Bolivya’da askerî darbe, ırkçı-faşist güruhların sokaklara çıkmasıyla başlatıldı.
Darbe sonrasında Meksika’ya sığınan Başkan Yardımcısı Alvero Garcia Linera, sürecin başlangıcını, sonrasını anlatıyor; çözümlemeye çalışıyor (“Kızılderili’den Nefret”, Peoples Dispatch, 21 Kasım).
Linera’nın uzunca yazısından bazı bölümler aktaracağım. İngilizce metindeki “Indian” sözcüğünü “Kızılderili” olarak çevirdim.
Faşizm sokakları işgal edince…
“Her şey 20 Ekim’de Evo Morales seçimi rakibinden %10’u aşkın oy farkıyla kazanınca başladı. Pusuda yatan gerici güçlerin beklediği işaret buydu.”
“Paramiliter gruplar sendika merkezlerini, adayların, iktidar partisi liderlerinin konutlarını yakmaya başladı; Başkan’ın kişisel konutu da yağmalandı. Bakanlar, sendika liderleri tehdit edilerek; bazen çocukları kaçırılarak istifaya zorlandı. Sonu gelmeyen bir ‘uzun bıçaklar gecesi’ başlamıştı ve faşizm yüzünü göstermişti.”
Buradaki, “uzun bıçaklar gecesi”, Nazi Almanya’sına ilişkin bir benzetmedir: Hitler’in parti-içi muhalifleri öldürttüğü 30 Haziran 1934 gecesi böyle adlandırılmıştı.
Sonrasını da Linera’nın yazısından izleyelim:
“Gece karanlığı basar basmaz nefret, Bolivya’nın geleneksel orta-sınıf mahallelerinde dolaşıyor. Sloganlarında Kızılderililere karşı hakaret ve ayrımcılık var. Motosikletlerine, kamyonetlerine biniyor; özel üniversite kulüplerinde toplanıyorlar; iktidarı kendilerinden almaya kalkışan isyankâr Kızılderilileri avlamak için sokaklara çıkıyorlar.”
“Santa Cruz’da kenar mahallelerde ve pazarlarda yaşayan; ‘colla’ dedikleri Kızılderilileri cezalandırmak üzere motosikletli güruhlar halinde örgütlenmişler. ‘Colla’lar öldürülmeli’ diye bağırıyorlar; pollera (geleneksel eteklik) giyen bir kadınla karşılaştıklarında dövüyorlar; tehdit ediyorlar; def olup gitmesini istiyorlar. Varlıklı sınıfların yaşadığı Güney Cochacamba yörelerinde ırk üstünlüğünü dayatıcı konvoylar örgütlüyorlar. Barış yürüyüşü yapan korumasız köylü kadınlara bir süvari birliği gibi saldırıyorlar. Beyzbol sopaları, gaz bombaları, zincir taşıyorlar. Ateşli silah taşıyanlar da var. Kurban olarak yeğlenenler kadınlardır.”
“Bu insanlar La Paz’da işçilerinden, çalışanlarından şüphe ediyor; masalarına yemek getiren garsonla konuşmuyor; hem korkuyor, hem küçümsüyorlar. Sokakta Evo’ya ve kültürler-arası demokrasi getirmeye kalkışan Kızılderililerin tümüne hakaret ediyorlar. Sayıları çoğalınca özgün halkların sembolü Wiphala’yı yırtıyor, yakıyorlar. Bu sembole karşı kustukları içsel nefret, Kızılderililerin ve temsil ettikleri her şeyin yeryüzünden silinip gitme arzusunu yansıtıyor.”
“Irk nefreti, bu geleneksel orta sınıfın siyaset dilidir. Önemli olan, akademik unvanlar, bağlantılar ve inanç değil; safkan neseptir. Hayalî soy ağacı, cilt rengine kendiliğinden yapışmıştır ve daha güçlüdür.”
Faşizmin Bolivya’daki sınıfsal tabanı
Bu kalabalıkları nefrete, şiddete sürükleyen etkenler nedir? Linera da soruyor: “Halka karşı bu derecede nefret, kızgınlık, nasıl olup da geleneksel orta sınıfın bünyesinde oluştu, yeşerdi ve Kızılderili’yi düşmanlaştıran ırkçı faşizme dönüştü?”
Linera, bu soruları yanıtlamaya, Bolivya ekonomisinde ve toplumunda son 14 yılda gerçekleşen ekonomik ve toplumsal ilerlemeleri özetleyerek başlıyor. Asıl vurguladığı bu gelişmelerin sınıfsal yansımalarıdır:
“Bu süre içinde ‘orta sınıf’ diye adlandırılan insanların sayısı %35’ten %50’ye çıktı. Çoğu, işçi sınıfı ve özgün halkların saflarından geldi. Sosyal hizmetlerin demokratikleşmesi belirleyici oldu. Bu süreç, kaçınılmaz olarak geleneksel orta sınıfın ekonomik, eğitimsel ve politik ayrıcalıklarının aşınmasına yol açtı. Geçmişte, aile bağları vb, kamu yönetiminde, kredilerde, projelere, burslara ulaşmada geleneksel orta sınıfa ayrıcalıklar sağlardı. Bugün bu olanaklara ulaşmak, özgün ve işçi sınıfı kökenli insanlara da açıldı. Hatta yerli diller, sendikal kökenler gibi yeni ölçütler rol oynamaya başladı.”
“Orta sınıfların alt sınıflara karşı tarihsel üstünlüğü, sosyal sınıfın ırksal bir hiyerarşi içinden algılanmasıyla bağlantılıdır. Bu sınıfın çocukları, gerici kalkışmanın vurucu güçlerini oluşturdu. Oy verme diye anladıkları demokrasi bayrağını sahiplendiler; ama aslında sosyal sınıflar arası ve servet dağılımında eşitlenme süreçlerine karşı ayaklandılar.”
“Irksal nefret sadece yıkıcıdır. Bir gelecek vadedemez. Tarihsel olarak ve ahlâken gerileyen bir sınıfın ilkel intikamından ibarettir. Sıradan her liberalin ardında bir darbe-destekçisi gizlidir.”
Linera’nın elbette bildiği, ancak bu metinde değinmediği önemli bir “sınıfsal” bilgiyi daha buraya ekleyelim: Irkçı çeteler, kendiliğinden değil, açıkça faşist örgütler tarafından oluşturuldu. Bu örgütlerin öne çıkan liderlerinden biri, Santa Cruz Kent Komitesi Başkanı Fernando Camacho’dur. Bolivya’nın en zengin iş adamlarından biri olan Camacho, ayrıca, darbe sonrasında başkanlık sarayına “Tanrı buraya döndü” diyerek fiilen el koyan kişidir.
Darbe anının kritik zamanlaması
Bolivya halk örgütlerinin en güçlü olduğu Üçüncü Dünya ülkelerinden biridir. Nasıl oldu da sokaklar faşist güruhlara teslim edildi? Linera yanıtlıyor:
“İşçilerden, madencilerden, köylülerden, özgün halklardan, varoş sakinlerinden oluşan halk güçleri kent darbesine direndi ve kentlerin denetimini geri almaya başladı. Ne var ki, güçler dengesi onların lehine dönüştüğü anda polisler ayaklandı.”
Polis ayaklanmasını Silahlı Kuvvetler Kumandanı Williams Kaliman’ın Evo Morales’i istifaya davet etmesi izledi. Askerî darbe, böylece, halk direnmesinin faşizmi bastırmak üzere olduğu kritik anda gerçekleşti. Morales ve Linera istifa etti; ülkeyi terk ettiler. Senato üyesi sağcı Jeanine Anez kendisini geçici başkan ilan etti. İktidar el değiştirdi.
Halk direnmesi devam etti; ama, ordu ve polis, El Alto sakini emekçilerden, koka üreticisi köylülerden, özgün halklardan (son bilgilere göre) 32 direnmeciyi öldürdü.
Bir kez daha “Amerikan parmağı”
Polis şefi Calderon Mariscal ve Silahlı Kuvvetler Kumandanı Williams Kaliman’ın darbeden önce ABD emniyet ve askerî istihbarat kurumlarınca “eğitilmiş” olduğunu 22 Kasım tarihi soL Haber’de yazmıştım.
Sonra şaşırtıcı bir bilgiye ulaştık: Darbeci General Kaliman, emekliye ayrılmış; yeni hükümet başka bir generali (Sergio Carlos Orellano’yu) Silahlı Kuvvetler Kumandanı olarak atamış (AFP, 21 Kasım).
Ardından Brezilya kaynaklı bir haber, 26 Kasım’da TeleSur’da yayımlandı: “General Williams Kaliman, bir milyon dolarla ABD’ye uçmuştur. Forum kaynağına göre Bolivya’daki ABD maslahatgüzarı Bruce Williamson, askeri ve polis şeflerinden her birine 500.000 dolar verilmesini üstlenmiştir.”
Bu haber, büyük Batı basınına sızmadı veya suskunlukla geçiştirilmektedir. Fazla sürmez; er veya geç geçerliliği tartışılacaktır.
Öte yandan darbenin dikkatle tasarlandığı; hatta emperyalist darbeler için bir “model” özelliği taşıdığı Venezuela’dan Marco Teruggi tarafından ileri sürülüyor. Önemli tespitler yaptığını düşünüyorum.
Teruggi ile yapılan bir söyleşiden aktarmalar yapalım (Peoples Dispatch, 25 Kasım):
“Bolivya darbesinin tasarımında meşruiyet sağlayacak bir seçim çözümü öne çıktı. İlk adım iktidarın devrilmesi, ikinci adım fiili bir hükümetin oluşturulmasıdır. Zulüm, baskı ve kıyımlar bunlara refakat edecektir. Üçüncü adım seçim takviminin ilan edilmesi; son adım doğrudan doğruya seçimlerin yapılmasıdır.”
“Bu, fiili bir hükümetin belirsiz bir süre iktidara gelmesi biçiminde eski-usul bir darbe değildir. Dönüşümü demokratik bir süreç olarak sunmak, seçimleri hedeflemek; böylece uluslararası kabul sağlamak önceliklidir.”
“Bolivya’da bu tasarım uygulandı; yeni hükümet seçim vaadiyle başladığı için darbeye uluslararası tepki oluşmadı; AB de darbe suçlaması yapmadı.”
Teruggi’ye göre darbe tasarımı, halk sınıflarının darbe karşıtı muhalefetinin parçalanacağını öngörüyor. Süreç iyi yönetilirse, seçim aşaması sonrasında da Bolivya burjuvazisinin ve emperyalizmin denetiminde bir iktidara geçiş sağlanacaktır.
Bolivya’da darbeyi izleyen son gelişmeler, bu yazının gündemini aşıyor.
Çağdaş faşizme ilişkin Bolivya tespitlerinin, Türkiye için de önem taşıdığını düşünüyorum. “Cilt rengine yapışık olmayan” kanlı faşizm örneklerimizi hatırlayın. Bunlar, Maraş, Çorum, Madımak ile sınırlı değildir.
soL / 06.12.19