Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu döneminde ilk politika faizi indirimi 24 Eylül’de gerçekleşti. O gün için dolar kuru 8,84 TL’ydi. O günden bugüne geçen 3 ayda dolar 18 TL’ye kadar yükseldi. 20 Aralık’ta açıklanan bir dizi finansal enstrümanın piyasalarda yarattığı beklentiler sayesinde kur seviyesi 13 TL’ye kadar geriledi. Böylece dolar kuru 3 ayda yüzde 40’ın üzerinde değer kazanmış oldu.
Türkiye bir ödemeler dengesi krizinin eşiğinden şimdilik dönmüş görünüyor. Ancak 19 Aralık ile 21 Aralık arasında dolar kuru 5 TL düşmüş olsa da ekonomide ‘gerçek’ bir değişiklik yaşanmadı. Ülke Risk Primi (CDS) 22 Aralık itibariyle yeniden 600’ün üzerinde. CDS’e bakılacak olursa, piyasalar Türkiye’de bir finansal krizi fiyatlamaya devam ediyor.
Peki, geride kalan bu 3 ayda, AKP neyi başardı? Bugün vardığımız sonuca başka bir yolla varmak mümkün müydü?
İstenilenler; düşük faiz, rekabetçi kur, doğrudan yabancı yatırım
Hikâyeye göre döviz kurları ithalatı engelleyecek ve ihracatı teşvik edecek seviyede olmalı. Böylece ithalatta zorlanan yerli yatırımcılar, üretime yönlendirilmeli.
Kurun yükselmesi, ihracatı teşvik edeceğinden, üretim ihracata yönelik olarak yeniden dizayn edilmeli. Böylece ithalatını azaltan, ihracatını artıran Türkiye ekonomisinin cari açığı kapanmalı. Sıcak paraya olan ihtiyaç bitmeli.
Tüm bunları yapmak için sermayedarların finansmana olan erişimi kolaylaştırılmalı. Bunun için kredi faizleri düşürülmeli. İş insanları düşük faizle aldıkları kredilerle yatırımlara yönelmeli. Bu sayede istihdam artırılmalı.
Kurlardaki yükselişe paralel olarak emek gücü ucuzlamalı, Türkiye’nin lojistik avantajları da kullanılarak sıcak para yerine doğrudan yabancı yatırım tercih edilmeli.
Özetle yeni ekonomi modeli olarak sunulan hikâye böyle. Ucuz emeğe dayanan, iç talebi baskılayıp, artan üretimi ihracata yönlendiren, cari açık sorununu çözerek, sıcak para ihtiyacını azaltma gayretindeki bir ekonomik paradigma…
Ancak iktidar, hikâyenin henüz giriş kısmında büyük bir arızayla karşılaştı. O da döviz kurlarının tahmin edilenden çok daha kontrolsüz ve sert şekilde yükselmesi. Bir ödemeler dengesi krizine ramak kalmışken uydurulan bir finansal mühendislikle döviz kurlarının ateşi şimdilik düşürüldü. Fakat 3 ayın sonunda giriş bölümünü geçip, gelişme bölümüne başlanamadı.
Eldekiler; yüksek faiz, yüksek kur, yüksek risk, eriyen rezervler
19 yıllık iktidar, geçmişte o kadar fazla manevra yapmıştı ki, artık iktidarın manevra hızına devlet mekanizması ayak uydursa da piyasa aynı hızda iktidara güvenmiyordu. Hele ki döviz kuru konusunda.
İktidar, elindeki devlet olanaklarının tümünü tek başına kontrol etmenin avantajıyla, tüm kurumsal hafızayı yerle bir edecek bir sürat ve özgüvenle işe koyuldu. Kontrolden çıkan döviz kuru Merkez’in rezervleri satılarak frenlenmeye çalışıldı.
Hikâyenin giriş bölümündeki asıl fiyasko, politika faiziyle kredi faizi arasındaki ipler kopunca yaşandı. Erdoğan, Merkez Bankası faizleri düşürünce, kredi faizlerinin de düşeceğini zannetti. Politika faizinde ilk indirimin yapıldığı 24 Eylül’de ticari kredi faizi yıllık yüzde 21,20’ydi. 3 aylık mücadelenin sonunda bu oran ancak yüzde 19,63’e kadar inebildi. Yani politika faizi 500 puan düşürülürken, ticari kredi faizleri sadece 157 puan düşebilmişti. Üstelik kamu bankaları denklemden çıkarılsa, özel bankalar kredi faizini düşürmek bir yana artırdılar.
İhtiyaç kredisinde tüm bankaların ortalama faizi 24 Eylül’de yıllık yüzde 23,49 iken, bugün yüzde 25,26. Faizler düşmek bir yana yükseliyor. Para politikasının başında bulunan Merkez Bankası kimsenin ciddiye almadığı bir politika faizini düşürüp duruyor ama piyasa ipleri kendi eline almış durumda.
Hikâyenin 3 aylık giriş bölümünün sonunda tablo şu; yüksek faiz, yüksek kur, yüksek risk ve eriyen rezervler.
Aynı sonuca farklı yollarla varılabilirdi
Öyle bir beceriksizlik ile karşı karşıya kalındı ki, “bu kadar cehalet mektepsiz olmaz” dedirtiyor. Aralık ayı enflasyonun çift haneli çıkması böylece yıllık enflasyonun yüzde 30’un üzerinde gerçekleşmesi bekleniyor. Fakat enflasyon yükseliyor ama hiç değilse faizler düşüyor da diyemiyoruz. O da yükseliyor. Faizler yükseliyor da döviz kuru düşüyor da diyemiyoruz, o da yükseliyor. O kadar ki, kuru kontrol etmek için tüm finansal sistemi riske sokan finansal enstrümanlar devrede.
Fiyaskonun boyutunu şöyle özetleyebiliriz;
TCMB, 24 Eylül’den bu yana politika faizini 500 puan indirmek yerine, her ay piyasadan döviz satın alarak döviz kurlarını yukarı yönlü hareket ettirse, enflasyon, cari denge ve kredi faizleri konusunda bugün olduğundan farklı bir noktada olmazdık.
3 aylık sürecin sonuna geriye dönüp baktığımızda kendi uydurduğu hikâyeye bile uyum sağlamakta zorlanan bir iktidar çıkıyor karşımıza. İktidar ise sürecin sonunda bulduğu finansal enstrümanın kurları dizginlemesiyle oluşan motivasyonun şimdilik tadını çıkarmakla meşgul.
BirGün / 23.12.21