Hayrettin Eren, gözaltına alınan, beden bütünlüğü devlet güvencesinde olması gereken gençlerden biriydi.
12 Eylül darbesinin hemen ertesi…
Annesi Elmas Eren, karakol karakol oğlunu arıyordu, emniyete götürüldüğü söylendikten sonra bir koşu oraya gitti, bulacaktı oğlunu.
Oğlunun arabası emniyetin önünde duruyordu, babasının bin bir güçlükle aldığı araba oradaydı, oğlu da oradaydı demek.
Ama "yok" diyorlardı.
Karakola döndü, oradaki kayıt defterinde yazıyordu oğlunun ismi, görmüştü, biliyordu. Ancak yeniden sorduğunda defterin o sayfasının koparılmış olduğunu da gördü.
Zamana karşı yarışıyordu, ne yaşanmış olabileceğini biliyordu.
Döndü, dolaştı, aradı, kavga etti, sokağa çıktı, hiç vazgeçmedi.
Oğlu gelir de kimseyi bulamaz diye evinin kapısını açık tuttu, odasını havalandırdı, kenara birkaç parça eşyasını bıraktı.
39 yıl boyunca oğlunu aradı, oğlunun yaşadığından çok.
Bulamadı.
* * *
Elmas Eren, Cumartesi annelerinden biriydi, çocukları gözaltında kaybedilen, işkencede öldürülen, cenazesi bir bilinmeze atılan bu ülkenin çocuklarından birinin annesi.
Ve oğlu Hayrettin Eren, ülkenin gözaltında kaybedilen ilk isimlerindendi.
Hiçbir dönemde insanlık suçlarının hesabını vermeyen 12 Eylül faşist rejimi, "eller serbest" emri vermiş, solcular, devrimciler, havadaki kuşa imrenenler, derin nefes alanlar, bir parça güneş isteyenler, kim varsa, işkenceden geçirilmişti.
Hayrettin Eren de işkenceden geçirilen gençlerden biriydi. İşkence o kadar yoğundu ki Hayrettin'in nefesi yetmedi. Aynı dönemde gözaltında bulunanlar, Hayrettin Eren'e yapılan işkenceden nefessiz kaldı, gözlerini, kulaklarını kapadı ama duymamak imkansızdı. Anlattılar sonradan çocuklarını arayan aileye…
Hayrettin Eren artık bilinmezdi.
Cenazesi, kim bilir devletin hangi menfaati gözetilerek, kim bilir nereye götürülmüştü, hesabı verilmediğinden bunu da bilmek mümkün değildi.
Her şey öylesine mümkün değildi ki bir anneyi, çocuğunun gözaltında kaybedildiğine, yaşamının elinden alındığına ikna etmek de olanaksızdı.
Elmas Eren, son nefesine kadar bu yüzden oğlunu aradı.
Kayıp yakınlarının ortak yazgısı budur, bir mezar taşı teselli, dua edecek bir mezar kazanımdır.
Olur ya küçücük bir izinin bulunabilmesi, uyunabilecek bir gecedir. Suçluluk hissiyle geçirilmeyen, "ya eksik yaptıysak" sorusunu sormadıkları, diğerlerinden biraz daha kısa bir gece.
Her kayıp yakınının bu yüzden çocuğuyla, kardeşiyle, eşiyle birlikte kendi yaşamı da çalınmıştır.
Kayıp, durmadan kanayan, hiçbir ilacın tesir etmediği bir yaradır.
* * *
Elmas Eren geçen hafta veda etti oğlunun kokusuna hasret geçirdiği dünyaya.
Tabutunda beyaz bir tülbent vardı. Savcılık iddianamelerinde, annelerin kendilerini acındırmak için taktıkları söylenen, Arjantinli kayıp annelerinin de simgesi olan o tülbentlerden.
Aynı günlerde polis, Van, Diyarbakır, Mardin'de belediyelere kayyım atanmasını protesto için sokağa çıkana copunu sallıyordu. Yetmiyordu gaz sıkıyordu, yetmiyordu zaten gözaltı için yakaladığı kişinin başına çelik kaskla defalarca vuruyordu.
Milletvekilleri dayak yiyordu, sokağa çıkan anneler darp ediliyordu, bir küçük cümle kurmak isteyen gözaltına alınıyordu.
Yıllardır ayaklarının altındaki karıncayı incitmeden Galatasaray Meydanı'na çıkan Cumartesi anneleri, sudan gerekçelerle yine daracık bir alanda kayıplarını sormaya mahkum bırakılıyordu.
Memleket, Elmas Eren'in çocuğunu aradığı 39 yıl boyunca zerre değiştirmemişti pratiklerini.
Hala bir devletin bekasının, işkencede, bedeni devlete emanet bir gencin öldürülüp, kaybedilerek korunabileceğine inanılıyordu.
Tüm bunları yapanlar, "elleri soğumasın" diye hala itinayla, emniyet, yargı, iktidar eliyle korunuyordu.
Milim ilerlemeden, aynı cümleleri bir harf olsun değiştirmeden, bin yıllık ezberleri tekrar ede ede, zaten kimsenin itiraz etmediği, etmenin de çok gereği ve değeri olmayan düşüncelerini paylaşanlar, çok korunaklı yaşamlarında, çok ferah hayatlarında mağduriyet cümleleri kuruyor, her şey, aynı şekilde ve olabildiğince zalimleşerek sürüp gidiyordu.
Elmas Eren, buna rağmen 39 yıl boyunca adalet arayışını sürdürdü.
Geride kalanlara, için için gelmeyeceğini bildiği oğlunu beklediğini söylemekte ısrar etti, bir yandan için için "ya gelirse" diye bekleyerek.
Geriye büyük bir miras bıraktı; insanlık mirası.
Yaşamının artık sonlarına geldiğinde bile sokağa çıkıyor, hak arıyor, kendi oğlu olmasa da başka çocukların kurtulması, en azından akıbetlerinin bilinmesi, en azından katillerinin yargılanması için artık iyice güçten düşmüş sesi ama her daim güçlü bakışlarıyla hesap soruyordu.
Adalet biraz olsun haritanın bu yüzünde de kendini biraz olsun gösterdiğinde hesap verecekse sorumlular, Elmas Eren ve Cumartesi anneleridir bunu sağlayan.
Ya dönerse diye açık bırakılan kapılardan, bir gün birilerinin çocuğu, birilerinin eşi, birilerinin annesi, babası, birilerinin dostu, kocaman bir gülümsemeyle kollarını kocaman açarak ve mutlaka girecek.
Elmas annenin kokusunun sindiği alanlardan, o zaman, büyük ve hepimizi sarsacak bir umut yeşerecek.
T24 / 25.08.19