Roboski davasını AİHM’e taşıyan hukukçu ve insan hakları savunucusu Kerem Altıparmak’a göre eldeki deliller Roboski katliamı davasını yeniden başlatmayı zorunlu kılıyor. Herkesin “unutmayalım” dediği Roboski katliamı davasını çok az hukukçunun takip ettiğinden yakınan Altıparmak’a göre bu davanın tekrar canlandırılması için siyasi irade lazım.
28 Aralık 2011 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı savaş uçaklarının yaptığı bombardıman sonucu Roboskili 19’u çocuk 34 Kürt köylüsünün Türkiye-Irak sınır boyunda öldürülmesinin üzerinden 10 yıl geçti. Katliamda sorumluluğu olan hiç kimse, en ufak bir adli veya idari cezaya çarptırılmadığı gibi, mahkeme karşısına bile çıkmadı. Çünkü Roboski’yle ilgili hiçbir yargılama yapılmadı!
Peki herkesin gözleri önünde yapılan bu katliam nasıl oldu da yargısız kaldı? Askeri ve sivil mahkemeler, Anayasa Mahkemesi siyasi saiklerle kararlar verirken mağdurların adalete erişim konusunda güvendikleri en büyük dayanak olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bile neden Roboski davasıyla ilgili başvuruyu reddetti?
Roboski davasını AİHM’e taşıyan ve davanın tekrar canlandırılması için çalışan avukatlardan Kerem Altıparmak’la Artı Gerçek’in YouTube kanalı için yaptığımız söyleşinin edit edilmiş yazılı versiyonuna buyrunuz…
28 Aralık 2011 gecesi Roboski katliamı oldu ve iktidar bunun “yanlışlıkla” olduğunu söyledi. Dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, öldürülenlerin kaçakçı olduğunu söyleyerek katliamı meşrulaştırmaya çalıştı…
Bir kere şunu vurgulamak gerekir ki, olayın gerçekleştiği tarihte aktif bir çatışma yok. Yani orada bir çatışma vardı da yanlışlıkla köylüler vurulmuş değil. Zaten aslında Roboskililerin bu kadar rahatlıkla ticaret için sınır ötesine geçmesinin nedeni bir çatışma kaygısının olmaması. Ayrıca yargısal aşamaya gelindiğinde en önemli tartışmalarda biri de bu bağlamdaydı. Saldırı olduğunda köylüler bulundukları yerde duruyorlar. İlk grup sınıra çok yakın mesafede duruyor ve bekliyor. Bir kilometre kadar geride de ikinci grup var, onlar da duruyorlar. İlk grup bombalandıktan sonra bile ikinci grup hareket etmiyor. Resmi belgelerde bunun anlaşılamadığı söyleniyor ama insani açıdan çok anlaşılabilir bir şey. Yani çatışan, bu işi profesyonel olarak yapan birileri olsaydı böyle bir şeyin ardından ilk yapacakları şey, hedef olmaktan çıkmak için kaçmak olurdu. Ama ikinci grup orada bekliyor ve daha sonra onlar da bombalanıyor. Orada bir çatışma olmaması çok önemli.
İkinci grup, ilk gruptan ne kadar süre sonra bombalanıyor?
Yarım saat kadar vakit geçiyor. Hatta o arada köylülerden biri Alay Komutanlığı’nı haberdar ediyor, “bizim köylülerimiz gitti” diye. Yine resmi kayıtlarda bu konuşma olduktan 70 saniye sonra son bombanın atıldığı söyleniyor. O yüzden müdahale edemedik deniyor.
Hangi konuşma olduktan sonra?
Köylüler Alay Komutanlığı’na “bizim çocuklar orada” dedikten 70 saniye sonra son bomba atılıyor. AyrıcaTBMM Komisyonu raporunda“efendim içlerinde terörist vardı” tarzında bir argümanın hükümet tarafından da dile getirildiğini biliyoruz ama CHP’li üye Levent Gök’ün TBMM Uludere Raporu’nda karşı oyu var.
Ne diyor Gök’ün karşı oyunda?
Levent Gök çok açık ve net bir şekilde kendilerinin Heron görüntülerini, yani insansız hava aracı görüntülerini izlediğini ve bu görüntülerde kurtulanlar dışında hiç kimsenin olmadığını, daha sonraki insan hareketliliğinin de yakınlarını kurtarmaya giden köylüler olduğunu söylüyor. Yani o görüntülerde “aralarında başkaları da vardı” iddiasını doğrulayacak hiçbir şey yok.
Zaten bombalanan 34 kişi içinden birkaç kişi kurtuluyor. Onlar da köylü, değil mi?
4 kişi kurtuluyor. Daha sonra yakalandığı iddia edilen bir örgüt elemanının bu konuda bir bilgi verdiğini dair bir şeyler de var. Bunu da TBMM Uludere Komisyonu Raporu’nda görüyoruz. Levent Gök ayrıntılı bir şekilde bunun nasıl bir saptırma olduğunu, hakikatin bu olmadığını söylüyor. Zaten daha sonra bu iddia da ortadan kalktı. Bir diğer önemli husus şu: Görüntülerden anlaşıldığı üzere, köylüler akşamüstü Türkiye’den Irak’a geçiyor. Bu esnada sınırda başka bir operasyon olduğu için bu kadar büyük bir köylü grubunun dikkatlerinden kaçmış olması mümkün değil. Ama bu hiç sorgulanmıyor. Düşünsenize, 38 kişi ve 92 katır karşı tarafa geçiyor ve bu süreçte görüntüleri sürekli çekiliyor. Karşı tarafta da çok kalmıyor, yağ, tuz vs, alıp hemen geri dönüyorlar. Gitmeleriyle dönmeleri arasındaki süre çok kısa. 5 kilometre kadar gidip malı alıyor ve geri geliyorlar. Bombalandıkları nokta da sınıra 50-60 metre mesafede. Az önce dediğim gibi, uzun bir süre bir noktada sabit kalıyorlar.
Neden?
Çünkü Türkiye sınırı içerisinde kalan köylüler yakınlarını “asker çevirme yaptı” diye uyarıyorlar. Onlar da kaçakçılık yaptıkları için yakalanacaklarını düşünüyorlar. Zaten köyde hakkında kaçakçılıktan adli işlem olmayan kimse yok neredeyse. Bu da köylülerin bu yolu ne kadar çok kullandığını, aslında askerlerle nasıl sürekli temas halinde olduklarının da bir kanıtı.
İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin Roboski soruşturma raporu çok derin
Zaten öbür türlü köylülerin geçinebileceği bir kaynak yok ve devlet de bunun farkında.
Gidenlerin yarısı veya aileleri hakkında kaçakçılıktan adli işlem yapılmış zaten. Çok sık yapıyorlar bu işi.
Katledilenlerin 19’u çocuk.
Evet. Askerlerin bunu bilmediği doğru değil. Ayrıca henüz SİHA’lar yok ama İsrail malı Heronlar kullanılıyor. Heronlar teknoloji olarak çok daha geri bir araç ama yaklaşık 7,5 saat kayıt yapıyor. Nitekim olayın büyük bir kısmını kaydediyor. Yine Levent Gök’ün karşı oyundan anlıyoruz ki, komisyon bunu izlediğinde burada herhangi bir şekilde grubun silah taşıdığını, hele ki ağır silah taşıdığını düşündürtecek hiçbir görüntüye rastlamamış.
Söz konusu görüntüler hiçbir zaman kamuoyuyla paylaşılmadı. Bu görüntülerin kayıtları TSK’da mı?
TSK’da. Bu da kritik. Çünkü bu görüntüler Genelkurmay’da, İkinci Ordu Komutanlığı’nda, Van’daki Kolordu Komutanlığı’nda ve Şırnak’taki Tümen Komutanlığı’nda olmak üzere aynı anda dört farklı yerden izleniyor. Yine resmi belgelerden anladığımız kadarıyla bu dört birimin hiçbiri, görüntülerdeki kişiler için “evet bunlar terörist, vurabiliriz” diye yüzde yüz emin değil. Yani sadece bir değil, dört farklı birimden izlenen görüntülerden söz ediyoruz. Ayrıca Roboski davası için adli soruşturma ve idari inceleme yapıldı. İçişleri Bakanlığı’nın yaptığı idari inceleme, adli soruşturmadan çok daha derin. Adli soruşturmada bazı subaylar var ama olayın büyüklüğü karşısında bunlar ast sayılır. Çünkü sınır dışı bir operasyon yapılıyor ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan anıyoruz ki, Genelkurmay Başkanlığı’na kadar çıkıyor bu. Yani bombardıman kararı Genelkurmay Başkanı’nın emriyle verilmiş. Hata yapıldığı söyleniyor. Hata yapıldıysa bile, kim yaptı bu hatayı? Emri veren mi, emri sunan mı? Çünkü Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay 2. Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı; hepsinin bilgisinde olması gereken bir durum söz konusu. İkinci Ordu Komutanı olayın olduğu gün bir talimat veriyor ve diyor ki “Ortasu, yani Roboski köyüne girişlerine izin vermeyin” diyor. Bombardıman sınır dışında yapılması, bunun Genelkurmay tarafından yapılmasını mümkün kılıyor. Eğer sınırın içerisine geçilse bu tamamen lokal bir şeye dönüşecek. Bu nedenle Vali, Kaymakam, Vali Yardımcısı bu operasyondan haberdar değil. Bunun bir hata sonucu olup olmadığını anlayabilmek için bu insanların hepsinin dinlenmesi, bu bilgilerin yerelden yukarıya doğru aktarılıp aktarılmadığının sorgulanması, yukarıda alınan bombardıman kararının neden alındığının öğrenilmesi gerekiyor.
Hâlâ bir şey yapılmak isteniyorsa İçişleri Bakanlığı’nın Roboski raporundan başlanabilir
İsterseniz yargı sürecine geçelim. İlk adli soruşturma TSK bünyesinde yapıldı değil mi?
Aslında Diyarbakır’daki sivil savcı, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi de soruşturma başlatıyor ama sonra bu soruşturmayı kapatıp Genelkurmay Askeri Savcılığı’na yolluyor. Adli soruşturma orada, idari soruşturma ise Mülkiye müfettişleri tarafından yapılıyor ki bunun askeriyeyle alakası yok. Askerlerle de görüşülüyor ama idari soruşturma İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülüyor.
Peki idari soruşturma kimler hakkında yapılıyor?
Aslında kimse hakkında! Müfettişler bir rapor hazırlıyorlar ve “şunların şunların şunların isim olarak olmasa bile makam olarak araştırılması lazım” diyorlar. Fakat müfettişlerin raporu sonrası hiçbir işlem yapılmıyor. Değil idari yaptırım, açığa alınan bir kamu görevlisi bile yok.
Mülkiye müfettişlerinin raporunun içeriği nasıl? Sizde var mı?
Evet, o raporun kendisi var. Ben de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvururken elde etmiştim ve kamuoyuyla paylaşılmış bir rapor değil. Ama 300 sayfalık ayrıntılı bir rapor. Tabii ki yer yer devletin mekanizmalarını, resmi makamlarını koruma eğilimi onda da var. Ama birçok problemi çok net, açık bir şekilde tespit ediyor. Çünkü müfettişlerin birçok köylüyle, olayda ölenlerin yakınlarıyla görüşme yaptığını görüyoruz. O anlamda çok iyi bir rapor. Hâlâ bir şey yapılmak isteniyorsa o rapordan başlanabilir yani.
Ve rapor, İçişleri Bakanlığı’na sunuluyor herhalde, değil mi?
Evet ve kimse hakkında soruşturma açılmıyor.
Roboski soruşturmasını reddeden askeri mahkemenin ‘FETÖ’den yargılanmayan tek üyesi, “bu dava açılmalı” diyen mahkeme başkanı
Dolayısıyla Mülkiye müfettişlerinin Roboski raporu kapatılıyor…
Evet, ilgililerin sorumluluğuna dair hazırlanan rapor orada kapanıyor. Bombalar atıldıktan sonra insanların bir kısmı olay yerinde vefat ediyor ama bir kısmı da yakınları tarafından taşınırken, ambulanslar intikal ettirilmediği için yolda hayatını kaybediyor. Bırakın bombardımanı, bu ambulansların intikal ettirilmemesindeki askeri ve sivil sorumluluk bile soruşturulmuş değil. Hiç kimse bundan dolayı da hesap vermiş değil. Diyelim ki hata oldu, bombalar yanlışlıkla atıldı; insanlar can çekişirken, belki bir kısmı kurtarılabilecekken kurtarılmadılar. Bu da meselenin çok korkunç bir yönü. Olayın ertesi günü, 29 Aralık günü Genelkurmay, orada Bahoz Erdal’ın olduğuna dair sinyal aldığını, oralarda olduğunu düşündüklerini ve hata yaptıklarını söylüyor. Ondan sonraki bütün hukuki süreç bu açıklamaya göre gidiyor. Savcı da zaten buna kani olarak soruşturma yapıyor.
Askeri savcı mı?
Evet, askeri mahkemenin takipsizlik kararına itiraz ediyor avukatlar ama üç hakimlik bir heyet, bire karşı iki oyla bu itirazı reddediyor. Hakimlerden bir tanesi karşı oy kullanıyor. Böylece karar oy çokluğuyla alınıyor. Fakat bu üç hakimden karşı oy kullananın diğerlerinden bir farkı var. Buna birazdan geleceğiz ama mahkeme başkanı Oğuz Pürtaş, hukuken doğru olan şu saptamayı yapıyor: Bizim Ceza Muhakemesi Kanunu’nda mecburilik ilkesi vardır. Yani eğer bir suç işlendiğine dair yeterli delil toplandıysa, savcının bununla ilgili dava açma yükümlülüğü var. Hata var mı, yok mu, buna delilleri inceledikten sonra mahkeme karar verir. Bu aşamada savcının takdir yetkisini kullanarak “hata vardır, ben dava açmıyorum” diyemez. Elimizdeki deliller bu davanın açılmasını mecburi kılıyor. Bırakın mahkeme karar versin.
Bu askeri yargıcın ifadesi mi?
Evet, başkanın ifadesi. Biz tekrar bu davayı canlandırmak için bir adım attık. Şu anda da Anayasa Mahkemesi’nde ve dönemin askeri mahkeme başkanı Oğuz Pürtaş’ın rolü çok kritik. Çünkü savcı ve dosyayı kapatmak isteyen iki hakim daha sonra ‘FETÖ’den ya ihraç edildiler, ya firariler ya da haklarında kovuşturma yürütüldü. Hakkında kovuşturma yürütülmeyen tek kişi, Roboski soruşturmasında karşı oyu yazan Oğuz Pürtaş. Bu niye önemli? Çünkü 15 Temmuz’dan sonra Berat Albayrak televizyona çıkıyor ve diyor ki, bu olayı da bu yapı, yani FETÖ yaptı.
Berat Albayrak’ın 15 temmuz sonrası Roboski açıklaması soruşturmanın canlandırılması için en büyük dayanak
Roboski’yi mi kastediyor?
Kastetmiyor, açık açık söylüyor. Biz bu delilleri ekleyerek tekrar Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na “yeni delil çıktı, soruşturmayı canlandırmanız lazım” diyerek başvurduk. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı da bunu Şırnak’a, Şırnak Uludere’ye, Uludere tekrar Şırnak’a yolladı. 1,5 sene sonra ki neden bu kadar uzun sürdüğünün hiçbir cevabı yok, “yeni bir delil olmadığı gerekçesiyle” yeni bir takipsizlik kararı verdi Şırnak Cumhuriyet Savcılığı.
Ne zaman?
Bu sene, 2021’in Mart ayında oldu. Biz bunun üzerine Şırnak Suç Ceza Hakimliği’ne başvurduk. Yine hiçbir gerekçe olmaksızın başvurumuz reddedildi. Bu kez, geçen olaydan ders alındığı için süresi içerisinde Anayasa Mahkemesi’ne aileler için bir başvuru daha yaptık. Dedik ki, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihadı var. Yeni bir delil ortaya çıktığında devletin ağır insan hakları ihlallerinin soruşturma ödevi yeniden canlanır.” Bundan daha ala bir delil de olmaz. Çünkü Bakan düzeyinde deniyor ki, “bunu devlet içerisinde bir ekip yaptı.” Üstüne üstlük Bakan’ın bu söylediğini teyit eden ve bizim de saptadığımız çok somut bir şey var: Bu kararı verenlerin tamamı, tam da iddia ile örtüşür şekilde ihraç edilmiş. Tekrar sıfırdan başlayın, araştırın. Ben o iddia doğru mudur bilemem ama bu iddia nedeniyle siz insanları görevden attıysanız, artık burada soruşturulacak bir şey var demektir. Demek ki bazı hususular tespit edilmemiş, bu ödev yeniden canlanmıştır. Resmi adını da söyleyeyim: Brecknell Birleşik Krallık Davası ve bunun üzerine inşa edilmiş AİHM içtihadı. Biz bunu dayanak göstererek başvurumuzu yaptık.
Bu tür politik davaların çok sahibi var ama gerçekte hiç sahibi yok
Fakat bundan önce Anayasa Mahkemesi’nde de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde de, bu davanın görülmemesine, reddedilmesine sebep olan birtakım hukuki skandallar var ve insanlar haklı olarak buna tepkili. Birincisi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlardaki skandallar. İkincisi de başvurucuların avukatlığını yapanların eksiklikleri. Bize bunun kronolojisini anlatır mısınız? Ne oldu da Roboski katliamı davası hem Anayasa Mahkemesi’nden hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden dönebildi?
Aslında bu politik davalarda çok sık karşılaştığımız bir şey. Davanın çok sahibi var ama gerçekte hiç sahibi yok. Bugün bile Roboski için herkes unutmayalım diyor ama hukuki olarak çok az kişi uğraşır hale geldi. İlk başta herkesin peşinde olduğu bir davaydı. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararına bakarsanız 32 tane avukatın adı gözüküyor ama yazışma adresi bir avukatın adresi. Öncelikle şunu söyleyeyim ki, başvuru 30 günlük süre içinde yapılmış, gecikmiş değil. Ben avukatların çok büyük bir kusurunun olduğunun kanaatindeyim ama bazen de kaderin başka unsurları da ekleniyor bunun içine. Bir kere 2012 Eylül’ünde bireysel başvuru açıldı ve ikinci adli tatil vardı. Normalde adli tatile denk gelen tarihte avukatlar “nasılsa süremiz var” diye işleri bekletirler. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruda ve henüz daha adli tatil olduğu için bir sürü avukatın da bundan haberi yok. Avukata 15 günlük süre verilirken deniyor ki eksiklikler tamamlansın. Giderilmesi istenen eksiklikler arasında gerçekten önemli olan bir tek şey var sadece. O da bazı başvurucuların vekaletinin eklenmemiş olması. Oysa Anayasa Mahkemesi onları eleyip en azından diğerleri hakkında karar verebilirdi.
Diğer eksik olduğu söylenen şeyler şunlar: Kararın onaylı örneği, ama UYAP’ta var zaten bu. Ama avukatın UYAP’a hangi saatte girdiğini tespit edip “kabul edilemez” kararı veriyor AYM. Bunun üzerine avukatlara 15 gün süre veriliyor. Avukat da 17’inci gün yolluyor. Avukat bir ay sonra da o iki günlük gecikmeye dair hasta olduğunu gösteren resmi rapor yolluyor. Anayasa Mahkemesi avukat tarafından bu rapor yollandıktan 1.5 yıl sonra kabul edilemezlik kararı değil, idari ret kararı veriyor. Yani “süresinde belgeleri yollamadın” diyor. Oysa Anayasa Mahkemesi iç tüzüğüne göre, kabul edilebilirlik aşamasından geçen başvuru Adalet Bakanlığı’na yollanmış, oradan da cevap gelmiş ve avukatlara iletilmiş. Avukatlar cevap vermişler. Yani artık karar çıkar mı diye beklerken, birden bire Anayasa Mahkemesi diyor ki “idari ret.”
İdari ret ne demek?
Anayasa Mahkemesi 3 tane karar verebilir: Bütün süreçler biter ve esastan karar verir ve örneğin “senin ifade özgürlüğün ihlal edildi, edilmedi” der. Bu nihai karar. İkincisi ise kabul edilemezlik kararı verir. Mesela der ki,“hukuk yollarını tüketmemişsin”,“Yargıtay’a gitmeden gelmişsin,” ya da “süresinde başvurmadın”. Üçüncüsü ise idari karardır. Yani yargı kararı değildir. Şimdi başvuru, bir başvurunun taşıması gereken özellikleri taşımıyorsa ve eğer bunu düzeltilebilecek bir durum söz konusu ise, incelenebilir bir başvuru haline gelmeden önce idari ret kararı verilebiliyor. Oysa eksiklikleri Anayasa Mahkemesi 1,5 sene sonra, bu nitelikte görmüş. Ayrıca idari ret kararlarını komisyonlar veriyor. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru sistematiğine göre bir başvuru, başvuru olarak kayıt altına alınacaksa, varlığı kabul edilecekse, bu idari prosedürü geçmiş olması lazım. Anayasa Mahkemesi bıraktım ben idari prosedürleri geçmeyi, kabul edilebilir nitelikte görmüş ki başvuruyu, Adalet Bakanlığı’na yollamış. Böyle görmüş ki komisyon, bölüme yollamış. Söylediğim idari reddedilen başvurular, komisyon aşamasından bölüme geçmez. Komisyon aşamasında reddedilir ama Roboski bunun ilk örneği. Yani bölüm aşamasında verilen idari ret kararının ilk örneği.
Avukatların kusuru sadece AYM’yi değil, AİHM sürecini de sekteye uğrattı
Yani iki taraflı bir skandal söz konusu. Bir, avukatın savsaklaması. Yani hem başvuru belgelerini hem bu belgeler için tanınan ek süreyi kullanamaması. İkincisi de Anayasa Mahkemesi’nin bu meselelere takılmadan epey yol aldıktan sonra dönüp “belge eksik, başvuru süresi geçmiş” diyerek reddetmesi. Doğru mu anlamışız?
Çok doğru. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde de bence başka bir skandal yaşadık. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, hükümete bildirmeden, hukuk yolları tüketilmemiş diyerek bir kabul edilemezlik kararı verdi. Nedeni de avukatın sağlık raporunu geç yollamış olması. Avukatların kusuru sadece Anayasa Mahkemesi’ni değil, ne yazık ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sürecini de sekteye uğrattı.
Yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Anayasa Mahkemesi’nin ret kararını dayanak yaptığı hususları mı ret kararına dayanak yaptı?
Evet. Onun için skandal tabiri doğru mu bilmiyorum ama.
Avukatlar hata yaptı ama çok daha kabul edilemez olan AYM ve AİHM’in tutumu
34 köylü öldürülüyor ve “birkaç vekaletname geç geldi”, “şunun fotokopisi eksik” gibi gerekçelerle AYM ve AİHM’de bu davanın görülmemesi, yarı dışı bırakılması skandaldır herhalde…
AİHM, normalde eğer esastan bir karar verecekse, tıpkı Anayasa Mahkemesi aşamasında Adalet Bakanlığı’na yollandığı gibi, hükümete yolluyor. Eğer AİHM başvuruyu hükümete yollasa ve hükümet de “AYM’nin şu içtihadı var” deseydi, o aşamada bizim cevap hakkımız olacaktı. Diyecektik ki, “bu doğru değil, benzer örnekler Roboski için emsal karar teşkil etmez.” Ama AİHM ne yaptı? Bize göndermeden, kendi kendine AYM iç tüzüğünü yorumlayarak ve AYM’nin benzer kararları olduğunu söyleyerek, ki AYM’nin kararında bile bu geçmiyor, ret kararı veriyor. AİHM kendi kendine bunu yapıyor ve AYM’nin doğru karar verdiği sonucuna ulaşıyor. Bu da çok garip, çünkü AİHM’in iddiası doğru değil. Roboski öncesinde, Roboski’ye emsal alınabilecek, yani bir avukatın belgeleri eksik yolladığı için bölüm aşamasında idari ret kararı alınmış tek bir örnek yok! Bıraktım 34 kişinin katledilmesini, mülkiyet hakkıyla, özel hayatın gizliliğiyle ilgili bile bunun bir tane örneği yoktu. Eğer AİHM bunu hükümete sorsaydı, hükümet yanıt verseydi, biz bunun cevabını rahatlıkla verebilirdik. Ama AİHM bunu yapmayarak, “AYM doğru demiştir” dedi. Evet, avukatlar hata yaptılar ama bence çok daha kabul edilemez, yapısal sorun AYM ve AİHM’in tutumuydu.
Bunu bir devlet meselesi olarak kodladığı için AYM’nin kararı anlaşılabilir ama AİHM’e ne oluyor? 1990’larda devlet tarafından işlenen suçların yargılandığı, cezalandırıldığı, tazminata tabi tutulduğu bir mahkemeden söz ediyoruz sonuçta. Nasıl oldu da AİHM Roboski için böyle bir ret kararı verdi?
Spekülasyon dışında aslında ben de çok bir şey söyleyemem. Hukuki analizim bu kararın çok yanlış olduğu konusunda. Ama genel olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye ile ilgili tutumunu gerçekten bir tek faktör ile de açıklamak mümkün değil. Başka bir dosyadan örnek vereyim. Çünkü o da bir ilk. Bundan yaklaşık 2-3 hafta önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 430 tane hakim-savcı ile ilgili karar verdi. Şimdi 400 tane hakim ve savcı haksız bir şekilde, keyfi bir şekilde tutuklanmış. Bu tutuklamanın ortak olan bir özelliği var. Onunla ilgili karar verip, hakim ve savcıların diğer itirazlarını iş yükü nedeniyle incelemeyeceğini söyledi. Skandal diyorsun ya, bu gerçekten skandal. Çünkü AİHM tarihinde bir örneği yok ve hakim ve savcılara bile artık hukuki güvence sağlamaktan uzaklaşmış bir merciden bahsediyoruz. “Yeter ki başım ağrımasın” meselesi işi o kadar çığırından çıkardı ki! Hem hükümetle siyasi olarak başım ağrımasın hem iş yüküm büyümesin… Roboski davasında biz 276 köylü için başvurmuştuk. Çünkü her bir zarar gören kişi için ayrı ayrı başvuru yaptık. Her birinin kendi hikayesini ayrı ayrı anlattık. 276 tane dilekçe yazdık yani… Strazburg’a gidenler bilirler. Strazburg’un Fransız devleti ve Avrupa Konseyi dışındaki en büyük binası Türkiye Cumhuriyeti’ne ait. O kadar devasa bir temsilcilik var ki orada insan merak etmeden duramıyor. Niye bu kadar büyük bir yatırım yapılmış buraya? Ticaret merkezi mi Strazburg? Demek ki bir diplomasi yürütülüyor Strazburg’da. Bunun mahkeme üzerinde etkisi var mıdır, ne kadar vardır, dediğim gibi bu bir spekülasyon olur.
Deliller bu soruşturmanın yeniden başlatılmasını hukuken zorunlu kılıyor
O da ayrı bir yargı yatırımı olarak kabul edilebilir.
Belki de.
Roboski katliamının üzerinden on yıl geçti. Hem iç hukuk hem uluslararası hukuk yolları bir şekilde tıkandı. Bu davanın tekrar canlandırılma ihtimali var mı?
Yapılabilir, hatta yapılması gerekir. Elimizdeki deliller bu soruşturmanın yeniden yapılmasını, başlatılmasını, canlandırılmasını hukuken zorunlu kılıyor. Bence siyasi nedenlerle yerel savcılık ve sulh ceza hakimliğinde reddedildi. Anayasa Mahkemesi’nin bu büyük hatadan dönmesi için çok güçlü hukuki bir zemini var artık. Onun için elbette siyasi bir irade lazım. Ama o siyasi irade var olduğunda şapkadan tavşan çıkarmamıza gerek yok. Hukuki zorunluluk zaten Anayasa Mahkeme’nin önünde duruyor. Onun için ümit ederim ki ama A ama B nedenle bu hukuki zorunluluğa uyulur ve gereği yapılır. Hukuken bunun zorunlu ve mecburi olduğunu düşünüyorum.
İrfan Aktan - Artı Gerçek / 30.12.21