‘Ah şu salı grup konuşmaları’ ne çekilmez oldu diye defalarca yazıp durduk.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek de, “Gelin bu toplantıları miting havasından çıkaralım” çağrısı yapmaktan yoruldu.
Uyarılar boşa çıkınca sonunda TBMM çatısı altında ilk kez bir başbakan, ülkesinin (beğen-beğenme) bazı sanatçılarına öfkesini ‘ulan’ diyerek gösterdi.
Erdoğan’ın bu öfkesi, 1999’da Ahmet Kaya’ya saldırı gerçekleşirken orada bulunup da sessiz kalan sanatçılaraydı.
Ancak ne ilginç ki, ‘O sırada dışarı çıkmıştım’, ‘Tuvalete gitmiştim’ gerekçesine sığınan o sanatçılar arasında, Başbakan’ın Diyarbakır çıkarmasına bizzat davet ettiği İbrahim Tatlıses ile ‘akil insan’ seçtiği Kadir İnanır da varmış. Başbakan’ın sempati gösterdiği diğer bazı sanatçıları ise geçiyorum.
SIFIR KOMŞUDAN DÖNÜLÜRKEN
Neyse, asıl derdimiz Başbakan’ın ‘siyaset sanatı’ diye gördüğü ‘öfke dilinin’ siyasetten kovulması.
Umalım ki Başbakan’ın ‘ulan’ kazası bu sonucu yaratır.
Hatta, ‘Yetmez ama evet’; çünkü demokratik tüm ülkelerde başbakanların, bırakın her gün üç-beş kez, bazen haftada bir kez dahi konuştuğu görülmez. Ortada büyük bir kriz veya felaket yoksa o konuşmaların, ülkedeki tüm kanallarca canlı yayınlanması ise hiç olmaz.
Türkiye, demokratik olmayan ülkelere yakışan bu tabloyu da artık unutmalı.
Yazıma böyle girişin nedeni de ‘ulan’ kazası. Oysa bugün Barzani’nin Diyarbakır ziyaretine farklı bir açı daha getirmek istiyordum. Malum, Türkiye son birkaç aydır ‘sıfır komşu/sırf sorun!’ politikasından geri dönmeye çalışıyor ve bunu ilk de Irak üzerinden deniyor.
Perde arkası bilgiler gösteriyor ki hükümet bu noktaya hiç de kolay gelmedi.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Başbakan’dan aldığı güçle Türkiye’yi bölgede, kendilerinin bulduğu ifade ile ‘değerli yalnızlığa’ itti. Buna rağmen Davutoğlu, üç gün önce ABD’de, Suriye dahil bölgedeki her adımı belli bir plan dahilinde attıklarını ileri sürdü.
İYİ FIRSAT AMA
Ancak, bırakın bizim yapıp çizdiklerimizi, kabine içinde dahi bir planın, bir stratejinin varlığına inanan olduğunu hiç sanmıyorum.
Aksine, neredeyse tüm bakanların izlenen politikanın Türkiye’ye maddi-manevi pek çok olumsuz etki yaptığını dillendirip durduklarını, Başbakan’ın önüne rapor üstüne rapor koyduklarını söyleyebilirim.
Daha ileri gideyim; bakanlar, Davutoğlu ile o kadar aykırı düştü ki, kendisine ‘değerli yalnızlığı’ iki yıldır kabinede de tattırıp duruyorlardı.
Tamam, CHP’nin Irak ziyareti, ‘Sırf sorun!’ politikasından caymada bir adımdı, ama asıl adım kabine içindeki bu uzun direniş sonucu geldi.
Direniş tam da sonuç vermişken şimdi yeni bir kuşku söz konusu. Kuşku, Barzani’nin davetinin Bağdat’ın onayı ile olup olmadığı noktasında.
Onay varsa bu, Irak Başbakanı Maliki ile Barzani arasındaki petrol paylaşım kavgası bitti anlamına gelir ve Türkiye de bundan çok kazançlı çıkar. Ama onay yoksa, o zaman gözler yine Davutoğlu’na dönebilir.
Çünkü, Maliki ile 10 gün önce görüşen Davutoğlu ve daha önce Başbakan’la Esad arasında aracılık yapan da kendisi.
Bu arada Davutoğlu, The Brookings Institution’daki konuşmasında, “Gezi gösterileri ile gurur duydum” demediğini açıkladı, ama o kuruluşun web sitesindeki konuşmayı okuyanlar, sanırım ‘gururu’ hisseder.
Hürriyet / 21.11.13