Merkez Bankası’nın bu haftaki toplantısında faizi değiştirmeyeceği konusunda, piyasalarda genel bir mutabakat var. Halbuki bağımsız bir Merkez Bankası’nın olduğu bir ülkede, piyasaların mevcut parametrelere bakarak, Merkez Bankası’nın mutlaka faiz artırımına gideceği tahmininde bulunması gerekirdi.
Siyasi hayatta olduğu gibi, ekonomide de olması gerekenlerin yapılmayacağına ilişkin genel bir kanı oluşmuş gibi. Bu nedenle de “ekonomistler ve piyasa analistleri de beklentilerini düşürüp siyasi otoritenin yapılması gerekenleri yapmayacağı, yanlış da olsa kendi yolunda gitmeye devam edeceğine alıştı” diyebiliriz.
Halbuki haziran sonu itibarıyla yüzde 12’lik bir enflasyon olmasına rağmen, Merkez Bankası’nın mevcut politika faizi 8.25’te duruyor. Hatta Merkez Bankası piyasaları yüzde 7.6 oranından fonlamaya devam ediyor, yani pratikte, geçerli faiz oranı budur, diyebiliriz.
Buna karşılık Merkez Bankası’nın yüzde 7.4’e düşürdüğü enflasyon tahminini, bu ay sonunda yayımlayacağı yeni raporda ne kadar artıracağı tartışılıyor. En az 1 puan artışla 8.5’e çıkması beklenirken, piyasada yılsonunda enflasyon oranının çift hanenin altına ineceğine ise hemen hemen kimse inanmıyor. Yani burada da “nasıl olsa gereken rakamı yapmazlar” diye, hedefin 8.5 olması neredeyse yeterli görülüyor.
Bu arada Merkez Bankası’nın “gerçekleşen değil gelecekteki enflasyona bakın” demesi de anlamını yitirdi, her şartta negatif faiz büyümeye devam ediyor.
Üstüne üstlük bu tavrı Merkez Bankası döviz rezervlerinin iyice eridiği, enflasyondaki artış trendinin devam ettiği, faizi zorla düşük tuttuğu, kurları kamu bankalarını açık pozisyona sokma pahasına kullanarak baskıladığı, kredilerle iç talebi patlatma politikasını sürdürdüğü bir ortamda gösteriyor.
Pandeminin etkisi ne kadar büyük olursa olsun, ne kadar piyasaları rahatlatma ihtiyacı var derseniz deyin, böyle bir tabloyla Merkez Bankası’nın faizleri bu seviyede tutmasının bence mantığı yok. Eğer tüm dünyanın fiyatlar artsın diye çaba gösterdiği bir iklimde, sizin enflasyonunuz büyümeye devam ediyor ve makro dengeler bu kadar hızlı bozuluyorsa, faizleri bu noktada tutmanızın bir anlamı olamaz.
Tüm yapılanlar için açıkça söylenmeyen gerekçe, ekonomideki daralmanın biraz azaltılması. Hatta politikacılar böyle bir ortamda 2020 yılını, küçük de olsa, büyüme oranlarıyla atlatabiliriz diyorlar. İyi de böyle bir makro dengesizlik yaşayan ülkede, bu dengeleri iyice bozup arabayı devirme pahasına, yüzde 2’lik küçülme yerine sıfır büyüseniz ne değişecek? İmkânların çok ötesinde büyüme hırsı, ülkenin ekonomisinin geleceğini çok daha fazla tehlikeye atıyorsa, bunun bir anlamı olabilir mi? Halk zaten işsizlikle kıvranırken, eksi 2 yerine sıfır büyüme olduğu için bir dahaki seçimde size oy mu verecek?
Hadi, bu nedenle oy verdi diyelim; ülkenin geleceğinin daha fazla tehlikeye girdiğini görmüyor musunuz? Gördüğünüz halde bunu yapıyorsanız, devlet adamlığı gibi bir kavramı bu kadar mı unuttunuz?
Döviz kaynağı bulunur mu?
Halbuki sizin faizi, kuru zorla baskılamak yerine bozulan dengeleri onarabilmek için çok ciddi vizyonu olan, kapsamlı bir ekonomik paket hazırlığında olmanız gerekiyor. Türkiye’nin en acil sorunu olan dış kaynak sorununa bir an önce çözüm bulmanız lazım. Bunun için de böyle bir program şart.
Türkiye’nin risk primi çok yüksek, bu kadar olmaması gerekir diye yorum yapanlar var da, risk primini bu kadar yükseğe kimse çıkarmadı ki, ekonomi yönetimi çıkardı…
Siz hem bu bozuk dengelerle gitmeye devam edip hem Kanal İstanbul gibi projelere devam edeceğim derseniz, demokrasideki geri gidişle yetinmeyip tüm medeni haklarda bile geriye gidişi hızlandırırsanız; üstüne üstlük sermaye hareketlerine sürekli kısıt uygulayıp normal yollar yerine baskıyı kamu bankaları gibi dolambaçlı yollarla yaparsanız, güven vermeniz mümkün değil ki.
Buna rağmen hükümete yakın görünmeye çalışan bazı ekonomi çevrelerinde “Küresel likidite çok yüksek, eninde sonunda bize buradan kaynak gelecek, biraz daha dişimizi sıkarsak sıcak para geliyor” gibi söylemler görüyorum.
Takas kuruluşu olan Euroclear ile anlaşmanın yapıldığı, artık bu kanalla Türkiye’den yabancı sermayenin tahvil alımlarının başlayacağı gibi bir izlenim veriliyor. “Doğru dürüst swap anlaşması yapamadık ama buradan bir şey gelir” umudu pompalanmaya çalışılıyor.
Türkiye’nin Euroclear anlaşmasını değerlendiren ING, bu tür anlaşmaları yapan ülkelerin bundan fayda sağladığını, Türkiye’nin de Hazine kâğıtları için mevcut küresel likiditeye bu kanalla daha rahat ulaşabileceğini söylemiş. Ama bununla birlikte Türkiye için, “Diğer gelişen piyasalarla kıyaslandığında yüksek dış finansman ihtiyacı, rezervlerdeki düşüş ve devam eden jeopolitik gerginliklerden doğan risk beklentisi dikkate alındığında, anlaşmanın hızlı ve doğrudan bir etki etmesinin beklenmemesi gerektiğine” de dikkat çekilmiş.
Dün Cumhuriyet’e konuşan eski Merkez Bankası Başekonomisti Hakan Kara ise kredilerdeki patlamanın olumsuz sonuçlarına dikkat çekip artık frene basmak gerektiğini söylemiş. Kendisi görevdeyken, bu kadar olmasa da bunların öncüsü sayılacak kararlar verilirken ne kadar uyardı bilmiyoruz ama özet olarak ipin ucunun kaçtığını, enflasyonla mücadelenin sıkılaşması gerektiğini söylemeye çalışmış.
Fiyat istikrarı için en etkili araç faiz kararları ama gerekenin yapılacağı konusunda umut yok.
Cumhuriyet / 21.07.20