Türkiye’de elektrik enerjisi üretimi ile çevre duyarlılığı sıkça çatışıyor. Derelerin, ırmakların üstüne kurulan irili ufaklı hidrolik santraller, bir yandan ciddi çevre sorunları yaratırken bir yandan da Güneydoğu’daki binlerce yıllık Hasankeyf örneğinde olduğu gibi tarihi, kültürel varlıkları sular altında bırakacak bedeller içeriyor. Kömür santralleri filtre kullanma maliyetinden kaçmak için hükümetten kolaylıklar sağlarken, zehir kusan bacalar insan sağlığını ciddi biçimde tehdit ediyor. Kurulu gücün çok altında bir üretim gerçekleşirken, bu kadar yatırım neden yapıldı soruları daha yüksek sesle soruluyor. Dahası, bu yatırımları yapmak için dövizle borçlanan firmalar bunalımda ve hükümetten, bankalardan yardım talepleri hızla yükseliyor. Abartılı büyüme tahminlerine dayandırılan bir kısmı ithal, bir kısmı çevre sorunu yaratan yerli kaynaklarla üretim yapan santraller, yavaşlayan, küçülen ekonominin enerji talebinin düşmesi sonucu zor zamanlar yaşıyorlar.
Yıllık ulusal geliri 750-800 milyar dolar dolayında olan Türkiye’nin yıllık enerji tüketimi 140-145 milyon TEP (bir ton ham petrolden elde edilen enerji) dolayında ifade ediliyor ve bu enerji ihtiyacının dörtte üçlük kısmı ithal ediliyor. Enerji yönünde ağır bir dışa bağımlılığı var Türkiye’nin. Enerji ithalatı faturası, ülkedeki büyüme temposuna ve dünya enerji fiyatlarının seyrine bağlı olarak değişmekle birlikte son yıllarda 43 milyar dolar dolayında. Bu, ülkenin yaptığı toplam ithalatın yüzde 20’sinden fazla. Başka bir ifade ile Türkiye, ithalatının beşte birini sadece enerjiye, özellikle petrol ve doğal gaza ayırıyor. En önemli tedarikçileri ise Rusya ile İran.
Dörtte üçü ithalatla karşılanan enerjinin yaklaşık dörtte biri elektrik üretiminde kullanılıyor. Doğal gaz kullanan elektrik santralleri, yüzde 30’a yakın payıyla Türkiye’nin elektrik üretiminde ilk sırada.
Türkiye, sanayide, konutta, ulaştırmada ve diğer alanlarda enerji tüketiminden azami tasarrufu sağlamak, özellikle ithalata bağımlılığını azaltmak çabasında. Bu nedenle de elektrik üretimini artırmak, bunu da zaman içinde daha az ithal, daha çok da yerli kaynaklarla; su, kömür ve daha çok da şu andaki payı yüzde 15’e yakın olan rüzgâr, güneş gibi yenilenebilir kaynaklarla yapmak istiyor.
1990’lara kadar devlet işletmelerinin hâkimiyetinde olan elektrik üretimi ve dağıtımı, özellikle iktidardaki AKP rejiminde hızla özelleştirildi. Santrallar satılırken elektrik dağıtım işleri de belli firmalar arasında paylaştırıldı. Şu an elektrik üretiminde kamunun payı kurulu güçte yüzde 21, fiili üretimde ise yüzde 15 dolayında.
Enerji üretiminde üstünlüğün özel firmalara geçişi, özelleştirmeler ve hızla kurulan santrallerle oldu. Hatta bu santraller öyle bir hızla kuruldu ki bir an geri dönüp bakıldığında ihtiyacın çok üstünde, üstelik dış kredi kullanarak kurulmuş devasa bir santral yatırımı ile karşı karşıya kalındığı, kurulu kapasitelerin üçte birinden fazlasını kullanmayı gerektirecek bir talep olmadığı anlaşıldı.
Hesapsız enerji yatırımları, santral kurulumları abartılı iyimser büyüme hedeflerine ve onun öngördüğü enerji tüketim tahminlerine dayandırıldı. 2007-2013 döneminde yıllık yüzde 7 gibi iddialı bir hedef koyan AKP hükümeti, enerji talep ve yatırımlarında da bu büyümenin enerji talebini dikkate aldı ama gerçekte büyüme yıllık yüzde 5 dolayında kalarak 2 puan eksik gerçekleşti. 2014-2018 döneminde de hedef büyüme yüzde 5,5 iken ancak yüzde 4,9 olarak gerçekleşebildi. Ne var ki enerji yatırımları bu büyüme hedeflerine göre yapılmıştı.
Sonuçta bugün Türkiye’nin elektrik santrallerinin kurulu gücü 90 bin MW. Ancak fiili üretimin proje kapasitesine oranı yüzde 65’den ibaret. Bu da önemli bir kurulu güç ataleti demek. Santral yatırımlarının ağırlıkla döviz kredisi ile yapılmış olması, 2018 ve 2019’da dövizin hızla fiyat artışı yaşaması, yatırımcıları büyük bir maliyet artışı ile karşı karşıya bırakmış durumda.
Büyük enerji yatırımcılarından Eren Holding Başkanı Ahmet Eren, enerji şirketlerinin neyi öngöremediğini ve sorunların nereden kaynaklandığı sorularını şöyle yanıtlıyor: “Birincisi devlet, bu yatırımlara lisansı verirken bir makro plana bakıp Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre düzenlemeliydi. İkincisi, bankalar bize kredi verirken onların da buna bakmaları lazımdı. Biz ise bu geleceği tam olarak öngöremedik. Kredilerin bolluğu itti bizi bu işe. Ama şu anda bir fazlalık var. Bu fazlalık ne zaman erir? Tabii dört-beş sene sürecek. Firmaların yeni yatırım arayacak hâli de kalmadı.”
Bir diğer önemli enerji yatırımcısı Limak Enerji Grubu CEO’su Birol Ergüven, gelecek yıllarda nereye gidileceğini kendisinin de öngöremediğini belirtirken, sektördeki temel sorunun sürekli arz artışına rağmen tahminlere uygun şekilde elektrik talebinin artmaması olduğunu söyledi. Ergüven, oluşan düşük fiyatın yapılan yatırımlara olumsuz etkisine dikkat çekti. Ergüven, gelinen durumda “Özel sektör yatırımları yaptı çaresine baksın” demenin de kolay olmadığını, mevcut durumun yatırımcıların, politika yapıcıların ve bankaların birlikte ele alması gereken bir konu olduğunu kaydetti.
Türkiye Bankalar Birliği Eylül 2019 verilerine göre elektrik sektörü için kullandırılmış kredi tutarı 200 milyar TL dolayında (yaklaşık 34 milyar dolar). Ancak bu kredilerden geri dönmeyenler, toplamın yüzde 7’si gibi önemli bir büyüklüğe ulaştı.
İnşaat sektörünün yanında, batık kredi sorunu önde olan enerji sektörü için bankaların kredilerini yeniden yapılandırmaları, hükümetin firmalara elektrik fiyatlarının alımında belli kolaylıklar sağlaması gibi teşvikler hiç eksilmiyor. Ancak bazı inşaat firmaları örneğinde olduğu gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın yönettiği Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF) bazı elektrik şirketlerine de can simidi atacağından da söz ediliyor.
TVF’nin öncelikle Kalyon Enerji’ye ortak olabileceği iddiası dolaşıyor. 500 megavatlık güneş ve 1000 megavatlık rüzgar enerjisi ihalelerini alan Kalyon Grubu’nun ortaklık ve finansman sorunları nedeniyle söz konusu yatırımlarında belirlenen sürede ilerleme sağlanamadığı bildiriliyor. Bu tıkanıklığın TVF’nin finansal katkısıyla aşılması umuluyor.
Türkiye’yi 2002’den bu yana yöneten AKP, ilk yıllarda Türkiye’ye de uğrayan dış sermaye yatırımlarının sağladığı büyümenin sürekli olacağına güvenerek hedeflediği enerji yatırımları için özel sektörü seferber etti. Özelleştirmelere ek olarak başta hidrolik olmak üzere firmalara doğal kaynaklar tahsis edildi. Dışarıdan borçlanma neredeyse özendirildi. Ne var ki özellikle son beş yılda ne öngörülen büyüme hedefleri gerçekleşti ne de buna dayanarak yapılan enerji yatırımları sorunsuz ilerleyebildi. Yakın dönemde tüketilebileceğin çok üstünde santral kapasitesi oluşurken bu santrallerin yapımında kullanılan dış kredi, döviz fiyatlarının hızlı artışıyla yatırımcı firmaları daraltmış durumda. Hükümetin enerji sektörüne dönük geliştirdiği çeşitli teşvik, çevresel maliyetlere göz yumma, kaynak enjeksiyonu gibi desteklerin, darboğazdaki firmaların ne kadarına çözüm olacağı merakla bekleniyor.
Al Monitor / 19.12.19