Liberal endoktrinasyonun 'birey, özgürlük, akıl, adalet, hoşgörü' üzerinden oyunları artık tükendi. Ekonomik krizler, işsizlik, yüksek enflasyon, artan gelir adaletsizliği nedeniyle toplumsal rıza üretmekte zorlanan ABD patentli neoliberal model, açık faşizan aşamaya geçiyor. Hakim ideolojinin yeniden üretimi için eleştirel düşüncenin görüntüde dahi gömüldüğü, karşılaştırma imkanı sunmayan tartışmasız kabullerin dönemi başladı.
Türkiye'ye yansımalarını Erdoğan rejiminin yeni sosyal medya yasasıyla daha net göreceğiz. Ancak öncülük, yalanın bizdeki gibi 'karikatürize' değil endüstriyel düzeyde üretildiği Batı'da. Ana mecra, insanlığın tarihsel ve toplumsal mücadelesini ideolojik karşıtlıklar üzerinden eleştirel perspektifle derinlemesine tartışmayı neredeyse imkansız kılan sosyal medya platformları. Şu sıralar mevzu Tesla ve SpaceX'in CEO'su Elon Musk'ın 44 milyar doları bastırıp Twitter'ı alması ve kasımda ara seçimlerde Amerikan iç siyasetine etkisi üzerinden dönüyor. Küresel düzeyde yankıları kaçınılmaz.
2010'ların ortalarında 'post truth' (hakikat ötesi) ile tanışmıştık. Ardından 'teyitçilik' (fact-checking) mekanizması çıktı. 'Tarafsız-mış' gibi sunulan 'masumane' 'enformasyon düzeltme/düzenleme' yöntemiyle işe başlandı. Medya şirketlerinin düzenin rızasını üretmekle görevli 'teyitçi' elemanları üzerinden 'hakikat kontrol grupları' yaratıldı. Alenen bir 'dezenformasyon sektörü ve uzmanlığı' tesis edildi. Sonra sosyal medya 'etiketlemeleri' geldi. Liberal anlatının yüzsüz sahiplenicileri bunları meşrulaştırmak için bin takla attı. 'İyi, eski' liberal endoktrinasyonun şiarı 'düşünce, ifade ve medya özgürlüğü' idi. 'Sansür' lanetli kelimeydi. Batı'da artık eskiden 'tiranlığın alameti farikası' sayılan sansür devlet düzeyinde dönüyor.
Mayıs başlarında ABD'de Bush yönetimi döneminde kurulup Amerikan vatandaşlarını gözleyerek kötü şöhret kazanmış İç Güvenlik Bakanlığı bünyesinde, resmi isimlendirmeyle 'Dezenformasyon Yönetim Kurulu' duyuruldu. Biraz da utangaç biçimde alt perdeden... 'İfade özgürlüğünü korumak için dezenformasyonla mücadele' olarak cilalanmaya başlandı. 'First Amendment'e dayalı ifade özgürlüğü hakkıyla büyümüş Amerikalılar şimdiden Orwell'in 1984 romanından esinle 'Hakikat Bakanlığı' diye mıhladılar.
Endüstriyel düzeyde dezenformasyonu gömme sanatı
Yakın dönem Amerikan siyaseti, Donald Trump'ın da alışılmadık etkisiyle Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında 'dezenformasyon' savaşlarıyla şekillenmişti. Joe Biden'ın seçilmesi sürecine ise son yılların en büyük dezenformasyonu damga vurmuştu. Fitili Trump'a karşı 'ölüm kalım mücadelesi' diye sunulan başkanlık seçimine birkaç hafta kala, New York Post gazetesinin Biden'ın oğlu Hunter Biden'ın laptop'u üzerinden ailenin Ukrayna ve Çin'e uzanan çıkar ilişkilerini içeren e-postaları yayınlaması tetiklemişti. Biden'ın Kiev'deki aşırı sağcı rejimle bağlarını bilenler için 'laptop iddiaları' yeni değildi. Ancak New York Post ortaya serince, Demokrat kurumsal yapı olayı derhal 'Rusya dezenformasyonuna' bağlayıverdi. Aralarında eski CIA direktörü John Brennan ve eski Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper'ın da bulunduğu 50 kadar istihbaratçı ve ana akım liberal medya başrolü oynadı. Ne de olsa 'dezenformasyon uzmanıydılar'. Liberal kurumsal yapı Twitter ve Facebook gibi sosyal medya tekellerine bu haberi sansürleme baskısı yaptılar.
Bir seneyi aşkın sürenin ardından Biden yönetimi laptop hikayesinin doğruluğunu mükemmel bir zamanlamayla, Ukrayna çatışmasıyla tam gaz propagandaya geçilmişken doğruladı. Örtbas rezaletini karambole getirdiler. Çünkü ABD'de dezenformasyonu stratejik donanım kılmış, çok iyi finanse edilen bir endüstri var. Bu açıdan bakıldığında bugün 'Hakikat Bakanlığı' tesisi ile meselenin devlet müdahalesine vardırılması sistemin ayarlarındaki sıkıntının göstergesi.
Elon Musk faktörü
Son yıllarda büyük teknoloji tekellerinin CEO'ları Kongre'ye boş yere ifadeye çağırılmamıştı. İş sansasyonel şahsiyet Elon Musk'ın 'ifade özgürlüğü' sorgulamaları eşliğinde Twitter'ı nisan sonunda satın alma tartışmalarıyla renk değiştirdi.
Düğmeye eski Başkan Barack Obama 21 Nisan'da Stanford Üniversitesi'ndeki konuşmasıyla bastı. Kendisi 'First Amendment' destekçisi olsa da, büyük teknoloji tekellerinin sansür rejiminin yetersizliğinden yakınıp 'zararlı içeriğe' karşı daha fazlasının yapılması gerektiğini savundu. Ve alenen kamu gözetimi ile düzenleme istedi.
Obama'yı skandallar kadını Hillary Clinton yankıladı. AB'nin insanların neyi işitip neyi düşüneceğini resmi otoritenin sınırlandıracağı, ihlallere ağır cezalar öngören Dijital Hizmetler Yasası'na övgü düzen Clinton, buradan 'küresel demokrasiye' silah devşirdi.
Obama ve Aclu bağışçılığından aşırı sağcılığa...
Tartışmaların Musk üzerinden dönmesi hem manidar hem acayip. ABD başkanını yasaklama gücü bahşedilmiş Twitter, Facebook son 1.5 yılda tek tek hesap avlayıp, algoritmalarla kime ne sunulacağına karar verir olmuşken; açık algoritma, içerik kaldırma ve hesap yasaklarını hafifleterek ifade özgürlüğüne geri dönmeyi vaat eden Musk, aniden nefret figürü kılınıp 'aşırı sağ' ile anılır oldu. Öyle ki namlı STK'lar Coca-Cola ve Disney gibi önde gelen markalara Musk'ın Twitter'ını boykot etmeleri çağrılarına başladı.
New York Times, Musk'ın Güney Afrika'da seçkin beyaz topluluk içinde Apartheid'in vahşetinden kopuk büyüdüğünü öne çıkaran bir makale bile yayınladı! Hikayede siyah arkadaşlarının olumlu cümleleri, ırkçı çocuklara karşı geldiği için zorbalığa uğramışlığı, babasının Apartheid karşıtı İlerlemeci Parti'den olması, kendisinin orduda hizmet vermemek için ülkeden ayrılması, ana sunumda ırkçılığının imasını engellemiyor. Hoş, Twitter'ı Putin'in talimatıyla aldığını iddia eden de var!
Musk, Obama'ya oy vermekle kalmayıp, yüklü bağış yapmış bir isim. ABD'nin kalan belki tek itibarlı kurumu ACLU'nun önde gelen bağışçılarından. Şimdilerde kürtaj kısıtlamalardan etkilenen yerlerdeki Tesla çalışanlarına kürtajları için seyahat masraflarını karşılamaya varan uygulamalara imza atıyor. Tüm bunlar 'aşırı sağcı' safa konulmasına engel olmuyor
Doğrusu Musk'ın meraklısı değilim. Sansür rejimine karşı iddiasının arkasında duracak samimiyeti gösterirse ne ala...
Hakikat patroniçesi Nina Jankowıcz
Musk'a bu muamele çekilirken, liberal faşist bir propogandist 'Hakikat Bakanlığı'nın patroniçesi yapıldı: Nina Jankowics. Kendisi CIA'nın Ortadoğu'da radikal İslamcı yatırımını eleşiren gazetecileri hedef almış, Wikileaks'i 'pislik' diye nitelemiş, sahte Steele dosyasının savunucusu, Ukrayna'daki neofaşist yönetime ve Belarus'un neoliberal muhalefetine stratejik iletişim danışmanlığı yapmış bir isim. Hunter Biden'ın sonunda 'en öz hakikat' çıkan laptop'unu da 'Rusya operasyonu' diye sunmuştu. Şimdilerde 'ifade özgürlüğü mutlakiyetçiliği' diye tutturmuş vaziyette.
Bu propagandisti İç Güvenlik Bakanı Alejandro Mayorkas, 'nitelikli, dezenformasyon alanında tanınmış uzman' diye sundu. Mayorkas'ın 'Hakikat Bakanlığı' ifadesine içerlediği besbelli, Kongre'de yeni kurulun hasım devletler Rusya ile Çin'den ve kartellerden gelen tehditlere odaklanacağını savundu. "Biz düşünce polisi değiliz" diyerek Amerikan vatandaşlarının izlenmeyeceğini, kurulun operasyonel yetkisi ve kapasitesi olmadığını söyledi. Sanki mevzu oymuş gibi. Tahmin edileceği üzere ABD'nin Cumhuriyeçileri 'Hakikat Bakanlığı'na ihtiyaç olduğunu söylerken, kimin yöneteceğine takılıyorlar. Mayorkas'a en çarpıcı cevap ise Amerikan liberteryeni Ron Paul'den geldi: "Sanırım dezenformasyon hakkında fikriniz yok. Dünya tarihindeki en büyük dezenformasyon propagandacısının kim olduğunu biliyor musunuz? ABD hükümeti."
İnsanın aklına 'ya fake medya diye tutturan Trump Hakikat Bakanlığı kursaydı' diye düşüyor. Şu talihin azizliğine bakın ki, Fakat şaka değil, ABD'de ifade özgürlüğü artık aşırı sağın alanı. Sansür rejimini 'marjinalleşirilmiş azınlıkları korumak' ve 'aşırı sağla mücadele' bahanesiyle sunmak 'itibarlı sol' olmanın gereği.
Salt ABD değil, Batı liberal solunun 'aşırı sağ' hassasiyetindeki riyakarlık Ukrayna çatışmasındaki akıl almaz sansür, karartma, dezenformasyon ve Rus kültürüne ağır nefretin saçılmasıyla ortaya seriliyor. ABD ana akımı dün 'neonazi' dediklerini bugün cilalıyor. Britanya'nın devlet fonlu BBC'si neonazi Azak taburunun dehşetini aktaran sivilleri sansürleyip anlatımlarını çarpıtıyor. Almanya'nın Der Spiegel'i sivillerin benzeri videolarını 'içerik tutarsızlığı' gerekçesiyle yayından kaldırıyor. Yakında ABD patentli 'hakikat bakanlıkları' yayıldığında İkinci Dünya Savaşı filmlerinin 'Nazilerin olumsuz ve adil olmayan tasviri' gerekçesiyle yasaklanması gündeme taşınsa, şaşırtıcı olmaz.
Dezenformasyon üstadlarının dezenformasyonla savaşına bakıp, Türkiye'nin neoliberal İslamcılarının sosyal medya yasasıyla payımıza düşecekleri tahayyül edin.
BirGün / 09.05.22