Arjantin'de 2023 seçim senesi öncesinde gerilimin yükseldiği siyasal ortamda, geçen hafta trajik bir suikast girişimine tanıklık ettik. Peronist Başkan Yardımcısı Cristina Kirchner, adeta kafasına dayanan silahın tutukluk yapması sayesinde kurtuldu. Beş mermi bulunan silahı ateşlemeyi beceremeyen kimdi dersiniz? Brezilya vatandaşı aşırı sağcı Fernando Sabag Montiel. Dirseğinde Ukrayna'daki neonazi Azak taburunda görülen türden neo-nazi kara güneş dövmesi vardı. Bolsonarocuydu. Görüntüleri tüm dünya izledi.
Suikast girişimi, Latin Amerika'nın son 10-12 senesine damga vuran hibrit darbelerin parçası haline gelmiş 'solcu yolsuzluğu' temasının bu kez Kirchner'i hedef aldığı bir dönemde gerçekleşti. Kirchner, 12 yıl hapis istemiyle yargılanıyor. Olay destekçilerinin 22 Ağustos'tan bu yana 'yargı zulmüne' karşı nöbet tuttuğu Buenos Aires'teki evinin önünde gerçekleşti. Arjantin'in Batı fonlu medya kuruluşları neo-nazi fail ve "Ne yazık ki başaramadı" diyen arkadaşları için platform işlevi gördü.
***
Latin Amerika'da yine sosyal adaleti sağlamaya yönelik programlarla servetin yeniden dağıtımına soyunurken, sistemi temelinden dönüştürmekten kaçınan 'pembe sol' ile karşı karşıyayız. ABD'nin 2009'da Honduras darbesiyle tersine çevirdiği dalga yükselişte. Bugün artık daha net biçimde 'Latin sosyal demokrasisi' demek yerinde olur. 2018'de Meksika'da Andres Manuel Lopez Obrador'un (AMLO) seçilmesiyle başlatmak mümkün. 2020'de Bolivya'da bir sene önce Evo Morales'i deviren aşırı sağcı darbenin intikamı alınırcasına Luis Arce gelmişti. Bolivya oligarşisinin akıldışılığı ve emekçi sınıfların mücadelesinin etkisi büyüktü. 2021'de Şili'de 'Amerikan tipi solculuğu' ağır basan Gabriel Boric seçildi. Bu yılın sürprizi ABD'nin alt kıtadaki sağ kalesi Kolombiya'da gerçekleşti. Eski bir M-19 gerillası olan ve çoktan merkez sola konumlanmış Gustavo Petro, ülkenin seçilmeyi başaran ilk solcu lideri oldu. Arjantin'de ise Kirchner'in yardımcılığını yürüttüğü Alberto Fernandez 2019'da seçilmiş ve etkisizliğini üç senede ispatlamıştı. Tüm bu sosyal demokrat liderliklerin, ABD'nin vahşi neoliberalizmiyle bütünleşmiş oligarşik yapıların hüküm sürdüğü siyasi zeminde bulunduklarını belirtmeli.
***
Aynı sol 10-15 senede ABD destekli oligarşi ve yargıya uzanan elleri aracılığıyla 'yolsuzluk' temasının bir yerinde bulunduğu hibrit darbelerden geçti. Brezilya'da Lula da Silva'yı hapse gönderip, halefi Dilma Rousseff'i neoliberal komedi konusu olabilecek 'bütçe yamama' ithamıyla iktidardan ettiler. İkisi de iş işten geçtikten sonra yargı kararıyla aklandılar. Bugün Latin sol liderlerin Arjantin'deki son suikast girişiminden kısa süre önce Kirchner'in adaylığını hedef alan yolsuzluk davasını kınayan açıklama yayınlamaları dikkat çekici. Neoliberal sağın amentüsü olan 'yolsuzluk', 'pembe sol' döneminde Latin soluna yönelik algıya eklendi. Batı'nın sözde özgürlükçü liberal medyası başrol oyuncusu oldu. 27 yıl Brezilya'da yaşamış gazeteci Brian Mier, Lula hakkında 26 yolsuzluk ithamını detaylarıyla ele alıp nasıl çürütüldüğünü aktarırken, bir de anekdot koymuş. Rio barlarında rastladığı The Guardian'a katkı yapan 'kibirli' bir yazarın "Bu kadar çok itham var, Lula bir suç işlemiş olmalı" dediğini belirtip, The Guardian ve NYT'nin 8 yıllık başkanlığında 108 kez yolsuzlukla suçlanmış sağcı Henrique Cardoso'ya 'suçu ispatlanana dek masum' muamelesi yaptıklarını belirtmiş. Kirchner'in evi önünde 'yargı zulmü' diye eylem yapanlara şaşırmamalı.
Lula çoktan hapisten çıktı, yargı kararlarıyla aklandı. Ekim ayındaki seçimler için ABD/Wall Street desteğiyle başa geçirilmiş fakat pandemide Batı liberalizmi için nahoş söylemleriyle can sıkıcı hale gelmiş neo-faşist Jair Bolsonaro'ya meydan okuyor. Lula bu kez yanına eski gerilla Rousseff'i değil, Sao Paulo'nun valisi olan, 2006'da sandıkta bileğini büktüğü merkez sağcı Geraldo Alckmin'i başkan yardımcısı olarak almış durumda. Neo-faşist cepheye karşı 'birliktelik'... Lula, kampanyasını askeri diktatörlüğün yıkımını getiren 1978 grevlerinin başladığı São Bernardo do Campo'daki Volkswagen fabrikasının önünde başlattı. İlk turda olmazsa ikinci turda seçilecek gibi. Tabii ABD'nin Venezuela için atadığı kukla başkanı Guaido'yu 'sahte' ilan etti, alt kıtada ağır ambargolara rağmen ABD darbelerine direnmiş tek ülke olan Venezuela’yla dayanışmadan söz etti.
***
Bu koşullarda 'sağın kalesi' Kolombiya'nın lideri Gustavo Petro'ya daha dikkat çekici. Petro, 7 Ağustos'ta başkanlık görevini Simon Bolivar'ın kılıcının hazır bulunduğu siyasi sembollerle yüklü bir törenle devraldı. İç siyasette Boric gibi 'Amerikan tipinde sol' temalar, çevrecilik, yerel topluluklar, feministler, LGBTQ öne çıksa da toprak reformundan bahsediyor, FARC gibi ABD destekli 'liberal barış komplosuna' düşmemiş ELN ile görüşmeler için kolları sıvamış durumda. Dış siyasette Venezuela ile Nikaragua'nın solcu yönetimlerine karşı üslubu yumuşattığını görmek dikkat çekici. ABD güdümlü Amerikan Devletleri Örgütü'nde (OAS) Nikaragua'daki Sandinist yönetiminin en azından kınanmasına katılmayı reddetti, Maduro ile görüşüp Venezuela ile sınırın açılmasını içeren normalleşme adımları attı. Guaido'yu da Washington'ın gözlükleriyle görmüyor. Açıkça ABD bağlantılı aşırı sağcı generallerle nasıl edecek, meçhul.
İroniktir. İlk 'pembe sol' dalgada retorikte 'sosyalizm' vardı. İkincisinde neoliberalizmin ürettiği neofaşizme karşı Latin 'sosyal demokrasisi' var. Biden'ın Latin Amerika'daki en üst düzey danışmanı Juan Sebastian Gonzales, geçenlerde Petro'dan söz ederken biraz tehditkar bir tavırla şöyle buyurmuş: “40 yıl önce ABD, Gustavo Petro'nun seçilmesini engellemek için mümkün olan her şeyi yapardı. Ve iktidara geldiğinde de hükümetini sabote etmek için..." Bugün artık 'ABD'nin çaptan düşmesinden midir, yoksa gerek mi yoktur' diye sormak da mümkün.
BirGün / 05.09.22