Bilim haberlerini takip ediyorsanız, son dönemde Çin’in uzaya dönük çalışmalarını daha sık duymaya başlamış olabilirsiniz. Her ne kadar Batı medyasında ve popüler kültürde daha sıklıkla “kafamıza düşecek Çin roketi” gibi konularla gündeme getirilse de Çin, uzay yarışındaki bir ülkenin atması gereken tüm adımları üçer beşer atarak ilerliyor. Gelin Çin Uzay Programı’nın tarihine hızlıca bir bakış atalım ve böylece gerçek anlamda sıfırdan bir “uzay programı” inşa edilecekse ne tür bir başarı grafiğinden söz edilmesi gerektiğini biraz daha iyi anlayabiliriz.
Çin’in uzay programını aslında Sovyetler’in fırlattığı Sputnik 1 zamanlarına kadar takip etmek mümkün. Çin, uzaya ilk roketini (T-7A) 1964’te gönderdi ve sonrasında da Ay’a insan gönderme yarışına dahil olmak üzere Shuguang-1 adlı bir uzay aracı tasarladı. Bu sırada Japonya da yarışa dahil olma çabaları gösteriyordu ve bu nedenle ezeli rakiplerinden önce davranmak isteyen Çin, Japonya’nın başarısız olduğu ilk roket denemesi sonrasında DF-4 isimli bir roketi fırlatmayı denedi, ama başarısız oldu. Çin’in ilk başarılı fırlatması 1970’te yaşandı ve bir ülke tarafından yörüngeye yerleştirilen en ağır kütle (173 kilogram) olarak tarihe geçti – ki bu kütle, o zamana kadar uzaya roket gönderen 4 ülkenin gönderebildiği toplam kütleden daha fazlaydı.
O noktadan sonra Çin tarafından yörüngeye sayısız roket gönderildi ve bu, özellikle de telekomünikasyon çağı açısından önemli başarıları mümkün kıldı. Apollo görevleri sonrası Soğuk Savaş sırasında Ay’a olan ilginin azalması ve Mao’nun ölümü sonrasında yaşanan politik değişimler, Çin’in uzay programını yavaşlattı, hatta bazı kazanımların yitirilmesine neden oldu. Çin tarafından üretilen ve sonradan insanlar tarafından kullanılması planlanan bir roketin (Shenzhou-1) ilk insansız uçuşu, 1999 yılını beklemek zorunda kalacaktı.
Üçüncü ülke oldu
21. yüzyılda güçlenen ekonomisine bağlı olarak Çin’in uzay hâkimiyeti de hızla artmaya başladı. Öncelikle BeiDou-1 gibi navigasyon uyduları gönderildi. 2003 yılında Yang Liwei, Long March 2F roketi tarafından itilen Shenzhou 5 uzay aracı ile Çin tarafından uzaya gönderilen ilk insan oldu. Böylece Çin, kendi başına uzaya insan gönderebilen, ABD ve Sovyetler Birliği sonrasında 3. ülke olmayı başardı. 2004’te Chang’e 1 Ay yörüngesine oturtuldu ve Çin, Ay yörüngesine başarıyla uydu gönderebilen 5. ülke oldu. 2008’de Çinli astronotlar (yani “taykonotlar”) Çin’in ilk uzay yürüyüşünü yaptılar (yani Dünya yörüngesinde araçlarından çıkarak uzay boşluğunda süzüldüler). Bu evrede gelen Shenzou görevleri, yörüngedeki araçlara yanaşma ve onlarla birleşme gibi yüksek teknik kabiliyet gerektiren işleri Çin’in de yapabileceğini ispatladı. 2012 yılında Liu Yang, Çin’i uzaya gönderdiği ilk kadın olarak tarihe geçti.
2018 yılı, Çin Uzay Programı için bir dönüm noktası oldu: Çin, tarihinde ilk defa, Dünya yörüngesine görev gönderme konusunda diğer tüm ülkelerden daha aktif bir konuma erişti. 2019 yılında Chang’e 4 Ay’ın “karanlık tarafı” olarak bilinen (ama aslında karanlık olmayan, sadece Dünya’ya bakmayan) yüzüne yumuşak iniş yapmayı başaran ilk araç oldu. 2020’de Chang’e 5, Ay yörüngesine girip, iniş yapıp, sonra kalkış yaparak Dünya’ya dönmeyi başaran ilk Çin aracı oldu. Daha önceki yazılarımda anlattığım gibi Çin, ABD tarafından Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan dışlandığı için kendi uzay istasyonunu kurmaya karar verdi ve 2021’de bu inşaatı resmen başlatan fırlatmayı yaptı, 2022 civarında da istasyonun tamamlanması bekleniyor. Bu sırada Mars’a gönderilen Tianwen-1 aracı da Şubat 2021’de Mars yörüngesine başarıyla girdi, sonrasında üzerinde taşıdığı Zhurong aracını Mars yüzeyine yumuşak bir şekilde indirdi ve böylece Mars yüzeyine operasyonel bir araç indirmeyi başaran 2. ülke olarak tarihe geçti.
Müthiş atılımlar yaşandı
Son birkaç haftada da Çin’in uzay programı konusunda müthiş atılımlar yaşandı: İnşa edilmekte olan uzay istasyonuna ilk defa 3 taykonot (Tang Hongbo, Nie Haisheng ve Liu Boming) gönderildi, bu kişiler Eylül 2021’e kadar burada görevlerini sürdürecekler. Bu taykonotlardan ikisi, Çin’in 13 yıl sonra ilk uzay yürüyüşünü gerçekleştirdiler ve Tianhe Uzay İstasyonu’na takılan bir kamerayı yükseltip, 15 metrelik bir robotik kolu istasyon dışında test ettiler. Hatta ben bu satırları yazdığım sıralarda Çin, 4 günde 3 ayrı başarılı fırlatmayı tamamlayarak, roket trafiğinde pandemi-öncesi döneme döndüğünü ilan etmiş oldu.
Çin’in politik kültürünün Batı kültürü ile örtüşmediği gizli olmayan bir gerçek ve bu nedenle bu uzay programının sosyolojisi ve politikası, çok derin incelemeleri ve tartışmaları hak ediyor, buna şüphe yok. Örneğin ABD’nin ulusal güvenlik dergileri, Çin’in uzay aktivitesinin birçok riski beraberinde getirdiğinden dert yanıyorlar, askeri risklere dikkat çekiyorlar. Daha geçtiğimiz ay NASA, kendilerine verilen bütçeyle Çin ile rekabet edemediğini, bu yüzden bütçe artırımına ihtiyaç duyduklarını ilan ettiler. Bir yandan ABD ve NASA, Artemis Anlaşması adını verdiği pakt ile uluslararası partnerlikler üzerinden uzay yarışının kurallarını belirlemeye çalışıyor; ancak Çin’in ABD tarafından dikte edilen bu tür standartlara ortak olmayacağı açık.
Öyle veya böyle Çin, Dünya’da olduğu gibi uzayda da giderek daha çok sözü geçen bir ülke olma yolunda koşar adımlarla ilerliyor. Ayrıca bu süper gücün yükselişi, tek kutuplu Dünya’yı sadece politik anlamda değil, uzay yarışı açısından da yeniden ikiye bölmeye başladı. Bunun havacılık ve uzay dünyasında ve (askeri) politikada yaratacağı çalkantıları, bekleyip göreceğiz.
BirGün / 11.07.21