Hamas’ın geçtiğimiz hafta İsrail’e düzenliği saldırı tüm dünyada olduğu gibi Avrupa’da da geniş yankı buldu. Fransa’da hükümet ve sağ partiler İsrail’e koşulsuz desteğini açıklarken, sol ve sosyal demokratlar ise İsrailli sivillere yapılan saldırıyı kınayıp, bir an önce şiddet döngüsünden çıkılması için ve bölgede barışın tesisi için adım atılması gerektiğini vurguladılar. Alman parlamentosunda Ortadoğu’daki yeni gelişmeler konuşuldu. İçlerinde Sol Partinin de olduğu parlamentoda yer alan tüm partiler, İsrail’in meşru savunma hakkını öne çıkararak Netanyahu’ya açık kart verdiler. Stop the War Koalisyonundan Kevin Ovenden İsrail ve destekçilerinin yaşanan bu savaşı ‘teröre karşı savaş’ olarak kullanma ihtimaline karşı tüm halkların ve emekçilerin ortak bir cephe kurarak savaşa hayır dememiz gerektiğinin altını çiziyor.
Gazze savaşı: Ortadoğu’da şiddet ve kaos alternatifsiz değil
David Goesmann/Telepolis
En son gerilim gökten düşmedi. İsrail onlarca yıldır güvenlikten ziyade genişlemeye öncelik verdi. Barışçıl bir çözüm ABD’nin yardımıyla daha da engelleniyor. Yıkımın boyutu zaten korkutucu ve silahlı şiddete devam edilmesi halinde durumun daha da dramatik hale gelmesi muhtemel.
Hamas’ın militan kanadı cumartesi günü İsrail’de sürpriz bir saldırı düzenlendi. Kanlı saldırılarda müzik festivalini ziyaret edenler, Gazze Şeridi yakınındaki yerleşim yerlerinde yaşayan İsrailliler ve İsrail askerleri hayatını kaybetti. Savaşçıların 150 civarında kişiyi rehin aldığı ve kaçırdığı söyleniyor…
Bombalama devam ederse çok daha fazla Filistinli hayatını kaybedecek. İsrail’in Gazze’yi tamamen ablukaya alması (Yiyecek yok, elektrik yok, yakıt yok, ilaç yok), çoğu kişinin “açık hava hapishanesi” olarak adlandırdığı Filistin bölgesindeki zaten zayıflamış nüfusu daha da boğacak. İsrail’in Gazze Şeridi’ni işgal etmesi durumunda, nüfusun son derece yoğun olduğu bölgede çok sayıda İsrail askerinin de öleceği bir kan gölü yaşanması bekleniyor.
İsrail’den gelen duyuruları, Kudüs’teki hükümete tam destek veren Batılı başkentlerin açıklamalarını ve oradaki ana medyayı dinlerseniz, İsrail’in askeri tepkisinin -beraberinde getirdiği tüm zorluklara rağmen- kaçınılmaz ve haklı olduğu izlenimini edinirsiniz. Bu daha önceki beş Gazze savaşında kullanılan bir anlatımdır. Ancak olayların çerçevesi sorgulanmalıdır. Elbette her devlet gibi İsrail’in de vatandaşlarını şiddete karşı koruma hakkı var. Silahlı kuvvetler, İsrail’e giren Hamas savaşçılarına yetersiz de olsa askeri müdahalede bulundu ve çok sayıda ölümle sonuçlandı. Ancak Gazze’ye atılan bombalar uluslararası hukuka göre meşru müdafaa değildir. Kuşkusuz bunlar, özellikle kaçacak yerleri olmadığı için orada yaşayan insanları kolektif olarak sorumlu kılan misilleme eylemleridir…
İsrail’in daha önceki Gazze savaşlarında olduğu gibi, ki bu savaşlar aslında savaş değil, esir halkın katledilmesiydi, çoğunlukla siviller ölüyor ve aileler bütünüyle yok ediliyor. Çocuklarını ve akrabalarını kaybeden Filistinli anne ve babaların haberleri de en az İsrail tarafındakiler kadar yıkıcı.
Yalnızca Hamas savaşçıları hedef alınıp öldürülse bile, bu meşru, hukuki bir eylem olmayacaktır. Ya da başka bir deyişle: Filistinlilerin kendilerini tehdit altında hissettikleri İsrail askeri mevzilerine saldırarak da kendilerini savunmalarına izin veriliyor mu? Veya düşman savaşçılarının orada olduğundan şüphelendikleri için şehirleri bombalamak normal mi?..
Gazze ablukasının kaldırılması gerekiyor
Son olarak camdan şatodaki filden bahsetmemiz gerekiyor. Sürekli kan dökülmesi, çözümü olmayan bir çatışmanın sonucu değildir. Ortadoğu’daki şiddet ve kaosun nedeni ve üreme alanı, Batı’da sadece bir tarafın meşru müdafaa amacıyla şiddete başvurabileceği düşünülse de, hiçbir şekilde mantıksız şiddet sarmalına yakalanan iki kavgacının kavgası değildir. Çünkü barışçıl ve adil bir çözüm her an mümkün olacaktır. Ancak bunun asgari temeli uluslararası hukuka saygıdır. Bu, Gazze Şeridi’nin ablukası, apartheid rejimi, işgal ve Filistinlilerin kendi devletlerinde ulusal olarak kendi kaderlerini tayin etmelerinin engellenmesiyle ilgilidir. Burada topun İsrail’in sahasında olduğuna hiç şüphe yok. İlk adım olarak Hamas’ın temel taleplerinden biri olan ve küresel toplum tarafından her yıl Birleşmiş Milletler kararlarında dile getirilen insanlık dışı Gazze ablukasının kaldırılması gerekiyor...
Eğer İsrail uluslararası hukuku, uluslararası toplumu ve farklı bir alandaki Uluslararası Ceza Mahkemesini kabulleniyorsa, Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerinin daha fazla çoğalmaması yeterli olmamalıdır. Aslında oradaki tüm yerleşim birimleri yasa dışıdır ve boşaltılması gerekmektedir. Aynı şey verimli Filistin topraklarını İsrail’e ilhak eden yasa dışı ilhak duvarı için de geçerli…
En zor kısım, uluslararası hukukun ve uluslararası toplumun gerektirdiği, İsrail’in Altı Gün Savaşı’nda yasa dışı olarak toprakları işgal ettiği 1967 öncesi sınırlar içinde, muhtemelen küçük toprak ayarlamaları ve değişimlerle birlikte bir Filistin devletinin yer aldığı iki devletli çözümdür.
Kısaltarak çeviren: Semra Çelik
Fransa’da iki farklı görüş çatışıyor
Diego Chauvet-Humanité
Fransa’da Hamas’ın saldırısına tepkiler hızlı oldu. Hamas’ın İsrail topraklarında gerçekleştirdiği saldırının ilk saatlerinden itibaren Emmanuel Macro
Sağ kanatta ise Cumhuriyetçiler (LR) Başkanı Éric Ciotti, saldırıdan sorumlu olmamasına rağmen “Filistin yönetimine karşı ağır yaptırımlar” uygulanması çağrısında bulundu. Sağcı lider, Avrupa Birliği’nin Filistinli yetkililere verdiği “Tüm fonları derhal kesmesi gerektiğini” bile söyledi. Aşırı sağcı Marine Le Pen ise “Her zamankinden daha fazla İsrail demokrasisinin yanında” olduğunu söyledi.
Sol tarafta da Hamas’ın saldırısı geniş çapta kınandı. Fransız Komünist Partisi (FKP) cumartesi günü yaptığı basın açıklamasında, “İsrailli sivil nüfusa doğrudan bir saldırı olan bu saldırıları şiddetle kınıyoruz. Bu saldırılar kabul edilemez ve haklı gösterilemez. Mümkün olan en kısa sürede durdurulmalıdır” ifadelerini kullandı.
Fransız Sosyalist Partisi Birinci Sekreteri Olivier Faure da “Terörizm adalet değildir” diyerek “Hizmet ettiğini iddia ettiği davaları itibarsızlaştırır. Bu sabah Hamas tarafından gerçekleştirilen saldırıyı tümüyle kınıyorum” şeklinde bir açıklama yaptı. Benzer bir kınama Avrupa ekolojisi-Yeşiller partisi (EELV) tarafından da “Özellikle dehşet verici olan bu olaylar hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde, hiçbir şey sivillere kasıtlı olarak saldırmayı haklı gösteremez” ifadeleriyle yayımlandı.
Jean-Luc Mélenchon’un Boyun Eğmeyen Fransa (FI) hareketi, yaptığı basın açıklamasında Hamas’ı açıkça kınamadığı için yeni tartışmaların hedefi oldu. Mélenchon, “Hamas liderliğindeki Filistinli güçlerin silahlı saldırısı, İsrail’in Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yoğunlaştırdığı işgal politikasının arka planında olduğu bir dönemde gerçekleşmiştir. İsrailli ve Filistinli ölümlerden büyük üzüntü duyuyoruz” diye yazdı. Pazar günü Başbakan Élisabeth Borne ise FI’ya saldırarak “iğrenç belirsizlikleri” kınadığını açıkladı.
Sağ, kendisini ABD’nin pozisyonu ile aynı hizaya getirdi
Gerçekte ise İsrail-Filistin çatışmasına yönelik iki karşıt yaklaşım söz konusudur. Hükümet, sağ ve aşırı sağ için, bağlamından koparılmış (işgal, Filistin topraklarının sömürgeleştirilmesi, Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetinin İsrail toplumu içindeki çekişmesi) “İsrail demokrasisinin güvenliği”, ABD’nin pozisyonlanmasına uyum sağlamak olarak karşılık bulmakta. Nitekim ABD hükümeti Yahudi devletine askeri yardımını arttırmayı düşünmektedir.
Solda ise, Hamas’ın kınanması kararlılığı olsa bile, bu çatışmanın zeminine dikkat çekiliyor. Komünist Senatör Fabien Gay bunu bir kez daha vurguladı. “Hamas saldırısı şiddetle kınanmalıdır. İsrailli sivillerin ölümü ve rehin alınması ve Filistinli sivillerin ölümü bir trajedidir” diye yazdı. “Bu İsraillilere ve Filistinlilere yönelik şiddet döngüsünün bir parçasıdır. Abluka altındaki ve işgal altındaki Filistin topraklarında süregelen şiddet döngüsünün bir parçasıdır. BM kararları ve uluslararası hukuka saygı temelinde iki devletli bir siyasi çözüm, barışa giden tek olası yol olmaya devam etmektedir. Bunu başarmak için İsrail’in Gazze’deki kolonizasyonu ve ablukası sona ermelidir.”
FKF Ulusal Sekreteri Fabien Roussel Pazar günü France 3 kanalında yaptığı açıklamada ise, “Fransa bu anlaşmalara saygı gösterilmesini ve İsrail ve Filistin halklarının barış içinde bir arada yaşamasını sağlamak için inisiyatif almalıdır” dedi.
Çeviren: Eren Can
İsrail saldırısı ve daha geniş çaplı savaş riski
Kevin Ovenden - Stop the War Koalisyonundan
DAVİD Cameron’ın 2010 yılında İngiltere başbakanı olarak dünyanın en büyük açık hava “esir kampı” olarak adlandırdığı yerden, Filistin’den, cumartesi sabahı yaşanan kaçış, 2001 yılındaki 11 Eylül saldırılarıyla uzaktan yakından benzerlik taşımıyor. Ancak buna verilen tepki, çok daha geniş çaplı savaşlara ve tüm toplumların yıkımına yol açabilecek korkunç ölçekte sözde bir “teröre karşı savaş” başlatması bakımından benzer olacaktır. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Gazze’yi harabeye çevirmek için attığı tüyler ürpertici çığlık ve İsrail ile müttefiki Mısır kapıları çoktan kapatmışken halkın bölgeyi terk etmesini istemesi bu durumu birkaç saat içinde açıkça ortaya koydu…
İsrail’in güvenlik politikası on yıllardır ‘Çatışmayı yönetmek’ olmuştur. Birbiri ardına gelen İsrail hükümetleri, sanki bir fark yaratacakmış gibi, şiddet turları atmakta ısrar ediyor. ‘Güvenlikten’, ‘caydırıcılıktan’, ‘denklemi değiştirmekten’ bahsediyorlar…
Şu anda tehdit altında olan sadece İsrail devletinin Filistinlilere karşı savaşı tırmandırması değil. Batı’da savaşın İran’ı da kapsayacak şekilde genişletilmesini isteyen sesler var… Bu, Filistin halkının gerçeklerinden ve İsrail devleti tarafından -sadece birbirini izleyen hükümetler değil, bir devlet olarak- ezilmesinden, onları bir yandan İsrailli fanatiklerin diğer yandan da İranlı mollaların oyuncağı haline getirerek kaçma girişimidir. Bu aptalca ve cahilce bir yaklaşımdır. Filistin halkının her türlü direnişi söz konusudur. Bu direniş İran’a bağlı değildir. Direniş 1979 İran Devrimi’nden öncesine dayanmaktadır. Aslında, cumartesi günkü Filistin silahlı isyanı, İsrail’in zaferi ve Filistinlilerin umutsuzluğu döneminin ardından gelen Ocak 1968’deki Karameh Savaşı’nın yankılarını taşımaktadır.
Tüm bunlara rağmen Netanyahu, sanki bunu yapmak bölgedeki kanlı çatışmaları çözecek ve Filistin “sorununu” sona erdirecekmiş gibi İran’a karşı askeri harekat mühendisliğine kafayı takmış durumda. Elbette İran’a saldırmanın Tahran’daki rejimin otoriterliği ya da insan ve kadın hakları ile hiçbir ilgisi yok…
Filistinlilere ve Ortadoğu’daki diğer insanlara onlarca yıldır uygulanan terörden yararlanılarak harekete geçilecek. Ezilenlere her gün uygulanan barbarlığın küçük bir kısmı, cumartesi günü olduğu gibi ezen devlete doğru geri savrulduğunda, liderler doğal olarak korunurken sıradan İsrail vatandaşları bu süreçte vurulduğunda, bu sadece sahte bir karşılık verme adına olacaktır… Eğer bu tırmanış durdurulmazsa, teröre karşı ilk savaşta olduğu gibi yine kurbanlar Ortadoğu’nun halk kitleleri olacaktır. Gericiliğin güçleri, özellikle de İsrail ve onun büyük güç destekçileri bundan kazançlı çıkacaktır. Ancak bölgenin emekçi sınıfları, ezilenleri ve yoksulları arasında da yerel ve emperyal gerici güçleri kıracak ve böylece kazanabilecek kitlesel mücadele yöntemleriyle Filistinlilerin yardımına koşacak potansiyel güçler mevcuttur. Bunu, baskı, dış müdahale ve müdahale savaşlarına boğulmadan önce 2011’deki “Arap Baharı” ile gördük. Bunun geri püskürtülmesinin sonucu, diğer şeylerin yanı sıra, Mısır’da General Sisi’nin diktatörlüğüdür; bu diktatörlük olmasaydı İsrail Gazze’ye kuşatma uygulayamaz ya da Filistinlilerin tamamına bu kadar kolay hükmedemezdi.
Savaşa karşı harekete geçmeliyiz
Nerede olursak olalım, Ukrayna’daki korkunç ve tırmanan savaşın ardından Ortadoğu’da bir başka felakete yol açacak savaşlar dizisi tehdidine karşı harekete geçmeliyiz. Bu şekilde Ortadoğu’ya adalet ve demokrasi getirebilecek olanlara yardımcı olabiliriz. Bunun merkezinde kendi hükümetlerimizden hesap sormak ve onların zarar verici müdahalelerine son vermelerini talep etmek yer almaktadır. Bu, İsrail apartheid devletinin izole edilmesi ve dayandığı silah ve maddi desteğin kesilmesi için kampanya yürütmek anlamına gelmektedir. Hepsinden önemlisi, pratikte Filistin halkının yanında durmak ve onların davasını toplumun tabanına, emek ve sosyal hareketlere yaymak anlamına gelmektedir.
Kısaltarak çeviren: Sarya Tunç
Evrensel / 15.10.23