‘Birliğin Durumu’ nedir başkan? İran’ı kuşatıp dize getirme stratejisinde nedir hasıla? Bununla bağlantılı Suriye cephesi nasıl gidiyor?
Orta Doğu’da suları köpürtmek kolaydır, dindirmekse diplomasiye pabuç üstüne pabuç eskitir. Nükleer anlaşmayı çöpe attıktan sonra balistik füze programının sınırlandırılması dahil İran savunmasını köreltmeyi ve Orta Doğu’daki kollarını kesmeyi öngören 12 maddelik koşullar listesini açıklamış olan ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Körfez’de mayıs boyunca süren dramatik restleşmelerin ardından birden bire, “Koşulsuz görüşmelere hazırız” deyiverdi.
İsviçre, Umman, Irak, Almanya ve Japonya gerilimi düşürmek için diplomatik kanallar olarak öne çıktı.
Trump, ABD’nin Tahran’daki çıkarlarını temsil eden İsviçreli yetkililere özel numarasını bırakıp İranlılardan telefon beklemeye koyulmuştu. Beyhude bir bekleyişti.
Umman Dışişleri Bakanı Yusuf bin Alevi, Tahran’da nabız yokladı. Irak üzerinden bir iki mesaj trafiği yaşandı. Alman Dışişleri Bakanı Heiko Maas Amman, Bağdat, Abu Dabi ve Tahran’ı kapsayan bölge turuna cuma günü başladı. Sıra Japonya Başbakanı Şinzo Abe’de.
1980’lerde Japon Dışişleri Bakanı Şintaro Abe Irak ile İran’ı barıştırmak için Tahran’a gitmiş. O vakit oğlu Şinzo Abe de babasının sekreteri olarak yanındaymış. İranlılar bu ziyareti güven ve saygınlık atfıyla hatırlıyor. Şinzo Abe şimdi başbakan sıfatıyla 12 Haziran’da Tahran’a gidecek. Hiroşima’dan beri ‘zorunlu müttefik’ ABD ile İran arasında orta yol bulmaya çalışacak. Japonya ABD’nin kırmızı çizgilerini hep gözetti ama İran’la da dost kalmaya çalıştı. 1950’lerde İngiliz ambargosunu delip İran’dan petrol alan Japonya aynı direnci şimdi ABD karşısında gösterecek durumda değil. Petrol ihtiyacının yüzde 15’ini İran’dan alırken bunu sıfırladı. 2004’de Azadegan petrol sahasının yüzde 75’ini alan Japon Inpex, Amerikan baskısıyla 6 yıl içinde payını sıfırladı. Yine de ilişkiler karşılıklı anlayış içinde ve tabi siyaseten düşük profilde süregeldi. Tahran’a başbakan düzeyinde son ziyareti 1978’de Takeo Fukuda yapmış. Arabuluculuk fikri, geçen ay Trump’ın Tokyo ziyareti sırasında gündeme geldi. Bu girişimi önemseyen Trump “İran’ın konuşmak isteyeceğine inanıyorum” demişti. Şinzo Abe’nin İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin ay sonunda Japonya’da düzenlenecek G20 zirvesine teşriflerini temin edip ABD ile doğrudan temas için şansını deneyeceğine dair öngörüler var. Doğrusu hiç kolay değil.
***
ABD Körfez’e uçak gemisi, nükleer bombardıman uçağı ve takviye asker gönderip baskıyı tırmandırırken bu stratejinin kontrolden çıkması halinde sonuçların herkes için felaket olacağına dair değerlendirmeler öne çıktı. Trump’ı bu stratejiye ikna eden şahin kanat, Fuceyra açıklarında dört gemiye yönelik saldırılardan ivedilikle İran’ı sorumlu tutmuştu. Ancak BAE, İran’ın adını anmadan botlarla gelen dalgıçların gemilere mayın yerleştirdiğini, sabotajın karmaşık ve koordineli olduğunu, arkasında bir devlet aktörünün bulunduğunu rapor etti. İran’ı doğrudan suçlamaktan kaçınan bir tercih. Bu da saldırıyı kim düzenlemiş olursa olsun mesajın alındığı anlamına geliyor. Suudi Arabistan’da iki petrol pompasına yönelik drone saldırıları, yine Suudi ve BAE’nin hava limanlarına ulaşan Husi füzeleri, Irak’ta Haşd el Şaabi güçleri ile Lübnan’da Hizbullah’tan gelen tehditler olası bir savaşta yangın coğrafyasının sınırlarını çiziyor. Deniz yoluyla dünya petrol sevkıyatının üçte birinin gerçekleştiği Hürmüz Boğazı’nın kapatılması ihtimali ise bu senaryonun en can alıcı kısmını oluşturuyor. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın, “Bay Trump, yönetimi ve istihbarat servisleri çok iyi biliyor ki İran’a karşı savaş yalnız İran’la sınırlı kalmayacak. İran’a karşı savaş bütün bölgenin ateşe atılması demektir. Bütün Amerikan güçleri ve çıkarları imha edilecektir. Onlarla işbirliği yapanlar bunun bedelini ödeyecektir, herkesten önce İsrail ve Suudi kabilesi” şeklindeki sözlerinin ne denli ciddiye alındığını İsrail güvenlik birimleri arasındaki ‘tehdit’ değerlendirmelerinden biliyoruz.
Ayrıca İran’ın bağlı kalmaya devam ettiği nükleer anlaşmadan çekilip uranyum zenginleştirme programı üzerindeki sınırlamaları kaldırması ihtimali de muhataplarını kara kara düşündürüyor olmalı. Tırmanmanın bölgeyi götüreceği nokta nükleer yarış.
ABD’nin bölgesel ortaklarına bakınca onlar da umutsuz bir vakıa. Suudi Kralı Selman’ın İslam ve Arap dünyasını Mekke’de toplayıp İran’a karşı sunduğu ortaklık tablosu da ‘nakıs’ kaldı. Arap NATO’su derseniz o da çölde toz duman.
Trump’ın Mueller soruşturması ile köşeye sıkıştırıldığı ve ‘büyük bir savaştan kaçınma’ koşuluyla İran’la gerilimi tırmandırma stratejisini kabul ettiği yönünde bir algı var. Robert Mueller’in raporunda topu taca atması da Trump’ın İran, Suriye ve İsrail politikalarında şahin kanadın çizgisine gelmiş olmasına bağlanıyor. Bu çıkarım doğru mudur bilemeyiz ama Trump’ın arabuluculara bel bağlaması görüntüyü kurtaracak bir çıkış aradığını gösteriyor.
Dini lider Ayetullah Ali Hamaney “Müzakere yapmayacağız” diyerek kapıyı kapatmış gözükse de İran’ın da bir çıkışa ihtiyacı var. Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Keyvan Husravi, “Abe’nin ziyareti, ABD’nin 2015 nükleer anlaşmaya dönmesine ve yaptırımların kaldırılmasına yönelik bir çaba sarf edilirse başarıya ulaşır” demiş. Yine de Abe’nin ziyareti için Tahran’da hazırlıkların yapılıyor olması ‘perde arkası’ oyunlara açık bir pozisyona işaret ediyor.
***
Gerilimi yönetilebilir bir düzeye çekmek iki tarafın da işine gelebilir. Fakat bu iki tarafın mevcut pozisyonlarından çekilip yeni bir sayfa açacakları anlamına gelmiyor. İki taraf arasındaki uçurum büyük. Bir kere ABD’nin müzakere etmek istediği konular İran için ‘intihar’, ‘hezimet’ ve ‘küçük düşürülme’ gibi çağrışımlar yapıyor.
Trump, Suudi Arabistan ve BAE’ye gelişmiş silahlar verirken İran’a ‘silahlardan arın’ ve ‘normal bir ülke ol’ diyor. Normal ülke? Aşağılama buradan başlıyor. Anormalin ‘normal’ dayatması. ABD’yi huysuzlaştıran bazı programlar ta Şah zamanında başlamış ve milli bir mesele olarak bugüne gelmiş.
Körfez’in silahlanma serüveni de İran’a aksi yönde bir telkinde bulunmayı imkânsız kılıyor. Sözgelimi Trump 24 Mayıs’ta İran’la gerilime atfen ‘acil durum yetkisi’ ile Kongre’yi baypas ederek Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün’e 8 milyar dolarlık silah satışını öngören 22 anlaşmaya onay verdi. Anlaşmalar 120 bin hassas güdümlü bombanın yanı sıra F-15, havan topu, tanksavar füze ve tüfek satışını içeriyor. Birkaç gün önce bununla ilgili bir gizli bilgi de açığa çıktı. New York Times’a göre Trump acil durum yetkisiyle Raytheon şirketine gelişmiş bomba parçalarını Suudi Arabistan’da üretme izin veriyor. Üretilecek parçalar arasında ‘Paveway’ adlı akıllı bombalarda kullanılan kontrol sistemleri, kılavuz teknolojileri ve devre kartları yer alıyor.
CNN de, Suudi Arabistan’ın Çin’in yardımıyla balistik füze programı geliştirdiğine dair Amerikan istihbarat bilgilerine yer verdi. Aslında Körfez’deki komşularını birbirine karşı bileme stratejisi bir noktadan sonra işleri ABD’nin de istemediği noktaya taşıyabilir. Kongre’de Suudi Arabistan’ın gelişmiş silahlara kavuşmasını tehlikeli bulanlar olduğu gibi İsrail de bu konuda alarm verebilir. İsrail nükleer silahlar bir kenara bölgede ileri teknoloji silahların kendisinden başkasında olmasını potansiyel tehlike olarak görüyor. Silahlansınlar ama eskilerle! Washington Post geçen ocakta Suudilerin El Vatah’da bir balistik füze tesisi kurduğuna dair 12 Kasım 2018’te çekilmiş uydu görüntülerini yayımlamıştı. Benzer görüntüleri 14 Mayıs’ta CNN ekrana taşıdı.
Kimi Kongre üyelerine göre Suudilerin silahlanma macerası, İran’ı baskılama stratejisini zayıflatıyor.
***
İran’ı Orta Doğu’dan çıkarma faslında da ilk sırayı Suriye alıyor. Son günlerde ABD’nin Rusya’ya İran’ın çekilmesi halinde Suriye yönetimini tanımayı içeren bir teklif sunduğu öne sürülüyor. Bir aşama sonrasında bu, “Suriye’den hep birlikte çekilme” önermesine dönüşebilir. Özel Temsilci James Jeffrey, geçen salı Middle East Institute’deki konuşmasında “Rusya ile her seviyede fikir alışverişinde bulunduk. Anlaşma yok” dedi. İran ile Rusya arasındaki işbirliğinin rengi belki bundan sonra rekabete dönüşecek ama Rusların İsrail ve ABD adına yapabilecekleri de sınırlı.
Beri tarafta ABD’nin Suriye stratejisi İran’la olduğu kadar Türkiye’nin Kürtlerle ilgili kırmızı çizgileriyle de ilintili. Jeffrey ‘Türkiye ile Suriye Demokratik Güçleri’nin güvenli bölge hususunda prensipte genel bir anlaşmaya sahip olduğunu’ söylüyor. Ancak ‘YPG’nin ne kadar geri çekileceği, IŞİD’le mücadeleden kalan Amerikan silahlarının ne olacağı ve güvenli bölgenin nasıl idare edileceği konularında henüz çözüm bulunamadığını da ekliyor. Yani ABD bu fasılda da çıkmazda.
Özetle İran’ı kuşatma stratejisinin kolonları sabitlenemiyor. İran’ı zor duruma düşürdüğünü söyleyen ABD buradan bir sonuçla çıkamıyorsa kendisi de zor durumda demektir. Bedelini müdahale edilen coğrafyalar ödediği için ABD’nin uzaktan uzağa hata yapma ve ardından ‘pardon’ deme esnekliği olabilir. Fakat bölge ülkelerinin böyle bir lüksü yok. Ateşle yatıp kalkanlar cehalet, dayatma ve küstahlık karşısında daha stratejik, daha esnek ve daha akıllı olmak durumunda.
Gazete Duvar / 10.06.19