İdlib’in etrafındaki ateş çemberi son günlerde daralmaya başladı. Hama’nın kuzeybatısı, İdlib’in güneyi ve Lazkiye’nin doğusunda Rus hava desteğiyle Suriye ordusunun operasyonları yoğunlaştı. Batılı müttefiklerin ‘seçici sivil hassasiyeti’ bir kez daha tehditkâr uyarılara dönüştü.
Operasyonların Soçi Mutabakatı çerçevesinde oluşturulan 15-20 km derinliğindeki tampon halkanın etrafında cereyan etmesi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) konuşlandığı gözlem noktalarına çok yakın atışların yapılması birbiriyle çelişen senaryoları akla getiriyor.
İdlib, Suriye savaşındaki bütün çelişkilerin minyatüre edilmiş halini temsil ediyor. Misal, Türkiye’nin Astana ve Soçi süreçleriyle şekillenen resmi pozisyonu bile İdlib’e hükmeden örgütleri ‘muhalif güç’ saymıyor. 2018’deki genişleme ile birlikte İdlib’in yüzde 90’ına hükmeden Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve El Kaide çizgisindeki diğer örgütler, Rusya, İran ve Türkiye’nin her ortak deklarasyonunda ‘elimine edilmesi gereken terör unsurları’ olarak yer alıyor. 17 Eylül Soçi Mutabakatı İdlib’in yanı sıra Halep’in batısı, Hama’nın kuzeybatısı ve Lazkiye’nin doğusundan parçalar da içeren ‘İdlib gerilimi düşürme bölgesi’nin terör örgütlerinden arındırılması, bölgeyi çevreleyen 15-20 kilometrelik bir tampon oluşturulması, bu şeritteki örgütlerin ağır silahlarını teslim etmesi ve İdlib’de kesintiye uğrayan M4 (Halep-Lazkiye) ile M5 (Halep-Şam) otoyollarının açılmasını öngörüyordu.
Türkiye 12 kontrol noktası oluştursa da bu mutabakatla üstlendiği taahhütleri yerine getiremedi. Üstelik bu bölgelerden Rusya ve Suriye ordusuna ya da sivil yerleşim yenlerine yönelik saldırılar kesilmedi. Lazkiye bölgesindeki Hmeymim üssüne insansız hava araçlarıyla düzenlenen saldırılara ilaveten Cubb el Darur, Rueyset-İskender, Hammam, Haruha ve Vasita gibi sivil yerleşim merkezlerine atılan roketler son operasyonun teknik gerekçesini oluşturuyor.
***
Ankara kendi payına imkânsız bir görev biçen Soçi Mutabakatı ile 2011-2016 dönemini kapsayan takıntılı Suriye politikası arasında ikilem yaşıyor.
HTŞ’nin selefi Nusra Cephesi, Aralık 2012’de ABD’nin terör örgütleri listesine alındığında Ankara hayli öfkelenmişti. AKP’ye göre onlar da devrimin değerli bir parçasıydı. Ve bu parça, 2015’te Türkiye ve müttefiklerinin desteğiyle İdlib’i düşüren Fetih Ordusu’nun öncü gücüydü. Terör listesinde olmasına rağmen ödüllendirilmiş bir örgüttü. Bu ödül mekanizması sınırlardan insani ve ticari mal akışı sayesinde hâlâ sürüyor. Yani HTŞ ve El Kaide çizgisindeki diğer örgütler Türkiye sınırlarından beslenmeye ve güç almaya devam ediyor. Üstelik İdlib’in dış çeperlerine konuşlandırılan TSK’nin gözetleme noktaları da bir nevi bunlara kalkan işlevi görüyor. HTŞ’nin Türkiye’nin yeniden ve yeniden yoğurup biçimlendirdiği Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) bileşenlerini geçen ocakta İdlib’in birçok yerinden silip süpürmesi de bu grubun dokunulmazlığını kaldırmadı. Belki AKP iktidarı, HTŞ’nin kendini feshedip ılımlı bir kisveye bürünmemesinden dolayı mutsuz ama Suriye’de istediğini koparıncaya kadar da bu örgütün ipini çekmeye gönülsüz.
Ancak Rusya’nın açtığı kredi sayesinde uzatmaları oynasalar da bu sonsuza kadar sürdürebilecekleri bir denge değil. Halep, Şam, Dera ve Kuneytra cephelerinden sonra İdlib için hazırlıklara girişen Suriye yönetimi epey zamandır Rus frenini kaldırmaya çalışıyor. İran da Ankara-Moskova arasındaki stratejik ilişkilerin hatırına Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin elinin bu kadar genişlemesinden rahatsız.
Rusya, Türkiye’nin işbirliği zemininden kaymasını önlemek için İdlib operasyonuna defalarca rötar yaptırdı. Muhtemelen ABD’nin çekilme stratejisi netleşmeden ve Türkiye’yi Fırat’ın doğusuna sokma pazarlıklarının nereye varacağını görmeden İdlib’de tahrik edici olmak istemediler. Fakat kartları yeniden karma gereği duyduklarına göre bir şeyler değişmiş olmalı.
Bu oyalama taktiği, Tahran ile Moskova arasında denge gözeten Suriye yönetimini, İran’la daha yakın çalışmaya itti. Moskova belirleyici pozisyonunu kaybettirmek istemez. Bunun yanı sıra İdlib nedeniyle ABD’nin çekilme planından vazgeçebileceğine dair hesapların da anlamı kalmadı. Çünkü ABD, 400 askerle ‘caydırıcı’ ve ‘cezalandırıcı’ pozisyonda kalmaya devam edecek. Fırat’ın doğusunda Kürtleri Şam’la uzlaştıracak bir zemin de yakalanamadı. Buna karşın Türkiye’nin ABD’yle farklı bir diyaloga girdiğine dair sinyaller alındı. Muhtemelen bu faktörler Rusya’nın İdlib dosyasını öne çekmesine yol açtı.
***
Bu operasyonla ilgili öne çıkan birkaç ihtimal var:
– Rusya, Soçi Mutabakatı’nda başarısız olan Türkiye’yi daha fazlasını yapmaya zorlamak için bu operasyona girişti. İdlib’in güneyinde bir bölgeyi kontrol eden Ceyş el İzze’nin komutanı Mustafa Bakur’a göre İran, Türkiye ve Rusya Nursultan’daki 12’inci toplantıda anlaşamadıkları için İdlib’de gerilimi tırmandırma yoluna gidildi. Ancak bu operasyonun sınırlı olması muhtemel.
– Rusya Hmeymim üssü ve diğer bölgelere saldırıların önünü kesmek için İdlib etrafındaki çemberi iyice daraltmaya karar verdi. İdlib’de durumu değiştiremeyeceğini gören Türkiye de operasyona göz yummak zorunda kaldı.
– Örtülü bir işbirliği olabilir. Bu senaryoya göre Rusya, Türkiye’yi esnetmek için İdlib’e karşılık TSK’nin Tel Rıfat’a girmesine yeşil ışık yaktı. İran ve Suriye’nin aynı esnekliği göstermemesi nedeniyle ‘İdlib’e karşı Tel Rıfat’ alışverişi yürümese de bu türden bir sürece girilmiş olması Türkiye’yi yumuşatmış olabilir.
Maaret el Numan’daki düzenlenen bir gösteride Türk bayrağının yakılması Türkiye’nin muhalefeti sattığını düşünenler olduğunu gösteriyor. Muhaliflerin eski baş müzakerecisi Muhammed Sabra da, Türkiye ile yakından çalışan Müslüman Kardeşler’in silahlı kolu Feylak el Şam’ı elindeki cephaneyi Hama kırsalında savaşan güçlerle paylaşmamakla suçladı. Sabra’ya göre bunun nedeni bu örgütlerin Astana sürecine katılmayı reddetmesi. Bu suçlamalar dolaylı olarak Türkiye’ye yöneliyor.
Bir yumuşamanın olduğu farz edilse de bundan Ankara’nın topyekûn bir kara harekâtına rıza gösterdiği sonucu çıkmayabilir. TSK’nin İdlib’in güneyine takviye güç göndermesi ve üst düzey bir heyetin sahayı teftişe çıkması operasyonun önünün tamamen açıldığına dair öngörüleri zayıflatıyor.
Tam olarak rızanın boyutunu bilmiyoruz. Fakat 17 Eylül Soçi Mutabakatı’nın şartlarını yerine getirmeye dönük bir operasyona Türkiye’nin direnmesinin güçleştiğini de görüyoruz. Harekatın gelişim seyrine bakılırsa ilk hamle, Han Şeyhun ve yabancı savaşçıların elindeki Cisr el Şuğur’u da içine alabilir. İdlib kent merkezine yönelik bir kara harekâtı ise belki şartların biraz daha olgunlaşmasını bekleyebilir.
Operasyonların genişlemesi HTŞ ve kavgalı eski ortaklarını tekrar ortak cephede buluşturabilir. Şu an hedef alınan bölgelerde HTŞ dışındaki örgütler de var. Halihazırda 5 ay önce birbiriyle savaşa tutuşmuş hasım örgütlerin ‘Şam’ın Fethi’ adıyla ortak bir operasyon odası kurduğu söyleniyor. El Kaide unsurları, Ulusal Kurtuluş Cephesi ve ÖSO etiketli bağımsız gruplar arasında bu türden bir ortaklaşma çatışmasızlık rejiminin tamamen çökmesi anlamına geleceği gibi Türkiye’nin cihatçılardan ılımlı ordu devşirme çabalarını da sıfırlayabilir.
***
İdlib’de iki haftada 15 kadar yerin Suriye ordusunun kontrolüne geçmesini sağlayan bu operasyonun planlanan büyük kara harekâtı için bir başlangıç olup olmadığı hâlâ belli değil. Hedef İdlib’i eninde sonunda Suriye ordusunun kontrolüne sokmak olsa da Rusya lideri Vladimir Putin 27 Nisan’daki açıklamasında topyekûn bir operasyonu mahzurlu gördüklerini söylemişti. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’e göre de Rusya, Washington’a operasyonun Hmeymim üssünün HTŞ tarafından hedef alınmasının önlenmesi gibi sınırlı bir çerçevede olacağını bildirdi. 2017’de Suriye’nin cezalandırılmasına bahane edilen Han Şeyhun’daki gibi bir kimyasal saldırı tezgâhının tekrarlanması ihtimali operasyonun önündeki engellerden biriydi. ABD’nin bu bahaneyle Suriye’ye derinlemesine kazık çakma ihtimali hesaba katılıyordu. ABD bu konuda hâlâ tehditkâr. Jeffrey bunu şöyle dillendirdi: “Bu saldırıyı durdurmak istediğimizi her tarafa açıkça belirttik. Başkan Trump, eylülde, İdlib’e yönelik gerçekleştirilecek kapsamlı bir saldırının pervasız bir eylem olacağını ve buna şiddetle karşı çıkacağımızı söyledi. Kimyasal silah kullanımı, saldırının mülteci akınına ve teröristlerin diğer bölgelere yayılmasına yol açması gibi durumlar endişelenmemize yol açıyor. Askeri saldırı devam ederse baskıyı artıracağız. Bunu nasıl mı yapacağız? Bu, Trump’ın vereceği bir karar.”
Kendi Dışişleri Bakanlığı’nın “HTŞ ve diğer aşırılıkçı örgütlerin taktikleri intihar saldırıları ve kimyasal silah kullanmayı da içeriyor” diyen raporuna bakmak da Trump’ın işine gelmez. HTŞ ve müttefikleri siyasi çözüme yönelik Cenevre ve Astana süreçlerini kabul etse diyebilirler ki “Savaşı bertaraf etmek için siyasi çözüme kadar bekleyelim.” Ama bu seçenek kapalı. Bu örgütlerin Suriye’ye biçtiği elbise IŞİD’inkinden farklı değil. Kuşkusuz İdlib, ABD’nin kendi nüfuz alanına ekleyebileceği bir yer olsaydı şimdi cehennem topları gürlüyor olurdu. İdlib için ne BM Güvenlik Konseyi’nin önüne 11 imzalı tasarı gelirdi ne de Fransız ve Almanlar “Felaket engellenmeli” minvalinde çıkışlar yapardı. Bu cenahta El Kaide patentli örgütlerin Sukaylabiye ve Mıharda gibi Hıristiyan kasabalarını, Zehra ve Nubbul gibi Şii beldelerini, onlarca Alevi köyünü ya da muhaliflere katılmayan Sünni yerleşimlerini bombalaması da insani kaygıları tetiklemiyor. IŞİD’in başlangıçtaki Suriye yapılanması Nusra ve ardılı HTŞ’ye karşı himayetkâr tutum sürüyor. Bu yaklaşımın hal tercümesi; “Yeter ki Avrupa’ya bir göç dalgası olmasın, El Kaide’nin İdlib’de emirlik kurmasının sakıncası yok.”
Gazete Duvar / 13.05.19