Hükümet tarafından kamuoyuna “İstihdam Paketi” olarak sunulan ve uzun bir süredir sözü edilen İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, AKP TBMM Grup Başkanlığı tarafından 16 Ekim 2020’de Meclis’e sunuldu. Teklifin bu hafta Meclis komisyonlarında görüşülmesi bekleniyor.
Torba yasa teklifi (paketi) ile işverenler için envaiçeşit ve bol kepçe teşvik/destekler getirilirken, işçiler için ayrımcılık ve yeni hak kayıpları gündemde.
Torba yasa ile ‘fastfood’ yasama faaliyeti!
Meclis’e sunulan ve 43 maddeden oluşan teklif, pek çok yasada değişiklik yapan bir ‘torba’ kanun teklifi niteliğinde. Teklif sadece çalışma hayatı ile ilgili değil, ilgisiz pek çok konuda da düzenlemeler içeriyor. Yasada yükseköğrenimden, Cumhurbaşkanlığı Teşkilat Kanunu’na kadar çalışma yaşamı ilgili olmayan konular da ele alınıyor. Bu haliyle yasa teklifi ‘normatif düzen kalitesi’ veya ‘yasama kalitesi’ olarak bilinen ölçütlere aykırıdır. Yasal düzenlemeler bir dizi ölçüte göre hazırlanmalıdır. Bunlar genellik, anlaşılabilirlik, öngörülebilirlik, çelişmezlik, izlenebilirlik ve dayanıklılık gibi özetlenebilir. Torba yasalar karmaşık yapıları nedeniyle açık, anlaşılabilir ve izlenebilir olmaktan uzaktır. Torba yasalar uzmanların dahi zor izleyebildiği ve tasnif edebildiği yasalardır. Bu tip düzenlemeler farklı, ilgisiz konuların birlikte ele alınmasına yol açıyor. Hem Meclis’te hem kamuoyunda asıl konu dikkatten kaçıyor. Torba yasa teklifleri ile yasama faaliyeti adeta bir fastfood haline geliyor.
Sermayeye teşvik var, işçiye destek yok
Torba kanun teklifinin gerekçesinde, teklifin amacının Covid-19 salgınının istihdam üzerindeki olumsuz etkilerinin azaltılması, salgın nedeniyle işçi ve işverenler üzerinde oluşan yükün sosyal devlet ilkesi gereğince paylaşılması ve giderilmesi, istihdamda devamlılığın sağlanabilmesi için destek tedbirleri düzenlemek olduğu iddia ediliyor. Bakalım öyle mi?
Teklifin onlarca maddesi ile sermaye için yeni “istihdam teşvikleri ve destekleri” getiriliyor. Ayrıca kurumlar vergisinin 5 puan indirilmesine olanak sağlayan düzenleme de pakette yer alıyor. Teklifte İşsizlik Sigortası Fonu’ndan işverenlere sağlanan desteklerin artırılması hedefleniyor. Böylece paketin önemli bir bölümünün sermayeye dönük koruma ve kollama tedbirleri olduğunu söylemek mümkün. Teklifin gerekçesinde salgının yarattığı yükün sosyal devlet ilkesi gereğince paylaşılmasından söz edilirken teklifin içeriğinde işçileri koruyucu bir düzenleme yok. Örneğin işçiler için gelir vergisi indirimi yok. Salgından etkilenenlere dönük nakit transferi yok. Dahası sigortasız işçi çalıştırmış olanlar ödüllendiriliyor. Kısacası yükün paylaşıldığı iddiası gerçek değil. Paket sermeye için teşvik ve destek öngörüyor, çalışanlar için değil.
Öte yandan paket veya teklif ile sermaye için getirilen teşvik ve desteklerin iki sonucu olacak: Kamunun vergi gelirleri azalacak ve İşsizlik Sigortası Fonu boşalmaya devam edecek. Bunun anlamı ise azalan kamu gelirlerinin vatandaşa yeni vergi, özellikle de tüketim vergisi olarak geri dönmesi ve İşsizlik Sigortası Fonu’nda daha az kaynak kalması, böylece işçilere fondan daha az ödeme yapılmasıdır. Hükümet, kontrolü altında bulunan ve işçilere ait olan İşsizlik Sigortası Fonu kaynaklarını istihdam paketi adı altında bol kepçe bir şekilde sermayeye sunmaktadır.
Son 4 yılda 134 milyar TL sokağa atıldı
Aynı yöntemi deneyerek farklı sonuç almak mümkün değildir. Sermayeye yıllardır hem bütçeden hem de İşsizlik Sigortası Fonu’ndan bol kepçe kaynak aktarılmaktadır. Ancak yeni istihdam yaratmak bir yana, var olan istihdam azalmaktadır. İzlenen teşvik ve istihdam politikaları işe yaramıyor. Kamu kaynakları sermayeye aktarılmış oluyor.
Örneğin 2017-2020 arasında işverenlere bütçeden 5 puan işveren sigorta prim desteği olarak 114,2 milyar TL kaynak aktarıldı. Yine 2017-2020 arasında İşsizlik Sigortası Fonu’ndan işverenlere 43 milyar TL doğrudan destek ve teşvik verildi. Toplam olarak 2017-2020 döneminde sadece doğrudan istihdam teşvikleri için sermayeye en az 134 milyar TL kaynak aktarıldı. Sonuç ne mi? 2017 yılında 28,2 milyon olan istihdam, 2020 Temmuz ayı itibariyle 27,2 milyona geriledi. Sözün özü işverenlere yapılan teşvikler istihdam yaratmıyor. Böylece 134 milyar TL sermaye teşviki yeni istihdam yaratmadığı gibi günün sonunda istihdam azalmış oldu. Teşvikler kamu kaynaklarının, halkın vergilerinin ve işçilerin primlerinin sermayeye aktarılmasıdır. Yeni teşvikler de yeni istihdam yaratmayacak.
Teklif yeni bir taşeron işçilik faciası yaratacak ve güvencesizliği derinleştirecek. Yaşa dayalı olarak ikinci sınıf işçilik yaratılacak.
Kıdem tazminatı hakkına darbe ve yaş ayrımcılığı
Bol kepçe teşvikler dışında yasa teklifinde iki kritik düzenleme var: Birincisi 25 yaş altı ve 50 yaş üstü işçiler için belirli süreli sözleşmelerin koşulsuz olarak yapılabilmesine olanak tanınması. İş Kanunu’nun 11’inci maddesine göre belirli süreli iş sözleşmesi halen “belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak” yapılabilir ve yine kanuna göre “belirli süreli iş sözleşmesi, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz. Aksi halde iş sözleşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir.” Teklif 25 altı ve 50 yaş üstü işçilerle bu koşullar aranmaksızın keyfi olarak belirli süreli iş sözleşmesi yapılmasının önünü açıyor. Bu değişiklik ne anlama geliyor?
· Gençlere ve yaşlılara yönelik ayrımcılık: Bu değişiklik her şeyden önce yaşa bağlı ayrımcılıktır. Bu ayrım Anayasa’nın eşitlik ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir. Sırf belli yaş gruplarında oldukları için milyonlarca işçi temel haklarından yoksun bırakılmaktadır. Böylece yaşa dayalı olarak ikinci sınıf işçilik yaratılacak. Bu teklif yeni bir taşeron işçilik faciası yaratacak ve güvencesizliği derinleştirecek. Öte yandan iş hukuku ve sosyal politikanın temel ilkesi, çalışma yaşamında öncelikle korunması gereken gruplar olarak kabul edilen ve daha fazla ayrımcılığa uğrayan/uğrayabilecek kesimlerin korunmasıdır. Bu gruplar arasında gençler, kadınlar, yaşlılar ve göçmenler ilk sırada yer alır. Bu gruplar için teklifte yapıldığı gibi ayrımcılık değil, pozitif ayrımcılık gerekir.
· Kıdem tazminatı ve iş güvencesi haklarına darbe: Belirli süreli iş sözleşmesi ile çalışmak işçi açıdan büyük hak kayıpları yaratacaktır. Belirli süreli sözleşme ile çalıştırılan işçiler kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanamazlar. Belirli süreli iş sözleşmesi ile çalışanlar iş güvencesi hükümlerinden yararlanamazlar. Şimdilik kıdem tazminatının fona devredilmesini ertelemiş görünen hükümet kıdem tazminatını parça parça ortadan kaldırmaya başlamış oldu.
· Milyonlarca genç ve EYT’li etkilenecek: Bu teklif milyonlarca genç çalışan ve işsiz ile emekliliği yaklaşan milyonlarca işçiyi etkileyecek. Bu teklif en çok emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) kapsamında olan işçileri etkileyecek. Bilindiği gibi EYT’liler çalışma yılı ve prim gün sayısını doldurup yaş koşulu nedeniyle bekleyen işçilerden oluşuyor. Bunlar genellikle 50 yaş üzeri işçilerden oluşuyor. Bu teklif yasalaşırsa EYT’liler belirli süreli sözleşme ile çalışmaya zorlanacak ve daha güvencesiz koşullarda çalışmış olacaklar. Hükümet EYT sorununu çözmek yerine EYT’liler için yeni hak kayıplarına yol açacak bir düzenlemeyi gündeme getirdi.
Sosyal güvenlik hakkına darbe
Teklifin bir diğer vahim düzenlemesi, sosyal güvenlik hakkına ve özellikle de emeklilik hakkına darbe indirir niteliktedir. Teklifin 32’nci maddesinde, 5510 sayılı Kanun’da yapılması öngörülen değişiklik ile 25 yaşından küçük olup kısmi süreli olarak ayda 10 günden az çalışanlar işçilerin sadece iş kazası ve meslek hastalığı ile genel sağlık sigortası primlerinin (kısa vadeli sigorta primleri) ödenmesi öngörülüyor (toplam yüzde 14,5). Bu işçiler için malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi (yüzde 20) ödenmeyecek. Diğer bir ifadeyle gençlerin kısmi çalışmaları emeklilikte dikkate alınmayacak. Teklifin gerekçesine göre böylece prim maliyeti, dolayısıyla işçilik maliyeti azaltılacak ve istihdam artacakmış!
Şaka gibi ama gerçek. Öte yandan bu kapsama giren çalışanlar isterlerse bu primleri kendileri ödeyebilecekler! Diğer bir ifadeyle gençler uzun vadeli sigorta primlerini kendileri ödemek için çalışmış olacaklar.
Nereden baksan hukuksuzluk, haksızlık, ayrımcılık ve keyfilik! Bu öneri Anayasa’nın sosyal devlet, eşitlik ve sosyal güvenlik hakkına ilişkin hükümlerinin ihlali anlamına gelmektedir. Yaşa bağlı olarak hiç kimse temel bir haktan yoksun bırakılamaz. Sosyal güvenlik hakkı tüm çalışanların temel, evrensel ve anayasal hakkıdır.
Bu yasa paketi Truva atı gibi. İçinden zamanla başka kötülükler çıkacaktır. Kıdem tazminatı, iş güvencesi darbe alıyor. Bu teklif ile “sarı öküz” gitmek üzere!
İstihdam değil, istismar paketi!
Bu teklifi hazırlayanlar tam olarak 19’uncu yüzyılın vahşi kapitalizmine özenmiş durumdalar. Tıpkı onlar gibi işveren maliyetlerini azaltmak için her şeyi mubah görüyorlar. Bu paket istihdam değil, istismar paketidir. İstismar iki anlamı birden içerir: Birincisi bir durumu kötüye kullanma, ondan yararlanma. Bu paket salgını fırsat bilerek, ondan yararlanarak işçi haklarını budamaktadır. İstismarın diğer anlamı sömürüdür. Bu paket sömürüyü artırma paketidir. Bu paket ile işveren maliyetleri düşecek, işçi hakları daralacak ve sömürü artacaktır.
Bu paketin sadece genç ve yaşlı işçileri kapsadığı düşünülerek sendikalar ve orta yaşlı işçiler rehavete kapılmamalı. Bu yasa teklifi (paketi) çalışma yaşamında uğursuz bir kapıyı açıyor: Yaşa dayalı ayrımcılık yasal hale geliyor. Bu yasa paketi Truva atı gibidir. İçinden zamanla başka kötülükler çıkacaktır. Kıdem tazminatı, iş güvencesi darbe alıyor. Bu yasa gençleri, gelecek nesilleri ve bütün çalışanları kapsıyor aslında. Herkes ergeç 50 yaşına gelecek! Sendikalar da nasılsa kıdem tazminatını kurtardık rehavetine kapılmasın. Bu yasa teklifi ile “sarı öküz” gitmek üzere!
BirGün / 19.10.20