anlaşmada da benzer bir saik görüldü. ABD, Çin’den 2020 sonunda hatırı sayılır miktarda petrol almasını istiyordu. Yani “pazarını bana açacaksın” dedi.
İhracatçı pozisyonuna gelinmesinin bir diğer avantajı Reagan Doktrini'yle önemi açıkça ifade edilen Basra Körfezi’nde ABD için zeminin azalması oldu. Basra Körfezi küresel petrol akışı açısından hayati bir damar. Ancak 1980’lerin aksine ABD buraya artık bağlı değil. Dolayısıyla OPEC ve Suudi Arabistan’a sınırının hatırlatılması gerekiyor. Trump’ın her OPEC+ toplantısı öncesi hem açık hem kapalı diplomasi yürütmesi, Moskova ve Riyad’ı hedef almasının arka planında da bu motivasyon var. ABD, OPEC ve Rusya’nın petrol fiyatları ve piyasası üstündeki sınırlı gücünü daha da kısıtlamak istiyor. Böylece, bu iki gücün en önemli aracı elinden alınmayacak, aynı zamanda ABD’nin küresel pozisyonunu da perçinlenecek.
Özetle iklim, ekonomi ve küresel statüye dönük girişimlerin olduğu, yarım kalan hesapların bulunduğu bir enerji defteri hem içeride hem dışarıda Biden’ı bekliyor. Paris Anlaşması’na döneceğini ilan eden Biden, içeride kaya petrolü ve gazı üretimine zarar vermeyeceğini söylüyor. Trump gidiyor, ancak ABD sermaye ve iş yapısı henüz enerji geçişi için istekli değil. Üstelik ABD’nin ekonomik ve jeopolitik kazançları Biden’a sınır çizecektir. Sonuç olarak Biden bir havari değil, iklim krizi var demekle de krize çözüm üretilemiyor. Burada Biden yönetiminin, kapitalist güdüyle hareket eden şirketlere ve ABD’nin küresel statüsüne, kazanımlarına dönük vizyonu hem dünya hem de ABD’nin geleceğini belirleyecek.
Gazete Duvar / 23.12.20