Bir konuşmanın patlattığı kriz ve uzantıları- Korkut Boratav

Şubat 2000’de “anayasa kitapçığı olayı”nı tetiklediği kriz, 2002’de AKP’yi iktidara getirdi. Cumhurbaşkanı’nın Pazartesi konuşması ile tetiklenen kriz, aynı partiyi iktidardan uzaklaştıracak mı?

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 26 Kasım 2021
  • 09:22

Arkadaşımız Ergin Yıldızoğlu’nun ilginç bir yazısına değinerek başlamak istiyorum: “Bir ‘çılgınlığın’ metodu”, (Cumhuriyet, 18 Kasım.2021). 

Yazı, son faiz kararının ardından yayımlandı; ana konu  da başlıktan anlaşılıyor: Karar, gerçekten “çılgınlık” mıdır? 

'Çılgın' kararın rasyonel dayanağı 

Yıldızoğlu, meramını yazının başında açıklıyor: 

“Ekonomistler, kimi iş çevreleri, rejimin, ‘yanlış’ ekonomi politikalarında ısrar etmesine bir türlü akıl sır erdiremiyorlar. Rejimin liderinin ‘biz ekonominin kitabını yazdık’ ifadeleri de bu kaygıların üzerine tuz biber ekiyor. Bu da bana, Hamlet’in ‘bu bir çılgınlık ama içinde bir metot var’ sözlerini anımsatıyor. Neden, birilerine çılgınlık gibi gelen, bir başkası için yaşamsal önemde metodik, rasyonel bir tercih olmasın?”

Bir edebiyatçı da olan sevgili Ergin’e yakışan bir ustalık: Shakespeare, Kasım 2021 Türkiyesi’ne ışık tutmaktadır. 

Saray’ın faiz kararının ardındaki “olası rasyonel tercihi”, Yıldızoğlu bölüşüm yansımaları açısından sorguluyor.Ayrıntılara girmiyor; genel bir çerçeve önermekle yetiniyor. 

Bugün tartışılan iki temel seçeneğin benzer ekonomik sonuçlara mahkûm olduğunu vurgulayarak yazısına son veriyor: “Çılgınlığın arkasındaki metot sürdürülemez; kaçınılmaz bir kopuş noktasına işaret [etmektedir]… Yapısal reformlar da emekçilerin refahına büyük darbe vuracak; ekonominin düşüşünü durduramayacak.” 

Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları 

Faiz kararının ardında yatan ve Yıldızoğlu’nun sorguladığı olası rasyonel gerekçe nasıl “keşfedilebilir”?  

“Doğru adres” elbette Cumhurbaşkanı’dır. Son bir hafta içinde iki konuşması, ekonomik ve siyasal hedeflerine ışık tuttu. 

Erdoğan ilk konuşmasında faiz kararının ardındaki temel ekonomik öncelikleri açıkladı: 

"Biz iş adamlarımıza diyoruz ki hani sen düşük faizle kredi istiyordun? Niye almıyorsun? Bu iş adamlarını anlamıyorum. TÜSİAD'ı filan bir araya geliyorlar; faizden bahsediyorlar. Eğer sen iş adamıysan, yatırımdan yanaysan; işte düşük faizle kredi. Haydi alın krediyi ve yatırımı yapın. Ben sizden yatırım, istihdam, üretim, ihracat istiyorum. Gelin bunları yapın. Kaçıyorlar. Bunlar nasıl iş adamları?” (DW Türkiye, 17 Kasım 2021).

Bu konuşma, TÜİAD Başkanı’nın “yüksek büyüme uğruna ucuz kredi ve enflasyondan oluşan sarmaldan” yakınan bir demecini (T24, 13 Kasım 2021) eleştirmekte; iş adamlarını göreve çağırmaktadır. Yıldızoğlu’nun aradığı “rasyonel iktisadî hedef” de bu vesileyle açıklanıyor: Ucuz kredilerle yüksek büyüme… TÜSİAD’ın eleştirel tespiti ile uyum halinde…  

Cumhurbaşkanı, 22 Kasım’da kabine toplantısından sonra da, siyasal öncelikli bir konuşma yaptı.  Önemli öğelerini aktaralım: 

“Ekonomik kurtuluş savaşından milletimizi zaferle çıkaracağız. Türkiye, tarihinde ilk defa ihtiyaçlarına uygun bir ekonomi politikası izleme fırsatı bulmuştur.”

“Kurdaki hareketlerin etkisiyle yükselen enflasyonun ekonomik sıkıntıları elbette vardır; [bunlar] yatırımı, üretimi, istihdamı doğrudan etkilemez. Kuru bahane ederek fahiş fiyat artışı yapan fırsatçılara göz açtırmayacağız.”

“Kurdaki rekabet gücü, yatırımda, üretimde, istihdamda artışa yol açar. Kur hareketlerini takipte kararlıyız. Swap işlemlerini yakından izlemek suretiyle kendi ülkesini soymaya çalışanların önlerini kestik.” (Çeşitli kaynaklar, 23 Kasım) 

İlk paragrafta yer alan millî “kurtuluş savaşı”nın karşı cephesi kimlerdir? İp uçlarını sonraki paragraflardaki gözlüyoruz. Enflasyonun sorumluları “fahiş fiyat artışı yapan fırsatçılar”dır. Kur hareketlerinin ardında da “kendi ülkesini soymaya çalışanlar” vardır.

“Düşmanlar” içeridedir. Bu söylem, izlenen iktisat politikalarının gerçek amacının siyasal olduğunu ortaya koyuyor: Seçimle (veya farklı yöntemlerle) iktidarı korumak… 

Cumhurbaşkanı bu kadarla yetinmiyor; dış dünyayı da tedirgin edecek mesajlar veriyor. Paranoyak komplo takıntıları, ekonomik sorunların nedenlerini değil, sorumlularını aramaktadır. Bunlar, “göz açtırılmayarak, önleri kesilerek” önlenecektir. 

Faiz kararlarının simgelediği yöneliş, “tarihte ilk defa Türkiye ihtiyaçlarına uygun bir ekonomi politikası” oluyor. AKP iktidarının ilk on beş yılda tümüyle benimsediği; ödünsüz uyguladığı neoliberal makro-ekonomik programdan (enflasyon hedeflemesinden) kesin kopma mı söz konusudur?    

Bu yöneliş, neoliberal dönemde Türkiye ekonomisinin seyrinde belirleyici rolü alan uluslararası sermaye çevrelerinin temel önermeleriyle çatışmaktadır.

Bu öğeleriyle Pazartesi konuşması, kriz fünyesini tetikleyen vesileyi oluşturdu. Bir anlamda Şubat 2000’de Cumhurbaşkanı Sezer’in Başbakan Ecevit’e anayasa kitapçığını fırlatması gibi… 

'Çılgın' politikanın ekonomik beklentileri: Tutar mı?

Saray iktidarının ekonomik beklentileri gerçekçi mi? Tutar mı?

AKP son yılların döviz krizleri içinde şirketleri, bankaları ayakta tutmuş; büyüme ivmesini sürdürebilmiştir.  Ama, ağır bir toplumsal bunalım yaratarak… Saray açısından “rasyonel” bir politika bileşkesi… 

Saray, 2021 başında seçim konjonktürü içine girdi; önceki rasyonel bileşkeyi zorladı. Faiz → döviz kuru → enflasyon sarmalını sürdürülemez eşiğe taşıdı. Cumhurbaşkanı bu sarmalı, “üretimi doğrudan etkilemediği” için umursamıyor. 

Turgut Özal, 1980’li yıllarda pahalı döviz / reel faiz ikilisini birlikte sürdürebilmişti. O dönemde sermaye hareketleri denetlendiği için… Vatandaşların döviz mevduat hesapları yoktu; varlıklarını dışarıya aktarmak, dövizle borçlanma kısıtlıydı; denetleniyordu. Yabancıların serbestçe girip çıkabildikleri bir borsa yoktu.

Bugünkü ortamda ise faiz indiriminin tetiklediği kur hareketi, “rekabetçi” eşiği aşsa, savrulup gitse dahi önlenemez. 1980’li yıllardaki sermaye kontrollerine dönülmedikçe frenlenemez. Gerekirse dış borçlara da uzanarak ya tam yapacaksınız veya vaz geçeceksiniz. 

Siyasal beklenti tutar mı?

Saray’ın acil siyasal önceliğini de vurguladım: İktidarı korumak… 

İktidar, Eylül 2018’de, TCMB faizlerini yüzde 24’e çıkarmış; bir istikrar programı içeren YEP ile o tarihteki döviz krizini aşabilmişti. Ama, 2019 büyükşehir belediye seçimlerini yitirerek…  Bugünkü krize karşı aynı senaryoyu tekrarlar mı? Sonuç ne olabilir? 

Durum 2018’den daha ağırdır. Yeni bir istikrar programının daha sert olması; büyümeye son vermesi beklenir. 

Ekonomik göstergeler “mucizevî olarak” bir istikrar programı dışında düzelse bile, bu durumun siyasete, seçime yansıması için sadece bugünkü ekonomik krizin değil, halk sınıflarının toplumsal bunalımının da aşılması gerekir. 

Temel karşıtlığı basit bir soru özetliyor: Cumhurbaşkanı’nın güvendiği, çağrı yaptığı “şirketler ve iş çevreleri”, dört yıldır kendilerine akan ucuz, bol krediden ne kadarını halk sınıflarına aktardı? 

“Sızıntılar”ın bugüne kadar yetersiz kaldığını algılıyoruz; kısmen ölçüyoruz: Toplumsal bunalımı yaşıyoruz. Ağırlığı, günlük gözlemlerde karşımıza çıkıyor. Nicel boyutunu son bölüşüm, işsizlik göstergeleri ortaya koyuyor.  

Üstelik, seçmen kimlikleriyle sayısal ağırlık, “iş çevrelerinde” değil; toplumsal bunalımın mağdurlarındadır. Sadece ekonomik beklentilerin tutması siyaset sahnesine taşınamaz. 

Emek örgütlerinin zayıfladığı ortamda, gelir dağılımını sermaye katmanlarına aktaran ana mekanizma enflasyon olmuştur. Emekçilerin enflasyonundan tümüyle kopuk TÜİK/ TÜFE verilerinden hareket eden bir asgari ücret ayarlaması, ağır reel gelir kayıplarını telâfi edemez. 

Can yakıcı son göstergelerden sadece birine, son dokuz ayın istihdam verilerine göz atalım ve üç yıl öncesiyle karşılaştıralım: Çalışma yaşındaki nüfus, Ocak-Eylül 2018-2021 arasında 3 milyon artmış; istihdam 380.000 azalmıştır. 

Saray’ın ve Türkiye kapitalizminin elinde, toplumsal bunalımın bu astronomik boyutunu telafi edecek sihirli çözüm yoktur; olamaz. 

Şubat 2000’de “anayasa kitapçığı olayı”nı tetiklediği kriz, 2002’de AKP’yi iktidara getirdi. Cumhurbaşkanı’nın Pazartesi konuşması ile tetiklenen kriz, aynı partiyi iktidardan uzaklaştıracak mı? 

Yanıt, halk sınıflarının bu durumu, iktidarın sorumluluğuyla birlikte algılaması ve ilk tepkiyi göstermesinde yatıyor.  

soL / 26.11.21