ABD emperyalizmi küresel hegemonyasının tesisi için yeni hamleler peşinde. Donald Trump’ın ardından göreve gelen Joe Biden, “ABD geri döndü” diyerek dünyanın geri kalanına gözdağı verirken Rusya ve Çin’i kuşatma stratejisinde cepheyi güçlendirme, yeni müttefiklerle ittifak hattını tahkim etme arayışında. G7 Zirvesi ve hemen ardından başlayacak olan NATO Zirvesi, Biden ABD’si için bir fırsat olacak. Köln Uluslararası Yüksek Okulu öğretim üyesi Prof. Dr. Kemal Bozay, Transatlantik ilişkileri ve zirvelerin küresel hegemonya mücadelesine yansımalarını değerlendirdi.
Küresel güç mücadelesinde jeopolitik denklem değişirken ABD’nin başını çektiği Batı ittifakının Rusya-Çin’i sıkıştırma hamleleri keskinleşiyor. Dün başlayan G7 ve hemen ardından yapılacak NATO zirvelerinde Rusya ve Çin’e karşı izlenecek stratejiler belirlenmeye çalışılacak. Zirvelerden ne tür kararlar çıkmasını bekliyorsunuz?
Jeopolitik denklemin değişimi bir yandan emperyalist güçler arasındaki çıkar çatışmalarını pekiştirirken diğer yanda da bu ittifaklar arasındaki işbirliğini etkiledi. G7 ve NATO zirveleri, Donald Trump sonrası süreçte ilişki ve ittifakların hangi yönde gelişeceğini belirleyecek. Hatırlarsak, Trump sürecinde G7 ittifakı kısmi de olsa önemini yitirmişti. Örneğin pandemi süreci de gerekçe gösterilerek geçtiğimiz yıl öngörülen zirve buluşması iptal edilmişti. Dolayısıyla Trump sonrasında ABD’de Joe Biden’ın iktidara gelmesiyle Transatlantik ilişkiler güç kazandı ve Batı cephesiyle ittifakın daha da pekişeceği gündeme geldi. Bu noktada Biden’ın politik hattı açısından ABD ile Avrupa Birliği ilişkilerinde uyumlu bir yönde hareket etme önem kazanacak. Gerek G7 gerekse de NATO zirvelerinde Çin’e ve Rusya’ya ilişkin kritik çizgi daha da öne çıkıyor. NATO Dışişleri Bakanları geçtiğimiz hafta gerçekleştirdikleri buluşmada Çin ve Rusya gibi sözde otoriter devletlere karşı tutum üzerinde tartıştılar. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken örneğin zirve öncesi Londra’ya gelişinde yaptığı açıklamada, uluslararası kurallara dayalı düzeni koruma vurgusu yaparak, “Çin veya başka bir devlet bu düzeni sorgularsa, ayağa kalkıp ve düzeni savunacağız" ifadesini kullandı. Çin'in giderek agresifleşen tutumuna karşı kısa bir süre önce G7 ülkelerinin parlamentolarından yaklaşık 70 milletvekili yaptıkları ortak açıklamada, Çin’e karşı tutumda ABD ile birlikte hareket edeceklerini belirttiler. Söz konusu açıklamada Çin’in uluslararası normları ve ilkeleri ihlal ettiği ve politikalarıyla ulusal ve uluslararası düzen için de bir tehdit teşkil ettiği öne sürülmekte. Ayrıca Blinken de zirve öncesi Çin’in uluslararası arenada baskıcı ve agresif politikalarına dikkat çekmişti. Son olarak NATO üyesi 30 ülkenin devlet ve hükümet başkanları, 14 Haziran’da gerçekleştirecekleri zirve toplantısında Rusya’nın izlediği saldırgan politikaları ve Çin'in yükselişinin güvenlik sonuçlarını ele alacaklarını öne çıkarmışlardı. Dolayısıyla G7 ve NATO zirvelerinde Çin ve Rusya’ya karşı ABD’nin Batı cephesiyle birlikte yeni bir ittifak politikası izleyeceği açık bir gerçek. Ayrıca Brüksel'de gerçekleşecek zirvede "NATO 2030" adlı bir reform girişimi de gündeme gelecek. Söz konusu reform girişimi ABD ile AB’nin stratejik ittifakına dikkat çekmekte.
Biden yönetimi iki küresel “düşman” rakip ilan etti; Çin ve Rusya. Washington’ın bu çevreleme stratejisine Rusya ve Çin ne tür yanıtlar üretebilir? Nasıl bir karşılık verilebilir?
Biden yönetimi Batı cephesiyle birlikte Çin ve Rusya’ya karşı kararlı bir çizgi izleyeceklerini ifade etti. Bu konuda ortak bir tutumun belirginleştiğini görmekteyiz. Fakat Çin’e karşı cephe şimdiden bir “Anti-Çin koalisyonu”na da dönüştü. Örneğin NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg kısa bir süre önce, Çin hükümeti "değerlerimizi" paylaşmıyor ifadesini kullandı. Bu noktada Çin’in yakın süreçte dünyanın en büyük ekonomisine, hatta en büyük ikinci savunma bütçesine, donanımına ve silah sistemine sahip olduğuna dikkat çekti. Dolayısıyla Çin kendi hegemonyasını güçlendirmek için ısrarlı bir çizgi izliyor. Burada bir Asya cephesinin oluşacağı da bir gerçek. Diğer yandan Batılı emperyalistler Çin’in konumunu güçsüzleştirmek için “demokrasi” ve “insan hakları” ihlalleri konularına da dikkat çekmekte. Örneğin Çin'in Uygurları nasıl bastırdığı, muhalefete karşı nasıl harekete geçtiği ve Tayvan'ı nasıl tehdit ettiği gibi gündemler de öne sürülmekte. Rusya ile bu konuda bir görüşme trafiği de söz konusu. ABD Başkanı Biden NATO zirvesinden sonra Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşme gerçekleştirecek. Bu konuda bir diyalog politikasının yaklaşımları da kamuoyuna taşındı.
Biden, selefi Trump’ın aksine Transatlantik ilişkileri yeniden onarma peşinde. Bu denklemde Almanya kilit önemde. Biden ABD’sinin yeni küresel stratejisinde Almanya’nın pozisyonu/konumu nedir? Berlin nerede duruyor?
Biden kuşkusuz Trump’ın aksine Transatlantik ilişkileri yeniden onarma çizgisini izleyemeye başladı bile. Bu noktada ilk görüşme Avrupa Birliği ve Almanya ile gerçekleşecek. G7 Zirvesi, Trump sonrasında ABD ile Almanya arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemin başlangıcı olacağını söylemek mümkün. Trump sürecinde Almanya ve Merkel karşıtı bir çizgi belirginlik kazanmıştı. Trump’ın Rusya politikası ile boru hattı konusu keskin tartışmalara yol açmıştı. Bu sürecin Biden’le onarılacağı ve Transatlantik cephenin güçlenmesine yol açacağı görünüyor. Biden’de Almanya ile ilişkilerin kendisi için çok önemli olduğunu açıklamıştı. Dolayısıyla yeni Transatlantik cephenin örülmesinde ve yeni küresel stratejinin belirginleşmesinde Berlin’in kilit bir rol oynayacağı açık. Merkel sonrası bu çizginin devam edilmesi bekleniliyor. ABD ile Almanya ilişkilerinde G7 çerçevesinde konuşulması gereken konu, boru hattı konusundaki anlaşmazlığın gerçekten bitip bitmediğini ve bu konudaki son engelin kaldırılıp kaldırılmadığını ilişkin olacak.
Washington bir taraftan Transatlantik ilişkileri onarmaya çalışırken diğer taraftan da Nord Stream 2 (Kuzey Akım 2) boru hattı nedeniyle Almanya’ya yaptırımlar uyguluyor. Geçen günlerde yaptırım kararlarının bir kısmının uygulanmayacağı açıklansa da bu durum nereye evrilebilir?
Nord Stream 2 boru hattı olarak bilinen ve Rusya ile Almanya arasında neredeyse tamamlanmış olan bu boru hattı yıllardır Almanya-ABD ilişkilerinde ana çekişme noktalarından birini oluşturmuştu. Bu çelişkinin arkasında da emperyalist çıkar ilişkileri öne çıkıyor. ABD, Avrupa'nın ve Almanya‘nın Rus gazına fazla bağımlı olmasına tereddütlü yaklaşıyor ve yaptırımlarla projeyi durdurmak istiyor. Biden’in iktidara gelmesinden sonra bu konudaki ilişkilerin düzeleceği beklenirken Washington'daki hükümet değişikliği bu konuda herhangi bir değişiklik yapmadı. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas zirve bağlamında ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile ikili görüşmede Nord Stream 2 gaz boru hattı konusunda anlaşma sağlanamadığını, fakat karşılıklı olarak pozisyonlar üzerine tekrar konuşulduğunu ifade etmişti. Maas, Almanya açısından durumu "şimdilik yeni gelişme yok" olarak ifade etmekle sınırlı tuttu. Diğer taraftan İngiltere’nin Cornwall kentinde düzenlenen G7 Zirvesi boru hattı konusundaki anlaşmazlığın gerçekten bitip bitmediğini ve ABD-Almanya arasındaki ilişkilerinin yeniden düzene girmesinin önündeki son engelin kaldırılıp kaldırılmadığını yakından gösterecek. Fakat Almanya açısından ikili ilişkilerde boru hattı konusunu şimdilik sorunun sadece bir boyutunu oluşturuyor. Belirleyici olan Trump döneminde ağır hasarlar yol açan Almanya ile ABD arasındaki ilişkilerin topyekûn onarılması. G7 ve NATO zirveleri bu noktada yeni bir dönüm noktası sağlayabilir.
Almanya içinde güçlü bir Transatlantikçi kanat var. Bir kanat da ABD’ye bu derece bir bağımlılığın ülke çıkarlarına aykırı olduğu görüşünde. Alman egemenleri arasındaki bir güç mücadelesinde hangi taraf daha belirleyici olur?
Almanya’da güçlü bir Transatlantikçi kanatın olduğu bir gerçek, fakat Transatlantikçi hat konusunda da farklı eğilimler ortaya çıkmakta. Transtlantikçi kanat için NATO Batı toplumunun “merkezi güvenlik kurumu” olmaya devam ediyor. Soğuk Savaşın ürünü olan NATO, Doğu Bloku’nun dağılmasıyla birlikte iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya giderken strüktürelini dağıtmadı, aksine bir askeri güvenlik ittifakı olarak varlığını devam ettirdi. Transatlantik ilişkiler ve perspektifler doğrultusunda savunma ittifakı görünümü altında ideolojik bir üst yapı oluştuğunu görebiliyoruz. İkinci bir bakış açısı ise, NATO'nun bir savunma ittifakından daha fazlası olduğudur. Burada emperyalist dengeler açısından "çoğulcu bir güvenlik topluluğu" fikri son dönemlerde belirleyici olmaya başladı. Yeni bir egemenlik bakış açısıyla bu topluluğun temelinde bir rakip yerine ortak çıkarlar ve kurumsal ilişkiler öne çıkmakta. Almanya’da muhafazakâr ve gerici eğilimlerin dışında sosyal demokratlar ve Yeşiller hareketi içerisinde de Transatlantik cepheyi "Batılı değerler topluluğu" olarak görme fikri şu an ağır basmakta. Sanırım Almanya’nın politik konjonktüründe Sol Parti dışında bütün burjuva partileri bu yeni egemen savunma ittifakı konseptiyle bütünleşmiş durumdalar.
Almanya’nın daha genel söylersek Kıta Avrupa’sının ABD’den daha bağımsız hareket etme durumu ortaya çıkar mı? PESCO girişimi alternatif bir NATO olur mu?
Avrupa’nın egemen güçleri arasında dönem dönem bağımsız hareket etme fikri ortaya çıksa da şu an gündemi pek teşkil etmiyor. Küreselleşme sürecinde birçok soruna salt Avrupa penceresinden bakmanın yeterli olmadığı kendisini yansıttı. Örneğin pandemiye karşı salt bir Avrupa çözümüm olmasının yeterli olmadığı bir gerçeklik. Bundan dolayı PESCO’nun günümüzde NATO’ya alternatif olabileceğini düşünmüyorum. Trump sürecinde AB ülkeleri bir tepki olarak PESCO’ya sarıldılar. Lakin bu tepki Biden’le birlikte azalma noktasına geldi. PESCO adlı Avrupa yeni savunma birliği şu anki durumu itibarıyla NATO ile rekabet içerisinde olmasa da, daha fazla sorumluluğa doğru bir adım olarak görülmelidir. Dikkat çekilmesi gereken nokta PESCO’nun AB boyutunda 1954'ten bu yana bir savunma birliği kurma yolunda adım attığına ilişkindir. Dolayısıyla PESCO kendinin bir nevi askeri bir Şengen olarak yansıtmakta. Fakat bu kurumun pratik sonuçlarına baktığımızda, AB’ye üye devletler hiçbir zaman bu sorunda somut bir şey üzerinde anlaşamadılar.
Almanya son dönemlerde uluslararası siyaset sahnesinde daha aktif bir biçimde yer almaya başlarken Türkiye ilişkileri nereye ve nasıl evrilir?
Türkiye ile Almanya arasındaki siyasi ilişkiler AKP’nin uluslararası arenada izlediği gergin politikalarla dönem dönem zorlu bir sürece girmekte. Fakat politik sahnede Almanya ile Türkiye’nin ortak çıkarları da söz konusu. Bu ortak nokta kendi içerisinde sorunlar barındırsa da, Suriye ve Libya konusunda kendini yansıtmakta. Almanya Başbakanı Angela Merkel geçtiğimiz yıl Tayyip Erdoğan'a ziyareti sırasında Avrupa'nın Türkiye'deki milyonlarca mülteciye destek sağlamaya devam edeceğini ve bu konuda altı milyar avroluk yardım söz verdi. Bunun karşılığında Suriyeli mültecilerin Ege Denizi üzerinden AB üyesi Yunanistan'a toplu göçünü durdurmaya çalışılmasını talep etti. Ancak Libya konusunda gergin tartışmaların devam ettiğini görmek mümkün. Türkiye ile Almanya arasındaki gerginliğin bir diğer halkasını AB ilişkileri oluşturmakta. Geçtiğimiz yıl gerçekleşen temaslarda Türkiye’nin bu konuda bir değişime gireceği beklenmekte. Erdoğan Merkel ile yaptığı video konferansında Türkiye AB ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açmak istediklerini ifade etti. Bunun üzerinde geçtiğimiz yılın Aralık'ında Brüksel'de yapılan AB zirvesinde Türkiye'ye yönelik sert yaptırımlardan feragat edilmesi isteği öne çıktı. Bu kendisini özellikle ekonomik ilişkilerde göstermekte.
Merkel sonrası Almanya’yı neler bekliyor? Yeşiller’in yükselişi devam ediyor. Merkel sonrası güçlü bir figür işbaşına gelebilir mi?
Merkel sonrası Almanya’da siyasal yarışın Yeşiller Partisi ile muhafazakâr-gerici CDU/CSU arasında geliştiği görülmekte. Başbakanlık yarışı bir nevi muhafazakâr-gerici kesimin adayı Armin Laschet ile Yeşillerin adayı Annalena Baerbock arasında şekillenmekte. Siyaset Bilimci Baerbock 2013 yılından beri Yeşiller Partisi Federal Parlamento üyesi. Uzun yıllar politik arenada yerini alan Laschet ise 2017 yılından beri Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Başbakanlığı görevini devam ediyor ve 2021 yılından beri CDU/CSU Başkanlığını da üstlenmiş durumda. Yarış içerisinde iki figürün de güçlü olduğu görünüyor. Hangi politik eğilimin ağırlık kazanacağı biraz konjonktürün gelişimine de bağlı. Pandemi sürecinde sağlık ve çevre politikalarında muhafazakâr-gerici partilerin başarılı olmadığını görmek mümkün. Aşırı sağcı AfD’nin güç kazandığı da bir gerçek. Dolayısıyla ırkçılıkla mücadele de seçim sürecinde önemli bir sınav olacak. Yılların köklü partisi SPD (Sosyal Demokrat Parti) oy kaybederken Sol Parti parlamenter gücünü korumaya çalışıyor.
İbrahim Varlı - BirGün / 12.06.21