Pandeminin başından beri izlediği politikalarla AKP iktidarı işçi ve emekçiler için derin yoksulluk, kitlesel ölüm ve kitlesel hastalık üretmektedir.
Asıl sorumluların hesap vermesi için de topyekun bir mücadele hattının örülmesi, toplumun emekçi kesimlerinin birleşik mücadelesi şarttır.
20 Aralık Pazartesi gecesi Saray vadeli TL mevduat faizini, döviz kuru artışları ile destekleyen bir karar aldı. Yeni düzenleme, Kur Korumalı Mevduat diye adlandırıldı.
İktisat çevreleri 2021’in bitimine damgasını vuran bu kararı, sonuçlarını tartışıyor. Ben de kervana katılmak istedim.
“Kur Korumalı Mevduat”: Niçin kararlaştırıldı?
16 Aralık’ta TCMB’nin politika faiz oranını bir puan (%15 → %14) indirdi. Bu karar döviz kurlarını sıçrattı. KKM kararı dört gün sonra bu nedenle ve alelacele alındı. Kısaca sayıları hatırlatalım.
TCMB toplantısının öncesinde 1 dolar = 14,6 TL idi. Faiz inatlaşmasının finans çevrelerinde yarattığı tedirginliğin dikkate alınacağını ümit edenler vardı. Bakan Nebati’nin biraderi de politika faizinin değişmeyeceği beklentisinde olduğunu açıklamıştı.
Politika faizi indirilmeseydi, belki de döviz piyasaları 2022’ye belli bir istikrar içinde girecekti. Karar sonrasında döviz fiyatları zincirleme tırmanmaya başladı. Dolar, ertesi gün 16,3 liraya sıçradı; Pazartesi KKM kararından önce 18 TL eşiğini zorluyordu.
KKM kararı döviz hareketlerini hızla tersine döndürdü. Dolar, 18 TL’den hafta sonunda 11,7 TL’ye indi. Giderek 10 TL civarına yerleşmesi umuluyordu; ama Cumhurbaşkanı’nın “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” söylemini 26 Ocak’ta tekrarlaması bu eğilimi frenledi. Bu satırları yazarken (30 Aralık’ta) dolar 13,2 liradır.
Kim kazandı?
Para piyasalarındaki sonuç nedir? Politika faizi değişmedi, ama bu oran (%14), KKM faizlerinin alt sınırı oldu; mevduat sahiplerine kur farkları “ayrıca ikram” edildi. On gün sonrasında devlet tahvili ve kredi faizleri de yukarılarda seyretmektedir. Düşük faiz tutkusunun paradoksal sonucu: Ortalama faizlerin yukarılara yerleşmesi…
İlk gün döviz fiyatlarının inmesini, TCMB ve kamu bankalarının “arka kapıdan, lekeli satışları” etkiledi; ama belirleyici etken, aşırı döviz talebinin geri çekilmesi oldu. İş Bankası Genel Müdürü’ne göre KKM kararı “[döviz mevduatı] sahiplerinin TCMB'den daha güçlü olduğunu göstermektedir.” Ama kritik bir eklenti de yapıyor: “Biz bize kaldığımızda bir sorun görmüyorum. Asıl önemli olan dış piyasaların ikna olması…” (21 Aralık 2021).
Bu tespite göre, Türkiye burjuvazisinin orta ve büyük rantiye katmanı, TCMB rezervlerini yenilgiye uğratacak güçtedir. “TCMB’nin yenilgisi”, Saray’ın sınıfsal tercihleriyle uyumludur. 2019-2020’de damat Albayrak’ın harcadığı 128 milyar dolarlık TCMB rezervlerinin bir bölümü, iktidar blokunun da yer aldığı bu rantiyelere ucuza aktarılmıştı. Aralık 2021 sonunda döviz mevduatı 262 milyar dolara ulaşmış; kur artışlarını frenleyebilecek TCMB rezervi tükenmiştir.
Cumhurbaşkanı’nın faiz → enflasyon takıntısı süregelmektedir. Saray kadrosunda birileri bu takıntının siyasal sonuçlarını algılamış olabilir. Bugünkü Türkiye’ye ilişkin üç tespit herhalde ağır basmıştır:
- Pahalılaşan döviz, Türkiye’de krize gidiş olarak yorumlanmaktadır.
- Bugün Türkiye’de enflasyonu belirleyen en güçlü etken döviz kurudur.
- Hızlanan enflasyon ve kriz korkusu AKP’nin seçmen tabanını hızla eritebilecektir.
Saray’ın temel önceliğinin, “arızalı” bir seçimle de olsa meşruiyet kazanıp iktidarda kalmak olduğunu akılda tutalım. 20 Aralık’ta bu önceliğin ideolojik saplantıya baskın çıktığı anlaşılıyor. KKM, Cumhurbaşkanı’nca bir “faiz kararı” olarak açıklanmadı; “faiz” yerine “kazanç” sözcüğü kullanıldı. Pahalı döviz → yüksek ihracat → ekonomik bağımsızlık söylemi ise tümüyle unutuldu.
Yandaş medya kararı, AKP taraftarlarına bir zafer olarak pazarladı. Ucuz dövizi kutlayan vatandaşlar da halay çekti.
Dış finans çevreleri: Bir değerlendirme
İş Bankası Genel Müdürü, KKM düzenlemesinde, yerli rantiyeler, bankalar ve ekonomi yönetimi arasında (“biz bize”) sorun kalmadığını ifade ediyordu; ama uluslararası finans kapitalin “ikna olması” gerekliliğini ekleyerek…
Biz de Londra’daki Bluebay Asset yöneticisi Timothy Ash’i dış finans çevrelerine örnek alalım. Saray’ın politika gelgitlerini yakından izleyen; sık sık eleştiren bu zat, 21 Aralık 2021 tarihli blog’unda KKM kararına bakıyor:
“Sonunda Erdoğan yönetiminin döviz kurunu gözeteceğini ve sermaye kontrollerine gitmeyeceğini anladık. Erdoğan, faiz oranlarına değil piyasalara önem verdiğini belirtti.”
Bu olumlu yorumu eleştiriler izliyor: “Bu, yine de kötü bir programdır. Doğrusu, TCMB’nin enflasyona karşı faiz oranlarını yükseltmesidir. Üstelik talep yönetimine ilişkin hiçbir önlem alınmamıştır.”
Ash, bu nedenlerle yeni programın enflasyonist olacağını belirtiyor. “Mevduat tabanı böylece ya doğrudan doğruya dövizli veya döviz-bağlantılı olacaktır. Devlet bilançosu da kısmen dolarlaşacaktır. %14’lük mevduat oranını aşan %10’luk her devalüasyon, bütçeye GSYH’nın %1,5’i oranında ek yük getirecektir. Kamu borcunda dövizli borçların oranı on yıl öncesine göre çok artmıştır; bu nedenle Hazine kur riskini fazlasıyla üstlenmektedir.”
Bankerin enflasyon öngörüleri gerçekçidir: 2021 sonunda %30, 2022’nin ilk yarısında %40-50… Artan enflasyon, döviz kurundaki nominal artışları eritecektir. Saray iktisatçıları, düşük faizlerin tetikleyeceği reel devalüasyonun dış dengeyi düzelteceğini umuyordu. Ash’a göre kur-enflasyon sarmalı geri gelecek; bu beklenti gerçekleşmeyecektir.
Ocak 2022’de ne olacak?
Timothy Ash, KKM kararı ile Erdoğan’ın “faiz oranlarına önem vermekten” vazgeçtiğini düşünüyor. Ama yanılıyor. Nitekim Cumhurbaşkanı, “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” görüşünü her fırsatta tekrarlıyor. Bu takıntı esas olarak TCMB’nin politika faizlerinde uygulanmaktadır.
O zaman Ocak 2022’de kritik sorun, bir kez daha gündeme gelecek: 3 Ocak’ta enflasyonun %30 civarına yükseldiği belirlenecek; iki hafta sonra TCMB %14’lük politika faizini gözden geçirecektir. Cumhurbaşkanı’ndan faizin daha da indirilmesi talimatı beklenebilir. Bu talimatın KKM düzenlemesi ile uyumlu olacağı da düşünülecektir.
Uluslararası finans çevreleri ise Türkiye’de enflasyon hedeflemesi kurallarını izlemektedir. Politika faizi ile enflasyon yüzdeleri arasındaki fark (14-30=-16) sürdürülemeyecek açıklıktadır. Sabit tutulması bir yana, hızla daraltılmazsa döviz kurlarını tetikleyecek; dış borç krizi olasılığı gündeme gelebilecektir.
Bu öngörülerin geçerliliği değil, sonuçları önemlidir. Önümüzdeki ayda yüzde 30’a ulaşan enflasyona karşı TCMB’den birkaç puanlık bir faiz yükseltmesi gelmezse, Türkiye ciddi dış finansman sorunlarıyla karşılaşabilir.
Dış finansman sorunları
Portföy hareketleri ve sabit varlıklara dönük yatırımlar “fırsatçı”dır; kötü dönemlerde “batan geminin malları” ucuzlar; sermaye girişleri tetiklenebilir. Örneğin, Eylül-Ekim 2021’de yabancılar Türkiye’de 10,9 milyar dolarlık gayri menkul almıştır. Beş yıl öncesine göre, dolar hesabıyla dörtte bir fiyatına…
“Fırsatçı” olmayan yabancı sermaye türleri daha önemli. En başta 2017 sonrasının döviz krizleri döneminde de Türkiye’nin dış borcunu yüksekçe oranlarda döndürmeyi sürdüren uluslararası bankalar… 12 ayda vadesi gelen Türkiye’nin ödemesi gereken dış yükümlülükler 170 milyar dolardır. Son çalkantı, Ash’a göre “bankacılık sektöründe ani bir çöküntü” olasılığı doğurmuş; şimdilik geçiştirilmiştir.
Hazine ve bankalarımız, uluslararası bankalara sendikasyon kredileri için başvurduklarında, hangi maliyetle, hangi oranda karşılanacak?
Fitch’in KKM kararını izleyen (22 Aralık 2021) Türkiye notu da dikkat çekicidir: Türk bankalarının, mevduat dolarizasyonu nedeniyle TL’nin değer yitirmesine karşı kırılgan oldukları vurgulanmaktadır.
Nick Corbishev, Avro-Bölgesi bankalarının Türkiye’deki pozisyonlarının Avrupa Merkez Bankası tarafından yakından izlendiğini haberleştiriyor. İspanya, İtalya, Fransa ve Hollanda’da Türkiye’ye en çok kredi açmış bankalar üzerinde odaklanıyor (Naked Capitalism, 30 Kasım 2021).
Finans kapital KKM’yi şimdilik “zararsız” gördü. Ocak 2022’de sınayacaktır. “Uyumsuz” bir karara tepki sert, sonuçlar ağır olacaktır.
Not: Sol Haber çalışanlarına ve okurlarıma aydınlık, sağlıklı bir yeni yıl dilerim.
soL / 31.12.21