IMF Aralık 2019’da Türkiye ekonomisi ile ilgili bir rapor yayımladı: Turkey: Article IV Consultation, Staff Report, 19/395.
Türkiye’nin de üye olduğu bu uluslararası kuruluşun Ana Sözleşmesi Madde IV gereği üye ülkeler için hazırlanan rutin raporlardan biri…
Bu Rapor, Türkiye ekonomisinin kriz ortamını inceliyor; 2020 ve sonrasına ait öngörüler de içeriyor. Saray’ın 2020-2022 Yeni Ekonomi Programı (YEP) da IMF uzmanları Türkiye’den ayrılırken yayımlanmıştı. Karşılaştırmak ilginç olacaktır.
Krize nasıl gidildi? IMF’nin yanıtı
IMF Raporu, Türkiye ekonomisinin yakın geçmişteki gelişimini basit bir şema içinde açıklıyor: Önce “parlak sayfa”: Makro-ekonomik ve yapısal reformlar, yüksek büyümeye yol açmış; Türkiye ile Batı ekonomileri arasındaki makasın daralmasına katkı yapmış.
Sonra, “reformlarda duraklama”: Büyüme bu nedenle yavaşlamış; ekonomi giderek “dış kaynaklarla beslenen kredi ve talep dürtülerine bağımlı hale gelmiş.” Yüksek cari işlem açığı, dış borçlanma ve dış dengesizlikler içinde “ekonomi piyasa hassasiyetine karşı giderek kırılganlaşmıştır.” 2018 ortalarında “piyasa hassasiyetlerinin bozulması TL’den kaçışa, devalüasyona ve ekonominin küçülmesine yol açmıştır.” (Paragraf 1-4, s.4)
Türkiye’nin “parlak” ve “kırılgan” dönemlerine ilişkin bu anlatım yanlıştır.
Defalarca inceledik: 21’nci yüzyılda Türkiye ekonomisini üç krize sürükleyen ana etken doğrudan doğruya IMF’dir. Üç aşama söz konusudur.
İlk aşama, 1998-2000 dönemini içerir. IMF’nin bu yıllarda Türkiye’ye uygulattığı döviz kuru hedeflemesine dayalı anti-enflasyon programı 2001 krizini tetikleyecektir.
İkinci aşama 2001-2002’yi kapsar. Yarattığı krizin yönetimini de IMF üstlenecektir. Bu programda Türkiye’ye kabul ettirilen makro-ekonomik model yepyeni dış kırılganlıkların yaratıcısı olacaktır.
Üçüncü aşamada “enflasyon hedeflemesi” olarak da adlandırılan bu program sonraki on üç yıla taşınacak ve AKP tarafından hayata geçirilecektir. Sonuç, kronik dış kaynak bağımlılığıdır. Türkiye finans kapitalin “hassasiyetlerine” teslim olarak coşkulu ve krizli dalgalanmalara sürüklenecektir.
Bu acımasız teslimiyeti başlatan “reformlar”ın mimarı ve uzun süre gözetmeni olan IMF, son tahlilde, 21. yüzyılda Türkiye’nin yaşadığı 2001, 2008 ve 2018 krizlerinin de sorumlusudur.
Krizin yönetimi, sonuçları, uzantıları
IMF Raporu’ndaki tespitleri ve YEP’teki hedefleri izlemek için aşağıdaki tabloyu kullanalım. İlk iki sütun, 2019 IMF Türkiye Raporu’ndan, son sütun YEP’ten alındı. Bu iki belgenin sonraki yıllara ait sayılarını tabloya eklemedim; ileride özetleyeceğim.
IMF belgesi, krize karşı uygulanan savunma yöntemlerini, kamu açıklarının tırmandırılması ve kamu bankalarınca üstlenilen kredi genişlemesi olarak vurguluyor.
Sonuçlar, tablodaki 2019 bulgularında özetleniyor: Ekim 2018-Haziran 2019 arasında küçülmüş; 2019 millî gelir hareketini “sıfır büyüme” (%0,2’ye) civarına getirmiştir.
2020’de IMF yüzde 3 büyüme öngörmekte; YEP yüzde 5 büyümeyi hedeflemektedir. IMF Raporu’na göre krizin yarattığı yıkım, özellikle banka ve şirket bilançolarındaki bozulma, orta dönemde ekonominin yüzde 5’lik bir büyüme patikasını izlemesine imkân vermeyecektir. (Paragraf 17, ss.10-11). Bu tespit, aslında, Türkiye ekonomisinin büyüme potansiyelinin gerilemesi anlamına gelir.
2019’da cari işlem dengesi / GSYH oranı da IMF’ye göre sıfır civarına (-0,1’e) yerleşecektir. Bu oranı (yüzde olarak) önceki iki yılla karşılaştıralım: -5,6 → -3,5 → -0,1… Dış açıktaki düzelme esas olarak ithalattaki daralmadan ve turizm gelirlerindeki artıştan sağlanmış; mal ihracatının katkısı sembolik kalmıştır (Paragraf 14, s.9).
YEP, IMF Raporu’na göre tamamen iyimser (“uçuk”) bir gelecek hayal ediyor; kötümser tek öngörü, 2020’nin cari denge/GSYH yüzdesidir: -1,2… Sonraki yıllar için hayalperestlik ağır basıyor: 2022’ye gelindiğinde YEP “sıfır dış açık”; IMF ise %1,7’lik cari açık oranı öngörüyor.
Politika tepkilerinin IMF Raporu’ndaki bir yansıması, kamu dengelerindeki bozulmada gözleniyor. Bütçe dengesinin 2017 ve 2018’deki oranlarını tabloda yer alan 2019 oranı ile birleştirelim. Yüzdeler olarak: -2,2 → -3,8 → -5,2… Faiz dışı bütçe dengesini de (yüzdeler olarak) aynı üç yıl için aktaralım: -0,8 → -2,3 → -3,4… 2020’de faiz dışı açık, IMF’ye göre sürecek; YEP’e göre sıfırlanacaktır.
IMF, Saray’ın kamu dengesi verilerine güvenmiyor ve önceki YEP hedeflerinin çiğnenmiş olmasından açıkça yakınıyor (Paragraf 8, s.7).
Politika önerileri
IMF Raporu’na göre kriz döneminde izlenen politikalar iç ve dış kırılganlıkları gideremediği; hatta yeni sorunlar yarattığı için, “bugünkü dinginlik kalıcı olmayabilir.” (ss.10-11, paragraf 16-19)
Bu kırılganlıkların başında yetersiz döviz rezervleri, yüksek düzeyde süregelen dış finansman gereksinimi, şirket ve banka bilançolarının bozulması ve artan bütçe açıklarının kamu borçlarını tırmandırması gelmektedir.
AKP yönetimleri kamu borçlarının tırmanmasını frenlediği için geçmişte IMF’den övgü kazanmıştı. Bu başarım, neoliberal programların teşvik ettiği iki uygulama sayesinde mümkün oldu: Özelleştirmeler ve altyapı yatırımlarında kamu/özel ortaklıkları… Birincisi artık tükenmiştir. İkincisinin kamu açıklarını beslemeye başlamasından Rapor’da yakınılmaktadır; ama, IMF ve Dünya Bankası’nın bu yönteme katkılarına değinilmeden…
IMF Raporu’nda Saray’ı ayrıca tedirgin edecek öneriler de var: Varlık Fonu uygulamalarının ve kamu/özel ortaklıklarının saydamlaştırılması, giderlerinin bütçeye (dolayısıyla TBMM denetimine) taşınması savunulmaktadır. Kara-para aklamayı ve terör finansmanını denetleyen uluslararası düzenlemeye daha güçlü uyum gereği hatırlatılmaktadır. TCMB uygulamalarında keyfilik ima edilmekte; yolsuzluk bağlantılı kırılganlıkların önemine işaret edilmektedir.
Rapor’un makro-ekonomik politika önerilerine gelince, iktisat çevrelerinde bir ara yaygın olan mizahî örneği hatırlatayım: IMF uzmanı yanlışlıkla Dakar (Senegal) değil, Dakka (Bangladeş) uçağına binmiş. Durumu algılayınca dert etmemiş: “Fark etmez; otelde Senegal katsayıları yerine Bangladeş’inkileri modele yerleştiririm; politika önerileri ortaya çıkar…” demiş. Zira, her ülke için aynı (standart) modeli uygulamaktadırlar.
2019 Türkiye Raporu’nda da sürpriz yok: Sıkı para ve maliye politikalarında ısrar… TCMB’nin faiz indirimlerinde ölçüyü kaçırdığı; yüksek enflasyon beklentileri sürerken frene basması gerektiği belirtiliyor. Kamu bankalarının ölçüsüz kredi genişlemesi de son bulmalıdır.
Kamu maliyesinde kemer sıkma, gelir eşitsizliklerini artırıcı doğrultudadır. Vergi yükü nasıl artırılmalı? Dolaylı vergi tabanı genişletilmeli ve KDV ortalamaları yukarı çekilmeli…
Kamu giderlerinde frenleme ise yapısal reform teranesi ile bütünleşiyor: Emeklilerin bayram ikramiyeleri kaldırılmalı; kamu emekçilerinin enflasyon kayıpları dikkate alınmamalıdır. Asgarî ücretlerde “beklenen enflasyon” ana ölçüt olmalıdır. (“Beklenen enflasyon”un ücretleri belirlemesi, 12 Mart / 12 Eylül Sıkıyönetim dönemlerinin mirasıdır; bugün de “enflasyon hedefleri” sistematik olarak düşük tutulan TCMB tarafından üstlenilir.)
IMF’nin yapısal reform tasarımlarının saplantısı olan işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi Aralık 2019 Raporu’nda da açıkça vurgulanıyor. Üstelik bu ilke, “kadınlar için esnek istihdam düzenlemeleri” ifadesi ile zenginleştiriliyor. Kıdem tazminatı reformu da unutulmayacaktır. (Paragraf 42, ss. 19-20).
IMF Raporu, bu önerilerin kısa vadede olumsuz sonuçlar vereceğini kabul ediyor; ama Saray’ı da teskin ediyor: “Bir sonraki önemli seçimler 2023’te olduğuna göre bu reformlar politik iktisat perspektifi açısından uygundur.”
IMF, iç siyasete ilk defa bulaşmıyor. 2005’te AKP hükümetine açılan IMF kredisi bir önceki örnektir.
soL / 17.01.20