ABD’nin Irak’a ilk müdahalesinden önce rahmetli Turgut Özal’ın, Körfez ülkelerine yaptığı turu izleyen iki gazeteciden biriydim.
Sabah adına ben, Hürriyet adına da Muharrem Sarıkaya, havaalanlarındaki uğurlama törenlerine kadar Özal’ı izleyip tarifeli uçakla sonraki ülkeye geçtiğimiz için yanında kimsenin olmadığını görüyorduk.
Ancak gazetecilik şansı diyelim, sanırım Abu Dabi’de, kaldığımız otelde karşımıza Ahmet Özal çıktı; meğer Cem Uzan’la beraber aynı turu yapıyorlarmış.
İş görüşmelerinde bulunuyorlardı ve bu durumu manşetlere yansıttık.
Siyasetçi babalar ile oğulları tartışması da yeni bir boyut kazandı.
MAKAM KATINDAKİ OĞUL
Aradan yıllar geçti, AKP iktidar oldu, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve eşiyle kaç kez görüştüysem, hepsinden çok renkli manşetler çıktı.
O buluşmalar sırasında birkaç kez oğlunu makam katında gördüm, arkadaşları denen birileri ile gelmişti.
Kulağımıza bürokratlar üzerinde etki yaptığı yolunda haberler de gelmeye başlayınca, aramızda da bir diyalog oluştuğu için Unakıtan’a, “Oğlunuz bakanlık koridorlarında görülüyor, çeşitli rivayetler dolaşıyor. Bu yanlış değil mi, bir sakıncası yok mu?” diye sordum; uyardım da denebilir.
“Hiçbir sakınca yok, o yanlış yapmaz” dedi, sonrasını birlikte yaşadık.
Şimdi bakanlar yine oğullar üzerinden tartışılıyor ve iş taa nereye vardı?
Erdoğan Bayraktar, AKP’de deprem etkisi yaratacak çıkışta bulundu.
Yaptıkları işleri Başbakan’a bağladı, onun istifasını istedi.
Bayraktar, ilerleyen süreçte mutlaka sözlerini ayrıntılandıracaktır; ancak anlıyorum ki, operasyon dosyasına hâkim olunca bu çıkışı yaptı.
Yani dosya üzerinden, ne zaman, ne yaptığını, ne dediğini; hangi kararı, nasıl aldığını ayrıntıları ile anımsayıp, çıkışı yapma gereği duymuş olmalı.
Bu bir AKP içi hesaplaşmadır ve nereye varacağını görür gibi oluyorum, ama biraz daha bekleyelim deyip, şu oğullar üzerindeki tartışmayı sürdüreyim.
BABA ETİĞİNE DE YAKIŞMIYOR
Dosyaları görenlerin anlatımlarına ve işaretlere bakılırsa bakanlar, oğullarına pek de sahip çıkmamışlar; o nedenle öyle, “Canım pintiydi bizim oğlan” tarzı açıklamalar inanın hiç gerçekçi değil, babalara yakışan etik tutum da olamaz.
Çünkü, dosyalara bakan o babalar, ‘kazın ayağının pek de öyle olmadığını’ bilmiyor gibi davranamazlar.
Bu anlamda Zafer Çağlayan’ın, gecikmiş istifası ardından gelse de “Oğlum içerideyken ben rahat olamam” hesaplaşmasına girişmesini kayda alalım.
Görebildiğim kadarıyla bakan oğulları, bakanlık koridorlarını arşınlayıp durmuşlar; işadamı arkadaşlarını babalarına götürüp yardımcı olmalarını sağlamışlar, buna ‘danışmanlık’ diye kılıf da uydurmuşlar.
Yetinmemişler, babanın çevresindeki siyasi/bürokrat/arkadaş/dost etkili her kim varsa çok yakın ilişkiye geçmişler.
Bürokratlar üzerinde ağır baskılar kurmuş, bazı işlerin istedikleri şekilde sonuçlanması için fırça atma cesaretini bulabilmişler.
İşte en azından bu noktada, eğer bakanlar cesareti vermemiş olsa, hiç değilse bir bürokrat çıkıp, “Sayın Bakanım oğlunuz aradı, şu talimatı verdi” siteminde bulunmaz mıydı?
Ama neyse geçelim tüm bunları, “Allah’ın da bir tuzağı var” söylemini anımsatıp önümüze bakalım.
Hürriyet / 26.12.13