Cumartesi günü Pensilvanya eyaletinin Butler kentinde bir açık hava toplantısında başkan adayı Trump’a yönelik bir suikast girişimi gerçekleşti. Kurşun Trump’ın hafifçe kulağını sıyırmış; kurşunun “Islığını duydum, derimi çizişini hissettim” demiş, tam bir “reality show” sunucusu tavrıyla. Suikastçı, Trump’ı korumakla görevli gizli servis ajanları tarafından hemen öldürülmüş.
Geleneğinde var
ABD siyasi geleneğinde Abraham başkanlara yönelik, başarılı başarısız en az 24 suikast var. Lincoln ve Kennedy öldüler, Theodore Roosevelt ve Ronald Reagan sadece yaralandılar. Nixon, Gerald Ford, Geoge Bush, Bill Clinton, Barac Obama’ya yönelik komplolar ortaya çıkarıldı. Şimdi Trump’ı da bu listeye ekleyebiliriz.
Trump seçimleri kaybettikten sonra toplumda siyasi-kültürel kutuplaşma, “kutupların” arasındaki karşılıklı nefret giderek derinleşti. 6 Ocak günü kongre binasını hedef alan Trumpçı kalkışmadan bu yana yapılan kamuoyu yoklamaları kutuplaşmanın taraflarının bir “iç savaş” korkusu ve fantezisi ile yaşamaya başladığını gösteriyor. “İç Savaş” isimli bir de film yapıldı.
Trumpçı taraf ABD’nin beyaz Hıristiyan yaşam tarzının yıkılmakta olduğuna, bu yıkımı engellemek için gerekirse şiddete başvurmanın meşruluğuna inanıyor. Buna karşısındaki kesim ABD’de bir faşistleşme sürecinin yaşandığını, Trump’ın seçimleri kazanması durumunda faşist bir rejimin kurulacağını düşünüyor. Yüksek mahkemenin kadın haklarını kısıtlayan kararı, kimi eyaletlerde kürtajın kısıtlanması hatta yasaklanması, Heritage Foundation isimli muhafazakâr düşünce kuruluşunca hazırlanan “Project 2025” programının içeriği bu korkuları daha da güçlendiriyor.
Bu kutuplaşmanın temelinde, neoliberalizmin etkisiyle gelir dağılımındaki büyük bozulma, toplumun geleneksel sanayi tabanındaki büyük gerileme, altyapısındaki çürüme, dayanışma kurumlarındaki büyük yıkım var. Bu zeminde bir tarafta, ABD hegemonyasının küresel çapta gerilemesinin ekonomik siyasi hatta psikolojik etkileri; ilerici demokrat hareketin ABD’nin kuruluşundaki köleci damarı ortaya dökmeye başlaması; kadın, LGBT haklarındaki kazanımların Hıristiyan muhafazakâr “yaşam dünyalarını” sarsması, göçmen nüfusundaki belirgin artıştan kaynaklanan “iyi (beyaz Hıristiyan erkek) zamanlar geride kaldı” inancı egemen. Bu damar, Trump’ın MAGA (ABD’yi Yeniden Büyük Yap) hareketini, ABD faşizmini besliyor, ABD faşizmi de bu damarı. Diğer tarafta, ilerici demokrat, hatta sosyalist akımların; kadın, LGBT, ırkçılık karşıtı hareketlerin geleceğe ilişki bir projeden, hatta yakın geleceğe, kasım seçimlerine ilişkin inanılır/güvenilir bir başkan adayından yoksun olmalarının getirdiği belirsizlik ve korkular var.
Otomattan kurşun almak
Silah ve ekonomik-siyasi rakibine karşı şiddet ABD toplumunun geleneğinde, kurucu mitosunda var. Ünlü kovboy tabancası Colt 45’liğin, halk arasındaki adının “peacemaker”, (barış getiren) olması hem bir rastlantı değil hem de yerleşimci-soykırımcı sömürgeciliğin, sınır ahlakını, adalet anlayışını yansıtıyor. Silah sahibi olmak hatta kimi eyaletlerde bu silahı açıkça taşımak yasal bir hak olarak görülüyor. Bu ortamda, gelinen noktada geçenlerde bir silah şirketinin Teksas eyaletinde kamuya açık alanlara mermi satan otomatlar yerleştirmeye başlaması da şaşırtıcı değil.
Toplumsal kutuplaşma derinleştikçe, siyasi kültürel karşıtlıklardan kaynaklanan sorunları silahla çözme anlayışı da yeniden canlanıyor. Haziranda Chicago Üniversitesi tarafından yapılan bir anket, Trump’a karşı şiddete olan desteğin (Amerikan yetişkinlerinin yüzde 10’u, yani 26 milyon insan) Trump lehine şiddete olan destekten ( yüzde 6.9 veya 18 milyon insan) daha fazla olduğunu ortaya koydu. Ocak ayına kadar anketler Trump lehine şiddete daha fazla destek olduğunu gösteriyordu.
Bu anket iç savaş senaryosunu beslerken, dikkatlerin Trump tarafındaki silahlı milislerden ilerici kesimleri suçlamaya doğru kaymaya başladığını düşündürüyor. Teknoloji, enerji ve finans plütokratları Trump’ı desteklemeye başlarken eğer bu bir “solu hedef tahtasına koyma” eğilimiyse “süreç olarak faşizmin” bir taşı da yerine oturuyor demektir. Demokratların adayı Biden’in hızla bir “yaşayan cesede” dönüşmekte olması da umuda yer bırakmıyor.
Cumhuriyet / 15.07.24