88 yılı sonlarında tanıştık Şükrü hoca ile. Stuttgart’ta Wangen de bulunan İltica Kampında kalıyorlardı ailecek. 1986 yılında Yurtdışına çıkmış, Almanya’nın Stuttgart şehrine gelmişti. İki dostla birlikte ziyaret ettik. Dostça kucaklaşıp gelmişten geçmişten sohbet ettik. O günden sonra arada bir ziyaret eder uzun uzun sohbet ederdik. 70’li yıllardan izi sürülen aynı gelenekten geliyorduk. Yollar aynı amacı güden olsa da her birimiz ayrı kulvarlarda, hayat kavgasının orta yerinde farklı patikalarda yürüyor ama dostluğa gölge düşüren olmuyorduk. Özelde ve genelde tüm dünyadaki Toplumsal ve siyasal sorunlara karşı duyarlı ve ilgiliydi. Hemen hemen her bir etkinlikte ideolojik olarak savunup siyasal olarak durduğu yeri ifade eden ya elinde bildirisi, gazetesi ya da pankartı olurdu. Bu doğrusunda çalışkan bir insandı. Emeğini esirgemez, zamanın “zamanesi” olmazdı. Kendince “ilgisiz, duyarsız” olanlara kızar, darılır, küstüğü bile olurdu.
Teorik siyasal olarak tartıştığımız çok oldu. Eleştiren olduk çoğu vakit olup biteni birlikte. Frekanslarımızın uyuşmadığı anlarımız çok oldu. Ama dostluğumuza hiçbir zaman gölge düşmedi. Ne alınganlığımız oldu birbirimize, ne de kırgınlığımız. Uzun süre görüşemediğimiz olupta yeniden sosyal, kültürel, siyasal bir etkinlikte görünce hemen gelir sarılırdı. İçten bir dostlukla hal hatır sorardı.
Uzun süre görüşemedik. Yıllar sonra gelince özlemişlikle geldi, sarılıp kucaklaştık. 2019 yılında uzun süre sonra Stuttgart’ta 1 Mayıs’ta görüştük. Gördüğünde çok mutlu olmuştu. Amansız hastalıkla mücadele ettiğini o zaman anlattı, öğrenmiş oldum. Hep aramamı, görüşmeyi istedi. Arada bir arayıp görüştük. Giderek hastalığı ağırlaştı, durumun farkında, son günlerini sevdiği dostları görerek geçirmek istediğini dile getiren oldu. Yeğenine özellikle benle Dayı’yı görmek, hep yanında olmamızı istediğini söylemişti. Ben de Dayı da zaman buldukça bazen aradık bazen de gidip ziyaret ettik. Türkiye’ye gitmeden hastane de ziyaret ettik yine. Doğduğu topraklara gitmek, “beklenen sonu” orada karşılamak isteğini dile getirdi hep. Gitmeden önce de dostlarıyla vedalaşmak istiyordu. Mayıs’ın ortasında Türkiye’ye gitme işlemleri bitti. Havaalanında onu yolcu etmeye gittik. Bilincinde olduğu bir vedalaşmaydı. Biz de o da bunun farkındaydık. 36 yıl sonra doğduğu topraklara vedasıyla vefasını götürdü.
Hastalık nedeniyle “beklenen son” olsa da çok erkenci bir gidiş oldu. 22 Mayıs 1952 tarihinde Kürecik – Harunan köyünde doğan Şükrü Akçadağ (Hoca) gençlik yıllarında devrimci mücadeleye katılmış, TKP/ML Hareketi – Devrimci Halkın Birliği (DHB) saflarında aktif olarak örgütlü bir yaşam sürdürmüş. Okulda öğrencilik yıllarında başlayan mücadelesi Elbistan Termik Santral’ında çalışırken de devam etmiş. 1979 yılında Kürecik Lisesi’nde Yedek Öğretmenlik yapmaya başlamış. Tanıdığım, tanıştığım o dönemden öğrencileri hep iyi şeyler anlattı Şükrü Hoca için. 12 Eylül 1980 darbesi yıllarında aranır duruma düşünce “firari zamanlar” yaşar 6 yıl. Sonra Yurtdışına çıkar sürgün-mülteci yaşamı sürer. Ancak sınıf mücadelesi içinde bulunduğu alanda, saflarında bulunduğu Ekim içinde “mülteci” olmaz. Sosyal bir insan olarak tüm eksiklikleri, hatası yanlışıyla canla başla çalışır. Emeğini katar. Umudunu yitirmez, inandığı değerleri savunur korur.
İnsanca yaşam, savaşsız sömürüsüz, sınırların ve sınıfların olmadığı bir dünya ülküsü için mücadele eden, emek veren, firari zamanlar yaşayan biriydi Şükrü hoca. Üzüldüm bu beklenen sona. 40 yıl sonra döndü doğduğu topraklara, ilk mücadele ettiği yurduna. Doğduğu, büyüdüğü toprakları, hayatta olan eşi dostunu görmek, kendisinden önce gidenlerin mezarlarına anılarıyla dokunmak için “vedamı orada bırakmak istiyorum” diye çok bekledi ve sonunda gitti.
Giderken önce bizlere, onu memlekete yolcu edenlere tek tek veda etti. Sonra uçağa binip yeğenlerinin refakatinde hasta haliyle gitti, gördü ve vedasını bıraktı.
Uğurlar olsun hocam. Anıların yadigar kaldı bizlere. Yattığın yer incitmesin… Mücadeleci anılarına saygıyı eksik etmeyeceğiz.
Hilmi Toy- Avrupa Demokrat / 01.08.22