IMF Ana Sözleşmesi, Madde IV, üye ülkeler için belli aralıklarla ekonomik raporlar hazırlanmasını öngörür. IMF’nin ülke (örneğin Türkiye) uzmanları, ekonomi bürokrasisi ile “danışma toplantıları” yapar; raporlar kaleme alınır; IMF Yürütme Kurulu tarafından görüşülür ve yayımlanır.
Bu özellikleri taşıyan son Rapor Aralık 2019 tarihlidir (Turkey: Article IV Consultation, Staff Report, 19/395). Bir önceki Rapor, Nisan 2018’de yayımlanmıştı. İki belge arasına Türkiye’nin ekonomik krizi girdi.
IMF’nin kronik iyimserliği
Bu yazıda bu iki raporun reel ekonomi ile ilgili ana verilerini, öngörülerini karşılaştıracağım. Böylece IMF uzmanlarının 2018 başlarında Türkiye’nin krizini ne derecede öngördüğünü gözleyebileceğiz. Ayrıca, son raporun bu yıl ve sonrasına ilişkin ekonomik tespitlerini, yorumlarını gözden geçireceğiz.
IMF’nin, zaman zaman mizah konusu olan kronik bir arızası vardır: Neoliberal politikaları benimseyen tüm ekonomiler (ve aynı ilkelerin egemen olduğu dünya ekonomisi) için yaptığı öngörülerin sistematik olarak iyimser doğrultuda yanlış çıkması…
Bu “sistematik sapma”, ideolojik bir saplantıdan kaynaklanır: Ekonomilerin işleyişine esas olarak piyasa mekanizması (neoliberal ilkeler) egemen ise, geçici etkenlerin yol açtığı bozukluklar zaman içinde kendiliğinden telafi edilir; ekonomi dengeli bir gelişme patikasına yerleşir. “Geçici” bozukluklar ise, IMF’ye göre, genellikle piyasa mekanizmasına devlet müdahalelerinden kaynaklanır.
Sistematik öngörü hataları, niçin “ideolojik kaynaklı”dır? Zira, IMF’nin “ekonomik felsefesi”, piyasa mekanizmasını toplumların doğal hali olarak kabul eder; farklı ekonomik sistemler içermez. Doğası gereği krize yatkın bir ekonomik sistem olan kapitalizm de çağdaş ekonomilerin incelenmesinde analitik bir kavram olarak yer almaz. (Örneğin IMF’nin Ekim 2019 tarihli dünya ekonomisi raporunda sözcük taraması yapınız; “kapitalizm” terimine rastlayamazsınız.) Kriz olgusunu içermeyen “arızî sorunlar” gözden geçirilir; o kadar…
Aşağıdaki tablo IMF’nin son iki Türkiye raporuna bu doğrultuda göz atıyor. Tabloda, ekonomik ve toplumsal kriz ile ilgili üç genel gösterge, birbirini izleyen iki satırda yer alıyor. Önceki satırlar, 2018 Raporu’nun öngörülerini içeriyor. İkinci (2019) satırlar ise bunların bir yıl içinde ne derecede gerçekleştiğini ortaya koyuyor; ayrıca IMF’nin 2020 öngörülerini de veriyor.
IMF ekonomik krizi öngörememiştir
IMF’nin yukarıda değindiğim sistematik iyimserliği Nisan 2018 Türkiye Raporu’nda gözleniyor: Bu belge, en azından dokuz ay boyunca (Ekim 2018-Haziran 2019 arasında) ekonomiyi etkileyecek krizi öngörememiştir.
Tablodaki GSYH büyüme oranlarına göz atın: 2018 Raporu’nda o yılın büyüme hızı fazlaca yüksek tahmin edilmişti. 2019 Raporu yayımlandığında bir önceki yılın millî gelir verileri belirlenmişti. Bu yanlışlık (mecburen) düzeltilmektedir.
İki raporun GSYH verilerini 2018 için karşılaştırın: %4,4 → %2,8… İki rapor arasında daha da büyük bir “düzeltme”, 2019 GSYH öngörüleri için de yapılmaktadır: %4,0 → %0,2… (Sütun 1-2, satır 2-3).
2019 millî gelir verileri kesinleşmemiştir; ama ilk altı ay için hesaplanan küçülme temposu son Raporu, yılın tümü için “sıfır büyüme” öngörüsüne yönlendirmiştir.
2020 ve sonrasının büyüme öngörüleri
Türkiye millî geliri, 2020 ve sonrasında nasıl seyredecek?
Ekonomiler olgunlaştıkça (emek rezervleri azaldıkça) büyüme potansiyeli de düşmeye başlar. Tarımda ve kentlerde hâlâ yüksek düzeylerde âtıl emek barındıran Türkiye ekonomisi “olgunlaşma” eşiğine ulaşmamıştır; ama (burada tartışamayacağım çeşitli etkenler) büyüme eğilimini aşağı çekmektedir.
IMF son iki raporunda bu doğrultuda da kötümser bir “düzeltme” yapıyor ve Türkiye ekonomisinin ortalama büyüme öngörülerini (kabaca üçte bir oranında) aşağı çekiyor.
Tabloda ilk işaret 2020 büyüme öngörülerinde (%3,6 → %3,0) yer alıyor. “Tamamen uçuk” bir belge olan AKP’nin Yeni Ekonomi Programı (YEP) ise, 2020’de GSYH’nın %5 büyüyeceğini öngörüyor. Bu “hayalperest” büyüme temposu, YEP’e göre, sonraki yıllarda da aynen sürecektir.
IMF’nin son raporunun büyüme öngörülerine dönelim ve bunları 2017’den (Erdoğan için “hedef yılı” olan) 2023’e kadar taşıyalım. Tabloya almadığım bu beklentiler de iyimser değildir: Türkiye’nin altı yıllık (2018-2023) ortalama büyüme temposu yüzde 2,5’tir.
IMF bir önceki Türkiye Raporu’nu kriz arifesinin “iyimserliği” içinde kaleme almıştı ve aynı dönem için yüzde 3,8’lik ortalama büyüme hızı öngörmüştü. Uzmanlar, herhalde, değişmemiştir; ama Türkiye kapitalizminin gerçekleri ağır basmıştır.
Toplumsal bunalımın kronikleşmesi mi?
Olgunlaşmadan durgunlaşmak; yani “ekonomik erken bunama”… Kritik gösterge ekonominin potansiyel emek arzı (“rezervleri”) olduğu için, bu teşhis istihdam/işsizlik istatistikleri ile ortaya çıkar.
IMF’nin son Türkiye raporlarını karşılaştıralım; uzmanlar bir yıl içinde karamsarlaşıyor: Krizi öngöremeyen 2018 Raporu’nda işsizlik giderek hafiflemektedir. Sonraki Rapor, ekonomik krizin toplumsal bir bunalıma dönüşmesini gözleyecek; işsizlik verilerinin (öngörülerinin) revizyonu gerekecektir.
İki Rapor arasında 2018 öngörüsünde işsizlik oranındaki sapma (%10,7 → %11) daha sınırlıdır. İşsizlik 2019’da çarpıcı boyutta tırmanacak; öngörülen işsizlik oranları arasındaki makas (%10,7 → %13,8) iyice açılacak; bu durum 2020’de de sürecektir (satır 3-4).
IMF, kronik iyimserlikten kurtulamaz. Son Rapor’a göre 2021 ve sonrasında işsizlik düşmeye başlayacak; ancak kriz öncesindeki (%10,7’lik) eşiğe asla inemeyecektir. Tabloya eklemediğim bu tespitler, aslında, Türkiye’nin 2023’e kronikleşmiş bir toplumsal kriz ortamında gireceği öngörüsüdür.
İktidarın YEP belgesi ise, tek haneli işsizlik oranına 2022’de inileceğini umuyor. Yüzde 5’lik “hayalî” büyüme eğilimine dayalı bir beklenti…
Toplumsal bunalımın ikinci (ve dolaylı) bir göstergesi, kriz döneminde emek gelirlerini eriten enflasyondur.
İki rapor arasında enflasyon oranlarındaki (öngörülerindeki) sapma çok açıktır: 2018 için %11,4 → %16,3; 2019 için %10,5 → %15,7… “Parasalcı” enflasyon doktrininin geçersizliği, örtülü olarak itiraf edilmektedir. Enflasyon, kriz ortamından bunalımın yükünü emekçilere yıkan bir sınıf mücadelesi yöntemi olarak ortaya çıkmaktadır.
Kriz öncesinde yayımlanan IMF Raporu, enflasyonun giderek tek haneye ve 2013’te %8’e ineceği beklentisi içindeydi. Son Rapor, bu beklentiyi de kötümser doğrultuda düzeltiyor ve enflasyonun “Erdoğan’ın hedef yılına” %11’lik bir tempoda ulaşacağını öngörüyor.
IMF’nin arızası “abartılı iyimserlik”tir. Saray iktidarı ise, hayalî sayılarla insanları uyutacağını sanıyor. Bu tespit YEP’in enflasyon öngörülerinde de geçerlidir: İki yıl sonra %5’in altında enflasyon…
***
IMF’nin Aralık 2019 tarihli Türkiye Raporu, bir önceki Rapor’un iyimser öngörülerini düzeltmenin ötesine de gidiyor: AKP’nin 2018-2019 kriz yönetimini değerlendiriyor ve yakın gelecek için politika önerileri içeriyor.
Bu tespitleri, önerileri bir sonraki yazıda tartışmak istiyorum.
soL / 10.01.20