Irak’ın yaşadıkları, bir halkın başına belki 100 yılda bir ya da iki kez gelir, bilemedin üç. Devlet kurumları sıfırlanmış, ekonomisi yağmalanmış, siyaseten felç edilmiş, insanları insanlıktan çıkartılmış bir ülke diriliş sancısı çekiyor. Zor tabii, tutunacak fazla dalları yok; bir miheng taşı, bir omurga, bir kale duvarı kalmamış. Yüzlerce ölüme mukabil bir bedelle ülkelerini geri istiyorlar. Bağdat’ta Tahrir Meydanı’nı dolduran gençler, babaları ve dedelerinin geçmişten tevarüs hesaplaşmalarıyla ilgilenmiyor. Saddam dönemini hatırlatarak siyasetin rezaletlerine mazaret arayanları anlamak da istemiyorlar.
Bizim coğrafyanın insanı, isyan halini, ‘kuklacının perdedeki izdüşümü’ olarak görmeye meyyaldir. Fakat bütün maniplasyonlara ve dış müdahalelere rağmen iç dinamikleri anlama çabası hepsinden daha değerlidir.
Başbakan Adil Abdülmehdi’nin danışmanı Leys Kubba, “Yaşanan son Irak devrimi 99 yıl önceydi, tamamen Irak doğumluydu” diyerek sokakta partiler ve mezhepler üstü isyanın alamet-i farikasına parmak basmış. O vakit İngiliz işgaline karşı Iraklılar “Irak için” ayaklanmıştı. Kimileri 2004-2005’te Amerikan-İngiliz işgaline karşı Basra ve Felluce gibi yerlerde yaşanan direnişi 1920 ruhunun tekrarı olarak görüyordu. Bununla birlikte 2019 olayları “Iraklılık” kimliği üzerinden isyanda üçüncü fasıl sayılır.
***
Yeni süreçte her şey “İsyanın muhatabı kim” sorusunda düğümleniyor. Kuşkusuz başbakan olarak Abdülmehdi kaçınılmaz muhatap. Ama öfkeyi tetikleyen şeyler ve talepler başbakanı aşıyor. Sorunu Abdülmehdi’ye indirgemek gerçekten kaçış demektir.
Göstericilerin geçerli hafızası, Amerikan işgalinin yıkıcı siluetiyle başlayıp mezhepsel tabanlara yaslanmış partilerin iktidarı bölüşmesi, kaynakları talan etmesi ve sorumluluktan kaçmasıyla oluşan felçli tabloyla ilerliyor. Araya IŞİD cehennemi giriyor. Haşd el Şaabi adlı milis seferberliğiyle kurtuluşu görüyor. Son dönemeçte ise sahnede şunlar kalıyor:
- IŞİD’e karşı savaşta Irak’a uzattığı el ile nüfuzunu derinleştirmiş bir İran.
- Irak’ı İran’a kaptırmamak için bütün ağırlığını kullanan ABD.
- IŞİD’den sonra siyasi ve ekonomik alanlarda denge faktörüne dönüşen Haşd el Şaabi.
- İktidarını İranlılar ve Amerikalılar arasındaki mutabakata borçlu olan bir başbakan.
- Rant sofrasının paydaşları yani iktidar ortakları Sünniler, Şiiler ve üçüncü kategoride Kürtler.
Bu çalgının bam teli yolsuzluk, denetimsizlik, mezhepçilik, kayırmacılık, hizmet yokluğu nedeniyle çınlıyor. Bu sese İran’ın Irak’ı dizayn hamlelerine duyulan öfke eşlik ediyor.
İran’a kızgınlığın Iraklılar açısından objektif nedenleri mevcut:
- Artık sorun olmaya başlayan Haşd el Şaabi’nin dağıtılması planlarını İran’ın engellediğini düşünüyorlar.
- Korgeneral Abdül Vahap el Sadi gibi İran’ın güdümünde olmayanların tasfiye edildiğine inanıyorlar.
- İstifası istenen başbakanın koltuğunu sabitlemek için Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin perde arkasında çalışmasını Irak’a kaba müdahale sayıyorlar.
- İran mallarının piyasayı işgal etmesini ekonomik kaynakların transferi olarak görüyorlar.
İran’da 2009’da Yeşil Hareket ‘komplo’ denilerek nasıl bastırıldıysa Iraklıların da aynısını yapmasını öğütleyen İran dini lideri Ayetullah Ali Hameney’in çağrısı öfkenin daha fazla parlamasına yol açtı. Bu arada İran’ın Irak’ı kontrol altına alma girişimlerine dair The Intercept’e sızdırılan 600 sayfalık gizli yazışmalar yangına birkaç galon benzin daha serpti. Bu minvalde sorunların temel kaynağı olarak şeytanlaştırılan İran “halk devrimi” için bir yakıta dönüşüyor. İran’ın hedefe konulması Suudi-Amerikan ortak cephesinin de birincil muradı. Bu blokun avuçlarını ovuşturarak keyfini çıkardığı bir süreç ilerliyor.
Fakat hakikat şu ki bu kokuşmuşlukta herkes ortak. İran ne kadar hedefe konulursa konulsun isyanın muhatabı ister hükümete ortak olsunlar ister dışarıda kalsınlar 2003’ten bu yana sürece dahil olan herkes. Garip bir şekilde koalisyon ortakları dahi hükümetin parçası değillermiş gibi sorumluluktan kaçıyor. Önceki hükümetlerde de böyleydi.
***
Şimdi çıkış olarak partilerden gelen inisiyatif var. Gelen bilgilere bakılırsa 18 Kasım’da meclisteki önde gelen gruplar Hikmet Hareketi’nin lideri Ammar el Hekim’in evinde toplanıp bir yol haritası belirledi. Toplantıya katılanlar İran’a yakın blok olarak Hadi el Amiri’nin liderliğindeki Fetih Koalisyonu, İran’a mesafe koyan eski Başbakan Haydar el İbadi’nin Nasır Koalisyonu, Kürdistan Demokrat Partisi, Kürdistan Yurtsever Birliği, Sünni bloktan Meclis Başkanı Muhammed el Halbusi’nin Iraklı Güçler Birliği ve eski laik-Şii Başbakan İyad Allavi’nin Irak Ulusal Koalisyonu.
Taraflar yolsuzluğa karşı özel mahkeme kurulması, seçim yasasının değiştirilmesi, kabinenin yenilenmesi ve göstericilere ateş açanların yargılanmasını da içeren reformların 40 gün içinde yapılması konusunda uzlaştı. Nasır ve Hikmet grubu bunlar 40 gün içinde olmazsa hükümeti düşürme kervanına katılacak. Hükümetin ipini çekebilecek konumda iki blok var: Mukteda el Sadr’a bağlı Sairun ve Fetih. Sadr daha önce Amiri’ye ‘gel hükümeti bitirelim’ demişti. İddiaya göre İran, Mehdi’yi korumaktan yana ağırlığını koydu. Kasım Süleymani 30 Ekim’de Bağdat’ta Amiri’den hükümete desteğini sürdürmesini istedi. İlk önce gösterilere destek verip sonra İran’a giden Sadr da bu zamanda hükümet değişikliğinin iyi bir fikir olmadığına ikna edildi. Geçmiş gösterilere öncülük eden ve İran etkisine de bayrak açan Sadr şimdi geri planda. Fakat burada hiçbir tarafın gözardı edemeyeceği bir faktör devrede: Büyük Ayetullah Ali el Sistani. 1 Kasım’daki hutbesinde Sistani, 2003’ten bu yana birkaç kez olduğu gibi kritik dönemeçte şu müdahaleyi yaptı: “Hiçbir taraf, hiçbir bölgesel veya uluslararası aktör Irak halkının iradesini gasp edemez.”
Halkın taleplerine kulak verilmesini isteyen Sistani’yi ne İran gözardı edebilir ne de Iraklı aktörler.
***
Göstericiler mevcut siyasi partilerin anayasa değişikliğini yapamayacağını belirtip reform komitesini reddediyor. Onlara göre komite olayları yatıştırmaya ve iktidarı muhafaza etmeye dönük bir manevra. İstedikleri bağımsız adayların önünü açacak şekilde seçim kanununda değişiklik yapılması, BM gözetiminde sandığa gidilmesi ve anayasanın yeni meclis tarafından değiştirilmesi. Anayasa değişikliği ile ilgili başka bir kavga kopuyor. Fetih Koalisyonu ‘yönetme zaafiyeti’ gösteren parlamenter sistem yerine başkanlık sistemine geçilmesini istiyor. Talep muhtemelen İran’dan geliyor.
Kürtler ise olası bir değişiklikle 2005 Anayasası ile kazandıkları özerklik statüsünün aşındırılmasından korkuyor. Bu yüzden, “Sorun anayasanın kendisi değil anayasanın uygulanmaması” diyorlar. Sünniler de eğer değişiklik olacaksa kendilerine meclis başkanlığını da garanti eden kota sisteminin korunması konusunda hassasiyet gösteriyor. Aksi halde Sünnilerin çoğunluğu değişikliğe karşı.
Kürdistan Yönetimi, Irak siyasetinin geri kalanı tarafında ‘petrolü çalan’, ‘sınır kapılarını kontrol ederek kendi bütçesini oluşturan’, ‘bağımsız devlet gibi uluslararası şirketlerle petrol anlaşmaları imzalayan’ ve özerklik hakları gözden geçirilmesi gereken bir yapı. Anayasaya el atıldığında Kürdistan’ın özerkliğini budamaya dönük müdahaleler gelebilir. 140’ıncı maddenin kaldırılması ya da bölgede çıkan petrolün günlük 250 bin varilinin merkeze aktarılmasına karşın federal bütçeden yüzde 17 pay ayrılmasına dönük mekanizmanın değiştirilmesi olası müdahale konuları.
Türkmenler ve Araplar Kerkük’ün nüfus sayımı ve referandumla statüsünün belirlenmesini öngören 140’ıncı maddenin ilga edilmesini istiyor.
Kürtler anayasa değişikliği özerkliğe halel getirir diye endişelense de ellerindeki iki kart önemli:
- Birincisi son hükümet oluşumunda görüldüğü üzere Kürtler hâlâ Bağdat’ta siyasetin ‘kurucu’ ya da ‘bozucu’ faktörü. Yani Kürtler olmadan kimse hükümet kuramıyor. 2017’de bağımsızlık referandumunu boğan bütün taraflar başbakanlık koltuğunu garantilemek için Kürtleri kazanmanın derdine düşmüştü.
- İkincisi 142’nci maddeye göre anayasa değişikliğinin önlenmesi üç vilayetten gelecek hayır oyuna bağlı. Kürdistan da üç vilayetten oluşuyor: Erbil, Dohuk ve Süleymaniye.
Ancak bazı hukukçulara göre 126’ıncı madde işletilirse anayasa değişikliği için referandumda basit çoğunluk yeterli. Hangi yasanın esas alınacağına her an namlunun ucuna düşen ‘anayasa mahkemesi’ karar verecek. Olağanüstü mekanizmaların devreye sokulması mümkün ve bu da Kürtler için endişe kaynağı. Yine de mesele eninde sonunda Kürdistan’ı Irak içinde tutmak mı yoksa hepten kaybetmek mi noktasına gelecek. Taraflar kararını neyi kazanacaklarına değil neyi kaybedeceklerine bakarak vermek durumunda kalacak.
Gazete Duvar / 22.11.19