Rusya, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Batılı müttefiklerine Suriye'de rejim değiştirmeye odaklı eski oyuna dönme teklifine sahada sert yanıtlar veriyor. Son zamanlarda Rusya ve Suriye ordusu hava saldırılarını Türkiye’nin ağır askeri konuşlanma ile kalkan oluşturduğu İdlib’in yanı sıra Fırat Kalkanı Harekâtı ile kontrol ettiği bölgelere taşıdı.
5 Mart’ta Cerablus ve El Bab’da petrol istasyonlarını balistik füzelerle bombalayarak muhalif güçlerin ekonomik kaynaklarını yok eden Rusya atış menzilini ve hedefleri genişletti. 21 Mart’ta Bab el Hava sınır kapısının karşısında serbest bölge olarak kullanılan yerde Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) petrol şirketi Watad’a ait bir gaz tesisi, bir petrol istasyonu ve bir yönetim binası vuruldu. Sermada bölgesinde yer alan bu tesisler HTŞ’nin sivil ayağı Kurtuluş Hükümeti tarafından yönetiliyor. Suriye’nin El Vatan gazetesi bu saldırıları Rus savaş uçaklarının düzenlediğini kaydetti.
Bir başka dikkat çekici saldırı, İdlib’in güneyinde El Kah köyünde gerçekleşti. Burada hedef Türkiye destekli grupların başında gelen Feylak el Şam’ın karargâhıydı. Türk kaynaklara göre atılan füze Türkiye sınırına üç kilometre mesafedeki karargâhın yakınına düştü. Bunlara ilaveten İdlib’in kuzeyinde Şeyh Bahr’da bir karargâh ve bir mühimmat deposu hedef alındı. 22 Mart’ta da devam eden operasyonlarda İdlib’in güney çeperlerinde Fulayfel, Kansafra, El Bara, Şuhen, Bayanin ve Bakfala’da bazı hedeflere füze atışları yapıldı. Ayrıca Atarib’de bir hastane vuruldu, biri çocuk altı kişi öldü.
HTŞ liderliğindeki El Fetih el Mubin Operasyon Odası’na bağlı güçler, El Ruveyha, Maaret el Numan ve M-5 otoyolu ekseni ile Serakıb taraflarında Suriye ordu güçlerinin bulunduğu alanlara roket ve havanlarla saldırdı. Türk Milli Savunma Bakanlığı sivillerin hedef alındığını belirtip “Saldırıların derhâl sonlandırılması için Rusya Federasyonu tarafına bildirimde bulunuldu. Birliklerimiz ikaz edildi. Gelişmeler takip edilmektedir” açıklamasını yaptı. Ankara’daki Rus Büyükelçisi Aleksey Yerhov da 22 Mart’ta Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak uyarıldı.
M-5 güzergâhının hükümet güçlerinin kontrolüne geçmesini sağlayan ve 5 Mart 2020’de Moskova Mutabakatı ile sonlanan çatışmalardan bu yana Astana ortaklığını yeniden test sürüşüne çıkaran bu gelişmeler zamanlama açısından bazı ihtimal senaryolarına kapı aralıyor.
Joe Biden yönetimiyle “gerilimsiz” bir başlangıç arayışını sürdüren Erdoğan, Bloomberg’e yazdığı yazıda ortakların el sıkışacağı yer olarak Suriye’yi işaret etmişti. Biden’a “Kampanya döneminde verdiği sözleri tutarak, Suriye’deki trajediyi sonlandırmak ve demokrasiyi müdafaa etmek için bizimle birlikte çalışmalıdır” diye seslenen Erdoğan, Batılı ortaklara ya kalıcı bir çözüm için gereken tüm askeri, ekonomik ve diplomatik çabaları sarf etmelerini ya da Türkiye'nin arkasında durmalarını öneriyordu. Sahadaki Türk askeri varlığının milyonlarca sivili ve “muhalefetin son kalesi” İdlib’i koruduğunu savunan Erdoğan, çözüme Türkiye üzerinden gidilmesini “asgari maliyet ve azami etkiye” sahip bir seçenek olarak sunmuştu. Barış ve istikrar için sistem değişikliğini öngörüp “Suriye halkının en temel taleplerini karşılamayan tüm planları reddediyoruz” demişti.
Bu, bir yandan ilişkileri normalleştirmek için askeri ortaklık zeminini bir basamağa dönüştürme, bir yandan gerilimi düşürme bölgesinde operasyon hazırlığı yapan Suriye ve müttefikleri karşısında elini güçlendirme, diğer yandan 2015’te Rus müdahalesiyle başarısızlığa uğrayan rejim değiştirme planına dönme arayışlarına işaret ediyor.
Bu gerilim İran’ı dışlayacak şekilde Türkiye, Katar ve Rusya üçlüsü arasında yeni bir mekanizma oluşturma mutabakatına da denk geliyor. 11 Mart’ta Doha’da sağlanan bu mutabakatın çift yönlü kullanıma açık olduğu söylenebilir. Bir taraftan muhalif cephenin para kasası Katar, Rusya’nın etki edebildiği bir çembere giriyor. Diğer taraftan bu çemberde Türkiye-Katar ikilisinin koordinasyonu artıyor ve bu da yarım kalmış devrim düşlerini biraz karıncalandırıyor.
Ankara ile ortaklığın limitlerinin farkında olan Rusya ise askeri olarak hiddetini göstermenin ötesinde uzun soluklu yürüttüğü bir stratejiyle Türkiye için çevresel koşulları zorlaştırıyor. Türkiye’nin “Suriye Ulusal Ordusu” şemsiyesi altında topladığı muhalif güçlerin 2012-2013’te Özgür Suriye Ordusu’na gösterilen teveccühü yakalaması zor. Batı kanadında Türkiye destekli cepheye bakış, ortaklığa yeniden şans tanımayacak kadar kötü. Ayrıca İdlib’in hakim gücü terör örgütleri listesindeki HTŞ.
Körfez kanadı ise artık Suriye meselesine “Türk yayılmacılığını önleme” refleksiyle bakıyor. Rusya’nın Arap ülkelerini Şam’a döndürme çabası henüz semerelerini vermiş olmasa da Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov son Körfez turundan gayet memnun döndü. Arapların değişen öncelikleri Türkiye değil, Rusya’ya çalışıyor.
5 Mart 2020 Moskova Mutabakatı’nın temellendirdiği Türk-Rus ortaklığı son gelişmelere bağlı olarak İdlib ve kuzey Halep’te tıkanırken Fırat’ın doğusunda da benzer bir kopuş yaşanıyor. İki bölgedeki gelişmeleri birbirinden ayrı düşünmek mümkün değil.
22 Ekim 2019 Soçi Mutabakatı ile önü kesilen Barış Pınarı Harekâtı’ndaki güçlerin Ayn İsa’yı hedefe koyan askeri hareketliliği karşısında Ruslar daha kızgın bir görüntü sergiliyor. Lojistik takviyeleri sürdüren Türk ordusu şu sıralar beşinci askeri üssü Debs köyünde inşa ediyor. Daha önce Ayn İsa’nın çevresinde dört üs kurulmuştu. Türkiye destekli Suriye Ulusal Ordusu bileşenleri ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasındaki çatışmalar da eksik olmuyor. Son olarak 22 Mart’ta Maalek köyü civarında çatışmalar yaşandı.
Bu alanda beş aydır süren gerilimli süreçte Kürtler, Rusya’yı Ayn İsa’nın kontrolünün Suriye ordusuna bırakılması yönünde baskı oluşturmak için Türkiye’nin saldırılarına göz yummakla eleştiriyordu. Ancak son olaylar üzerine Rusların Tarafları Uzlaştırma Merkezi Başkan Yardımcısı Aleksandr Karpov, TSK’nın askeri tahkimatından duyulan endişeyi dile getiren bir açıklama yaptı. Karpov bu eylemlerin 22 Ekim 2019 mutabakatını ihlal ettiğini ve çözüme yönelik çabaları baltaladığını belirtti. Bunun da ötesinde ateşkesi gözetlemekle yükümlü Ruslar, SDG’yi dizginleme çabasından vazgeçtiği izlenimi veriyor. Afrin tarafında Türkiye destekli güçlere yönelik artan saldırılar da aynı soruyu gündeme getiriyor: “Ruslar yüzünü Batı’ya dönen Türkiye’ye karşı Kürt güçlerin önünü mü açıyor?”
Bu tırmanışın Şubat 2020’deki çatışmanın seviyesine çıkma ihtimali şu aşamada saldırılara bir kara hareketi eşlik etmediği için zayıf duruyor. Yine de Türkiye’nin Suriye’de Batı ile ortaklık arayışını sürdürmesinin sahaya yansımaları kaçınılmaz.
Rusların bariz öfkesine karşın Türk hükümetinde ABD’den gelen olumlu sinyalleri görmenin rahatlığı var. Son saldırılar sırasında Atarib’deki hastanenin vurulmuş olması, Türkiye’nin Rusya’ya gösterdiği tepkiye ABD’nin de eşlik etmesini sağladı. Biden yönetiminin Ruslarla hesaplaşma niyeti çok açık ama bunun Suriye’ye ne kadar taşınacağı hâlâ belirsiz.
Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın 23 Mart’ta Brüksel temasları sırasında ABD ve NATO’nun Türkiye’yi yakın planda tutma hassasiyetini dile getirmesi Ankara’nın Rusya ile arasına mesafe koyma koşulunu da içeriyor. Kuşkusuz Ankara, Blinken’ın attığı pası Suriye’de gole çevirmeyi çok ister. Bu minvaldeki ortaklık için SDG’ye desteğin kesilmesi şartı hâlâ temel bir sorun fakat bu ABD’nin göstereceği esnekliklere bağlı olarak ön şarttan ucu açık bir beklentiye gerileyebilir. Erdoğan Fırat’ın doğusundaki itirazlarını sürdürürken Fırat’ın batısında Türk-Amerikan ortaklığına “eyvallah” diyebilir. Sonuçta Rusya ve Türkiye’nin Suriye’de çözümden anladığı Astana ve Cenevre zeminindeki koordinasyona rağmen birbirine taban tabana zıt. Erdoğan’ın bu tutarsız ortaklıktan kaçıp kabul göreceği Batılılar sayesinde orijinal gündemine dönmesi şaşırtıcı olmaz.
Al-Monitor/ 27.03.21