Akdeniz’deki enerji kavgasında İD kartının ne işi var? - Fehim Taştekin

Mültecilerden sonra İD üyelerinin kapı dışı edilmesi yeni bir baskı aracına dönüştü. Erdoğan, Doğu Akdeniz’deki enerji kavgası yüzünden yaptırım kararı alan AB’yi köşeye sıkıştırmak için de İD kartını gösterdi.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 22 Kasım 2019
  • 20:44

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan mülteci şantajından sonra yakalanan İslam Devleti (İD) üyelerini sınır dışı etme siyasetiyle Avrupa’yı bir kez daha paralize etmeyi başardı. 

İD lideri Ebu Bekir El Bağdadi’nin Türkiye sınırlarına beş kilometre mesafede öldürülmesinin ardından terörle mücadelede samimiyeti sorgulanan Erdoğan, ilişkilerin kötüye gittiği Avrupa Birliği’yle (AB) sorunları diyalogla çözmek yerine sıra dışı bir tehdit mekanizmasını devreye soktu. Erdoğan, Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmaları nedeniyle Türkiye’ye yaptırım öngören AB’ye yanıt verirken şu ifadeleri kullandı: 

“Ey AB, Türkiye sizin bugüne kadar tanıdığınız ülkelerden bir ülke değil. Şu anda sizinle müzakere masasında olan bir ülke; bu masada olmak bizi bağlamaz. Bu müzakereler bir anda bitebilir. Şu anda 4 milyon mülteciyi ülkesinde ağırlayan bir Türkiye'ye takındığınız tavrı iyi bilin. Bu kadar DEAŞ'lıyı cezaevlerinde bulunduran ve aynı şekilde Suriye tarafında bulunanları kontrol altında tutan Türkiye'ye karşı takındığınız tavrı gözden geçirin. Bu kapılar açılır, bu DEAŞ'lılar da size gönderilir. Türkiye'ye Kıbrıs'taki gelişmelerle ilgili gözdağı vermeye kalkmayın."

İD meselesinin Doğu Akdeniz’deki enerji savaşında bir enstrümana dönüşmesi kimsenin beklediği bir şey değildi. Bölünmüş Kıbrıs Adası’nda çözüm olmadan ve Türk tarafının hakları garanti edilmeden Kıbrıs Cumhuriyeti’nin petrol ve doğalgaz arama çalışmalarını yürütmesi Ankara’da öfke nedeni. Kıbrıs Cumhuriyeti 2002’den sonra Doğu Akdeniz’deki “münhasır ekonomik bölge” sınırlarını belirmek üzere Mısır, Lübnan, İsrail ve Yunanistan’la müzakere masasına oturmuştu. Masa dışında kalan Türkiye kendi münhasır ekonomik bölge haritasını BM’ye sunmuştu. Rumlar 13 parselde arama çalışmalarına başlayınca Türkiye de önce savaş gemilerini göndererek engellemeye çalışmış, ardından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) verdiği ruhsatla Fatih ve Yavuz adlı gemilerle sondaja başlamıştı. 

Türkiye’nin haritası, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan ettiği parsellerden dördüyle kesişiyor, biriyle de çakışıyor. İtalyan ENI, Fransız Total ve Amerikan Noble ve Exxon Mobil şirketleriyle anlaşan Rumlar, ABD ve AB’nin tam desteğini almış durumda. Geçen ocakta Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır’ın Kahire’de Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nu kurması Türkiye’nin yalnızlaşmasında bir diğer aşama oldu. AB ise temmuzda Ankara'ya yaptırım kararı almıştı. Türkiye ile üst düzey temasların kesilmesi, Kapsamlı Hava Taşımacılık Anlaşması müzakerelerinin askıya alınması, AB'nin 2020'ye kadar vereceği 145.8 milyon Euro'luk mali fonlarda kesintiye gidilmesi öngörüldü. 11 Kasım’da da sondaj faaliyetlerine katılan kişi ve kurumları hedef alan yaptırımların çerçevesi belirlendi. Erdoğan’ın öfkesi bu karar üzerine iyice kabardı.

Bu minvalde, diplomasi alanında kaybeden Türkiye sert güç gösterisiyle yetinmeyip caydırıcı mekanizma olarak İD üyelerini gönderme seçeneğini devreye soktu. Ankara iade süreçleriyle ilgili ikili mekanizmaları çalıştırmadan oldu bittiyle yol alıyor. İlk olarak 11 Kasım’da geri gönderme merkezlerinde tutulan Ürdün asıllı ABD vatandaşı olan Muhammed Darwis Yunanistan tarafına yollandı. Darwis, Yunanistan tarafından kabul edilmeyince Pazarkule ve Kastanies sınır kapıları arasında mahsur kaldı. Günler sonra Darwis’in bölgeden alınıp ABD’ye gönderilmesi kararlaştırıldı.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun tepkisi çarpıcıydı: "Uluslararası hukuk, kendi ülkesine gitmek istemeyen bu şahıslara üçüncü bir ülke seçme hakkı tanıyor. Bu terörist de Yunanistan'ı seçti. Yunanistan'ın almama hakkı var. Bizim de geri almama hakkımız var.”

Soylu kapıdan “özgürce” bırakılan kişiyi “terörist” olarak nitelemekte beis görmüyor. Hangilerine polisin eşlik ettiğine dair de “Cezaevlerinde bulunanları polis eşliğinde gönderiyoruz. Ancak diğerlerini uçağa bindirip tek başlarına gönderiyoruz” dedi. 

Tepkilere aldırmayan Türkiye sınır dışı işlemlerini sürdürdü. Bir kişi Danimarka’ya yollandı. Almanya vatandaşı yedi kişi 14 Kasım'da Berlin’e, iki kişi de 15 Kasım’da Frankfurt’a uçuruldu. Sırada 11 Fransa ve iki İrlanda vatandaşının olduğu açıklandı. 

Bu durum Avrupa’ya korku saldı. Lüksemburg Bakanı Jean Asselborn iadelerin güvenliği tehlikeye atabileceğini belirterek "Bu barbarların serbest kalmaları mutlaka engellenmeli. Türkiye'nin bu konuda verdiği emirler yakışıksız" dedi. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ise gönderilen kişilerin mahkeme önüne çıkarılabilmeleri için İD'le bağlantılarını somutlaştıracak deliller ortaya konulması gerektiğini belirtip Ankara’yı bilgi paylaşmamakla suçladı.

Avrupa’daki yasalar İD zanlılarının işini kolaylaştıracak esneklikler içeriyor. Almanya’ya gönderilenler eğer silahlı çatışma, adam öldürme ve işkence gibi suçlara karıştıkları sabit değilse zanlılar yargılanmaktan kaçabiliyor. İD’in kontrolü altındaki bölgelere gitmiş olmak ceza soruşturması için yeterli değil. Hatta örgüt üyesi olduklarını itiraf etmeleri de tutuklanmaları için kâfi gelmiyor. Savcılık bilinçli olarak örgüte katıldıklarını gösteren deliller istiyor. 

Elbette AB içinde tek tip bir uygulama yok. Danimarka, Türkiye’nin gönderdiği Ahmed Salem El Hac adlı kişi hakkında 27 gün geçici tutukluluk kararı verdi. Fransa, İD'lilerin suç işledikleri ülkede yargılanmasından yana olsa da Türkiye’den gelenleri yargılayacağını duyurdu. Hollanda, İD'li anneleri ülke güvenliği için potansiyel tehdit sayarken İD savaşçılarını kabul etmeyeceğini açıklamıştı. Hollanda mahkemesi ailelerin kabulü yönündeki kararıyla hükümeti köşeye sıkıştırdı.

Elbette İD üyelerinin vatandaşı olduğu ülkelere gönderilmesi Türkiye’nin bu meseleyi nasıl kullanmak istediğinden bağımsız olarak esaslı bir sorun. Avrupa ülkeleri, Suriye’deki İD üyeleri ve aile fertlerinin Kürtlerin kontrolündeki hapishane ve kamplarda tutulmaya başlamasının ardından bu kişileri almaya yanaşmayarak kendilerini şantaja açık hale getirdi. Bazı ülkelerin İD üyelerini vatandaşlıktan çıkarma yoluna gitmesi meseleyi iyice karmaşıklaştırdı. Özellikle İngiltere 100 kadar İD üyesini vatandaşlıktan attı. 

Kürtler kamp ve hapishanelerin yükünden yakınsa da en azından bu durumdan dolayı bir beklentiye sahipti: İade ya da yargılama süreçleriyle uluslararası tanınma. Barış Pınarı Harekâtı sırasında İD’lilerin kaçmasından sorumlu tutulan Ankara, İD’lelere yönelik gözaltı operasyonlarıyla durumu toparlamaya çalıştı. 

Resmi verilere göre Türkiye’de cezaevlerinde 1180, geri gönderme merkezlerinde 250, Suriye’de kontrol edilen bölgelerde ise 850 İD zanlısı tutuluyor. Bunlar Türkiye’nin elinde birden bire koza dönüştü. Avrupa’nın sorumluluktan kaçan yaklaşımı Ankara’nın elini güçlendiriyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın Avrupa’yı yerden yere vuran tutumu da Erdoğan’ın rahat davranmasındaki bir diğer faktör.

Türkiye’nin bu durumu nasıl iştahla kullanacağı, Soylu’nun sözlerine şöyle yansıdı: "Bunlar sizin insanlarınız. Oradan paketlemiş göndermişsiniz. Şimdi biz 'Bunları size iade edeceğiz' diyoruz. Ayağa kalkıyorlar. ‘Biz bunları vatandaşlıktan attık, siz ne yaparsanız yapın'. Yok öyle yağma. Çatlasanız da patlasanız da göndereceğiz."

İD dosyasıyla ilgilenen Avrupalı bir yetkili, Erdoğan’ın mültecilerden sonra İD üyelerini şantaj olarak kullandığını ancak bu konuda kendilerinin de masum olmadığını belirtti. 

Yetkili, Al-Monitor’a şunları aktardı: “Erdoğan Avrupa’nın hatalarıyla Avrupa’yı vuruyor. İşin doğrusu bu şantaj siyasetiyle istediğini alıyor. Çünkü ekonomik çıkarlar baskın geliyor. Göç korkusu büyük. Ayrıca Avrupa, İD konusunda dürüst davranmayarak Erdoğan’ın eline koz vermiş oldu. İD militanları ve aileleri Kürtlerin elindeyken almak istemediler, orada kalmasını tercih ettiler. İç siyasette aşırı sağın bunu istismar etmesi hükümetlerin karar almasını engelliyor. Bazıları İD ailelerini sessizce getirmeyi tercih etti. Ancak bu sürdürülebilir bir politika değil. Şimdi Erdoğan bunları göndermeye başlayınca birçok ülke ne yapacağını şaşırdı.”

Macaristan Dışişleri Bakanı Peter Szijjarto’nun AB’li muhataplarına tavsiyesi ise şu: “AB kendi güvenliği için Türkiye ile işbirliği içinde çalışmak zorunda. Bazı ülkeler Türkiye’de 4 milyon mülteci olduğunu anlamıyor."

Fakat Avrupa’nın da anlamadığı şey şantajın sonu yok. Bu mültecilerle başladı, İD ile devam ediyor. Yarın başka bir şeyin çıkmayacağının garantisi yok.

Al-Monitor / 22.11.19